Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2009) > Dosya > Markar Esayan: “Türkiye ile Ermenistan bu fırsatı kaçırmamalı”
Dosya
Markar Esayan: “Türkiye ile Ermenistan bu fırsatı kaçırmamalı”
Konuşan: Ebru Afat, Hilal Turan
Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma süreci Türkiye’deki Ermenileri, Ermeni diasporasını ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerini nasıl etkiler?
Öncelikle komşumuz Ermenistan devleti, Ermenistan nüfusunun iki katını aşan diaspora Ermenileri ve anavatanları Türkiye’de kalabilen Ermenilerden (ki onlar da İstanbul merkezli 50 bin civarında bir nüfustan ibaret) oluşan üç parçalı Ermeni yapısı söz konusu. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi, bu üç yapıda farklı tepkiler doğurduğu gibi benzer yankılara da yol açıyor.
Ermenistan genç bir devlet olarak dünyada değişen paradigma çerçevesinde Türkiye ile ilişki kurmak istiyor. Aynı şekilde AKP’nin iktidara geldiğinden beri ilişkileri normalleştirmek için Ermenistan’ı yokladığını biliyoruz; dışişleri bürokratlarınca yürütülen gizli görüşmeler 2005’te başladı ve 2007’de ivme kazandı. Görüşmelerde 10 Ekim protokollerinde ilan edilen anlaşma metninin zemini çok dikkatli bir şekilde örüldü. Fakat sadece iki ülkenin iktidarlarının buna karar vermesi yetmiyor. Protokol sürecinde yaşanan krizler ve imzaların ardından yapılan tartışmalar, Azerbaycan’ın tepkisi, Ermenistan’ın diasporaya bu normalleşmenin parametrelerini anlatmaya çalışması, aynı şekilde AKP iktidarının içeride MHP ve CHP’nin sert muhalefetini kırmaya ve bu normalleşmenin gerekliliğine kamuoyunu ikna etmeye çalışması vs. iki ülkenin normal ilişki kurması üzerindeki yükün ne kadar ağır olduğunu kanıtlıyor.
Türkiye Ermenilerine gelince, biz Türkiye’nin diğer komşularıyla ilişkilerini geliştirmesinden ne kadar memnuniyet duyuyorsak, Ermenistan ile sınırların açılması ve diplomatik ilişki kurulmasından da o ölçüde memnun oluruz. Normalleşme, Tanzimat’tan beri neredeyse şeytanlaştırılan Ermeni kelimesinin en azından olumsuz yükünden kurtulmasının ve biz Türkiyeli Ermenilerin kendimizi daha vatandaş, daha özgür ve iyi hissetmemizin vesilesi olacaktır. Türkiye’nin devlet politikası tepeden inmeci bir vatandaşlık tanımına dayandığı için, bundan sadece dindar Sünniler, Aleviler ve diğer kesimler değil, Ermeniler de nasibini aldı. Cumhuriyet’in modernist bakışı bugün artık kırılıyor; daha özgür ve eşit, yönetime sesini duyurabilen ve onu etkileyebilen bir vatandaşlık tanımı oluşuyor. Bu sürecin içerisinde Ermeniler de yer alıyor. Biz Osmanlı’nın çok önemli bir toplumsal yapısıydık ve bugün de sayımız azalmakla birlikte bu yelpazenin içerisinde kendimizi temsil etmeye çalışıyoruz.
 
Ermenistan’ın ve Türkiye’de yaşayan Ermeni vatandaşların ilişkilerin normalleşmesine sıcak baktıklarını ifade ettiniz. Peki, neden Ermeni diasporası bu kadar aşırı ve sert bir tepki gösteriyor?
Çünkü Ermeni diasporasının en önem verdiği şey 1915 katliamları. Türkiye’deki Ermeniler hasbelkader burada kaldılar ve onların hayata ve Türkiye’ye ilişkin algıları, içinde yaşadıkları toplumla birlikte sürekli güncellendi. Biz 1915’te yaşanan büyük trajedinin, İttihat ve Terakki’nin bir tasarrufu olduğunu, bütün ülkeye mal edilemeyeceğini, o dönemde tüm ülkenin acı çektiğini ve bunu vicdanen onaylamadığını biliyoruz. Ermenistan ise bir devlet olmanın mantığı içerisinde Türkiye ile ilişki kurmanın zaruretinin farkında. Türkiye de büyük bir oyuncu olarak kendi hinterlandında büyük bir güce sahip olduğunu ama hemen yanındaki küçük bir ülkeyle didişmesinin büyük devlet mantığına zarar verdiğini, kapalı bir sınırla AB’ye girilemeyeceğini biliyor. Türkiye içerideki demokratikleşme sürecini güçlendirmek için de Ermeni sorununu çözmek zorunda. Ama diasporanın böylesi yükleri yok.
 
Ermeni diasporasının kötü hatıralarını nesilden nesile taşımaları Ermenistan’ın aleyhine değil mi? Diaspora bu tavrını nereye kadar sürdürebilir? Mesela sınır açılıp Türkiye-Ermenistan ilişkileri düzelmeye başladıktan sonra da diaspora Amerikan Kongresi’ne Ermeni soykırımını kabul ettirmeye çalışır mı? 
Tabii ki bu tavrını sürdürür. 10 Ekim’de protokollerin imzalanması bu çabaların sona ereceğini göstermez. Zaten Ermenistan’ın diaspora üzerinde bir etkisi bulunmuyor. Ermenistan kendi özgün politikasını diasporadan daha farklı bir mecrada sürdürme imkanına sahip. Diasporanın durumu ise daha özel; zira onlar sivil kanallarda çalışıyorlar. Diaspora dediğiniz de sonuçta 1915’te buradan giden Ermenilerin torunları ve bunlar 90 küsur yıldır yaşadıkları acıyla yalnız bırakıldılar. Türkiye’nin etik anlamda çökmüş, mağduru mağdur edildiği fiille direkt suçlayan, onu hak ettiğini ima eden, böyle büyük bir felaketi mağdurun sorumluluğuna atıfta bulunarak, “Arkadan vuran isyankarlar bu tehciri hak ettiler” şeklindeki kötü bir resmî tezle inkar ettiği bir acı söz konusu. Toptancı bir anlayışla, Tanzimat’tan beri gelen hikayeye bakılmadan, Edirne’den Kütahya’ya kadar Anadolu’nun her tarafından üç-dört ay gibi kısa bir süre içerisinde, bütün mal varlığını geride bırakarak ve çok ciddi bir insan kaybı vererek binlerce yıllık toprağından atılmış bir halk var. Tabii Ermenilerin dramı Osmanlı’nın dram yaşamadığı anlamına gelmiyor, o dönemde pek çok dram yaşandı.
 
Bahsettiğiniz acı, diasporanın genç nesillerinde de aynı ölçüde hissediliyor mu? O trajediyi bizzat yaşayanlar bunu yeni nesillere de aynen aktarıyor mu?
1915 trajedisinin diaspora Ermenileri için bir kimlik yarattığını söyleyebiliriz. 
 
Yani 1915 trajedisi Ermenilerin kurucu ötekisi haline mi geldi?
Ermenilerin şeytanlaştırılması aynı zamanda Türk kimliğinin bir parçası. Yani Türk kimdir sorusunun cevabı bir bakıma Ermeni olmayandır. 1915 Türkiye’nin de öz yarası. Türkiye, kendi vatandaşlık ve demokrasi algısını düzeltmek için bu yüzleşmeyi yapmalı. Ama Türkiye bir türlü bu büyük yarasıyla yüzleşmedi ve diaspora çok uzun yıllar yalnız kaldı. Tabii o zamanlar dünya da bunu unutmayı tercih etti ve Türkiye bundan faydalandı.
Bu söylediğim diasporanın yaptığının doğru olduğu anlamına da gelmemeli. Ama o acı, diasporadaki Ermenileri acılaştırdı ve onlara bir kimlik yarattı. 90 yıllık bir süreçte diaspora kendine sağlam kurumlar, bir dil ve statü inşa etti. Şimdi protokollerle değişim yönünde adımlar atılıyor. İnanır mısınız, diasporanın verdiği tepkiyi ben aslında çok az bile buldum. Üç-dört tane diaspora derneği açıklama yaptı; İsveç’te küçük bir diaspora kuruluşu artık Ermenistan’a para göndermeyeceğini açıkladı ki burada toplasanız 7.000 civarında Ermeni ya var ya yok. Buna rağmen Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan çıktığı diaspora turunda soğuk karşılandı. Ama bunlar yine de aklın, vicdanın içerisinde kalan tepkiler. Diasporada kimse kalkıp da savaş tamtamları çalmadı.
 
Geçen günlerde ASALA yeniden faaliyete geçecek şeklinde bir haber yer aldı medyada…
Haber öyle değildi. ASALA, protokolün yanlış olduğu ve Ermenistan hükümetinin tuzağa düştüğü yönünde bir açıklama yapmış ve bu anlamda yeni bir düşünceye, yeni bir mantığa ihtiyaç olduğunu söylemiş. ASALA da o eski terör örgütü değil artık. Raffi A. Hermonn’un 16 Ekim’de Taraf gazetesinde yayınlanan “Türk ve Ermeni risk alabilmeli” başlıklı yazısında, bir zamanlar ASALA’nın sözcülüğünü yapan Fransız vatandaşı Ermeni gazeteci Ara Toranyan’ın sözleri yer alıyordu. Toranyan’a göre, Sarkisyan diasporayı yeterince tanımadığı için protokolleri onlara iyi anlatamadı ve tepki de bundan kaynaklandı. Ermeni diasporasında yaşanan bu değişimi de görmek lazım. Diaspora, anlatıldığı gibi öyle yekpare değil, parçalı bir yapı. Bütünüyle Türk düşmanı; Türklerin cezalandırılması ve soykırımcı barbarlar olduğunun bütün dünyaya ispatlanmasına ant içmiş bir yapı değil. Çok aşırı milliyetçiler olduğu gibi çok sağduyulu kesimler de mevcut. Tıpkı burada olduğu gibi. Türkiye’de “Protokolü yaptınız Azerbaycan’ı ve Karabağ’ı sattınız”, Ermeni diasporasında ise “Soykırımı, acımızı sattınız” propagandası yapılıyor. Oysa her ikisi de söz konusu değil. Bu süreç protokoller ile ne başladı ne de bitti. Bunlar kendi mecrasında akmaya, herkes kendi iddiasını seslendirmeye devam edecek. Ama statüko artık değişiyor. Karabağ ile ilgili barış görüşmeleri sürüyor. Türkiye görüşmelere gücünü arttırmış bir oyuncu olarak katılacak ve Ermenistan da Azerbaycan ile arasındaki bu sorunu halletme yolunda daha ciddi şekilde adım atmak zorunda kalacak. Zamanla hem Türk hem de Ermeni tarafındaki sürece karşıt argümanların birçoğu diyalektik olarak zayıflayacak.
 
Sınırın açılması Ermenistan’ın sosyopolitik hayatını gözle görülür şekilde ve kısa süre içerisinde etkileyecek mi?
Elbette sınırın açılması her iki tarafta da sosyo-politik hayatı etkileyecektir. Ama Ermenistan’ın Türkiye ile dolaylı yollardan da olsa çok sıkı bir ekonomik ilişkisi var zaten. Gürcistan üzerinden çalışan bir hat söz konusu ve Türkiye’den giden mallar Ermenistan’da yoğun talep görüyor. Sınırın açılmasının sadece Kars ve Iğdır’a sağlayacağı yıllık turistik gelir 500 milyon dolar. Ermenistan’ın Rusya’da özellikle enerji firmalarını elinde tutan 2 milyonluk çok güçlü bir diasporası var. Mesela bugün Türkmenistan doğalgazını dünyaya Ermeniler satar. Yani Ermenistan aslında buzdağı yani Ermeni dünyasının görünen yüzü. Bunun altında büyük bir ekonomik ve siyasi güç var, yoksa Ermenistan çapında bir ülkenin var olması öyle kolay olmazdı. Ayrıca Rusya ile sadece Ermenistan’ın gümrüksüz mal geçirme anlaşması var. Mesela Türkiye ile Ermenistan arasında direkt ticaret başlarsa, %90’ı Türkiye’de üretilen malların son ütüsü Ermenistan’da yaptırılıp oradan sıfır gümrükle Rusya pazarına sokulabilir.
Şunu da belirteyim ki, Türkiye Levon Ter-Petrosyan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde fırsatı kaçırmıştı. Biliyorsunuz Petrosyan, Süleyman Demirel’in başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde, soykırım iddialarını bir ön koşul yapmadan Türkiye ile ilişki kurmayı teklif etmişti.
 
Neden Türkiye o zaman bu makul öneriyi reddetti?
Çünkübugünkü konjonktür o zaman yoktu. Kırmızı çizgi politikası izleniyordu ve Demirel o vizyonda bir lider değildi. AKP bugün değişen dünya parametrelerini görüyor ve ona göre hareket ediyor. Demirel dönemindeyse 1940-50’lilerin algılaması hâkimdi. Türkiye’nin o dönemde Ermenistan ile ilişki kurmayışı da, 1993-94’te Güneydoğu’da o büyük faili meçhul cinayetler dalgası nın yaşanması da, Kıbrıs meselesinin çözülememesi de bu algı nedeniyledir. Ama AKP bunu kırmış vaziyette. Şimdi çözebiliriz ama kaybedilen 16 yıllık süreçte Ermenistan maalesef Türkiyesiz yaşamayı da öğrendi. Şu anda Ermenistan’daki muhalefet ve diaspora biraz güçlüyse bunu gene Türkiye’nin politikalarına borçlu. Türkiye o zaman karşılıklı ekonomik ve kültürel bağımlılığı yaratabilseydi, Ermenistan üzerindeki manevi ve siyasi gücü de daha yüksek olacaktı. Ama bu arada ne oldu? Bölgede İran güçlendi; Ermenistan’ın tek can damarı, soluk borusu oldu. Rusya ise zaten güçlüydü. Yine de kapılar açıldığında bunlar telafi edilebilir. Ermenistan ile ilişkisinde Türkiye çok avantajlı; çünkü ortak kültürümüz var. Bugün başkent Erivan’da semtlerin çoğunun ismi, Anadolu’dan göçenlerin memleketlerinin isimleri; Malatya semti, Muş semti gibi. Erivan’ın en eski pazarı, Malatya pazarı. Ermenistan’a gittiğinizde, bir yandan bir Avrupa kentine gitmiş olacaksınız ve şaşıracaksınız; diğer yandan Anadolu kültürünün içine girdiğinizi, Ermenistan halkının ne kadar misafirperver olduğunu, buraları ne kadar çok özlediklerini göreceksiniz.
 
Ermenistan’da Anadolu’dan göç edenlerin nüfus oranı ne kadar?
Yüzdesini veremeyeceğim ama Ermenistan’da Anadolu’dan giden çok ciddi bir nüfus var. Erivan’da pek çok insanla rahatça Türkçe konuşabilirsiniz. Türklerle Ermeniler yakınlaşıyor diyoruz; ama biz bin yıldır zaten yakındık. Bir kaza yaşadık, imparatorluklar çöktü. Sömürgeciliğin insanların kanını emdiği bir süreçte biz de maalesef bundan payımızı aldık. Bu hiçbir milletin suçu değil. 1915 kazasını artık tamir edebilmeliyiz. Eski dostluğumuzu hatırlayıp çok rahat bir gelecek kurabiliriz. Burada birlikte bir medeniyet yarattık ve şimdi bunu hatırlama şansımız var.
 
Bu süreci sizce neler baltalayabilir?
Hem AKP hem de Sarkisyan hükümetinin bu konuda kafalarının çok net olduğunu ve hangi yolu izleyeceklerini çok iyi bildiklerini görüyorum. Ama bir de iç politika denen bir gerçek var ve her iki hükümetin de kendi ülkelerinde güçlü kalması ve süreci iyi götürmesi lazım. Eğer bir değişiklik yaşanırsa, mesela Sarkisyan zayıflar ve bir hükümet değişikliği olursa, yeni gelen hükümet aynı iradeyi göstermeyebilir. Öte yandan Karabağ’da mutlaka bir adım atılması gerekir.
 
Dağlık Karabağ sorunu Ermenistan için uluslararası anlamda bir sıkıntı oluşturmuyor mu? Bu sorunun Ermenistan’ı uzun süredir izole ettiği söyleniyor. 
Elbette. Ermenistan, Karabağ meselesi yüzünden, bütün dünyadan olmasa da, en azından Türkiye ve Azerbaycan’dan izole edildi ve Kafkasya’daki enerji projelerinin dışında kaldı.
 
O zaman Dağlık Karabağ, protokollerin haricinde Ermenistan’ın kendi normalleşmesi adına da bir an önce çözülmesi gereken bir mesele.
Şüphesiz mevcut statüko iyi değil. Bu, büyük güçlerin bir tarafa bırakabileceği bir mesele de değil. Ağustos 2008’de bu durum test edildi ve NATO’nun müdahalesi olmadan Kafkasya’da bir savaşın çıkamayacağı ortaya çıktı. Ama Rusya da Gürcistan müdahalesinde başarısız oldu. Aynı şeyi bu yılın başında İsrail’in Gazze katliamında da yaşadık. Eskiden devletler bu tip müdahaleleri, savaşları dünya kamuoyuna anlatabilirlerdi; ama artık anlatamıyor ve prestij kaybediyorlar. Yeni paradigma kazan-kazan üzerine kurulu. Kafkasya bir enerji havzası olarak mutlaka bir barış havzasına dönüşmeli ve bunun için de Karabağ’daki savaş hali bitmeli.  
 
Protokollerin de etkisiyle Karabağ sorunu mutlaka çözülecek diyebilir miyiz?
Karabağ ayrı bir sorun ve çözüm yoluna girecektir. Karabağ ile Karabağ dışında işgal altında olan öz Azeri toprakları birbirinden ayrılıp iki ayrı konu olarak görüşülecek. Ermenistan işgal ettiği yedi reyondan beşini hemen boşaltmayı büyük ihtimalle kabul edecek. Geriye kalan iki reyon çok stratejik olduğu için boşaltılması biraz zaman alabilir. O zaman Karabağ için ayrı bir süreç başlayacak. Zaten Karabağ %95’i Ermeni olan özerk bir bölge. Orada Ermenilerin ve Azerilerin yüzyıllara dayalı ihtilafları var. Azerbaycan da artık Karabağ’daki Ermenileri asimile etme politikalarından vazgeçip daha demokratik bir yapılanmaya gitmeyi kabul etmeli. Halkların kendi kaderlerini tayin etme kuralı bugün dünyada oldukça geçerli. Tabii ki Azerbaycan bunu istemez ama Karabağlılar istiyor. Ama bir de işgal edilmiş Azeri toprakları ve zor durumda olan 1 milyon Azeri göçmen var. Bu insanlık dramının da bir an önce halledilmesi lazım. Ben meselenin bu kısımda mesafe alınacağını düşünüyorum.

Paylaş Tavsiye Et