Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2008) > Dünya Siyaset > Obama’nın pragmatizmi, değişim vaadini törpülüyor
Dünya Siyaset
Obama’nın pragmatizmi, değişim vaadini törpülüyor
Nuh Yılmaz

ABD’NİN ye­ni baş­ka­nı Ba­rack Oba­ma, 20 Ocak 2009’da yö­ne­ti­mi dev­ra­la­cak. “De­ği­şim” me­sa­jı, Ame­ri­kan si­ya­se­ti­ne ye­ni bir so­luk ge­ti­ren üs­lu­bu, ye­ni­lik­çi ta­ban ör­güt­le­me ka­bi­li­ye­tiy­le Oba­ma, ken­di­si­ne yö­ne­lik bek­len­ti­le­ri ol­duk­ça yük­selt­ti. Oba­ma’nın ya­şa­dı­ğı en bü­yük çe­liş­ki ise de­ği­şim me­sa­jı­nı na­sıl ger­çek­leş­ti­re­ce­ğin­de dü­ğüm­le­ni­yor. Tec­rü­be­siz ve ye­ni isim­ler­le yo­lu­na de­vam ede­rek Kon­gre’ye de Be­yaz Sa­ray’a da söz ge­çi­re­me­yip de­va­sa Ame­ri­kan dev­let ay­gı­tı­nın kar­şı­sın­da tam bir he­zi­met mi ya­şa­ya­cak, yok­sa es­ki isim­ler­den ye­ni bir ta­kım ku­rup ken­di me­sa­jı­nı ka­bul et­tir­te­rek re­for­mist bir si­ya­set­le, ver­di­ği söz­le­ri ma­kul bir çer­çe­ve­de ye­ri­ne ge­tir­me­yi mi de­ne­ye­cek?

Ne­ti­ce iti­ba­rıy­la her ye­ni baş­kan dev­le­te söz ge­çi­re­bil­di­ği, bü­rok­ra­si­ye iş yap­tı­ra­bil­di­ği öl­çü­de baş­kan­dır. Ak­si hal­de dev­le­tin tı­kan­ma­sı, hiç bir şey ya­pı­la­ma­ma­sı gi­bi bir du­rum or­ta­ya çı­kar. Oba­ma bu açı­dan re­for­mist ve prag­ma­tist bir çiz­gi iz­le­ye­ce­ği­nin, es­ki ta­kım­la an­la­şa­rak dev­le­ti faz­la zor­la­ma­dan or­ta­nın so­lun­da bir çiz­gi iz­le­ye­ce­ği­nin işa­ret­le­ri­ni za­ten ver­miş­ti. Kur­du­ğu göl­ge ka­bi­ne de bu­nu açık bir şe­kil­de yan­sı­tı­yor. Oba­ma’dan bir Mal­colm X ya da Mar­tin Lut­her King uman­lar el­bet­te ya­nıl­dı­lar. An­cak bu Oba­ma’nın ül­ke­yi, ta­ma­men or­ta­da ka­lıp ABD’nin mer­ke­zi­ne do­kun­ma­dan yö­ne­te­ce­ği an­la­mı­na da gel­mi­yor. Zi­ra bir si­yah ola­rak Oba­ma’nın de­rin dev­le­tin aday­la­rı­nı yen­me­si bi­le za­ten ye­te­rin­ce güç­lü bir de­ği­şim ve Ame­ri­kan ha­le­ti ru­hi­ye­sin­de trav­ma­ya yol açan bir ge­liş­me.
Si­ya­si ka­ri­ye­ri­ne ilk ola­rak genç­li­ğin­de­ki öğ­ren­ci ey­lem­le­riy­le baş­la­yan Oba­ma, genç­lik dö­ne­min­de­ki ba­ğım­sız-ile­ri­ci sol ör­güt­len­me ça­lış­ma­la­rıy­la si­ya­si fa­ali­yet­le­ri­ni sür­dür­dü. Ve se­na­tör­lük dö­ne­min­de­ki prag­ma­tiz­miy­le ken­di­si­ni gös­ter­di. He­def ek­sen­li bir kıv­rak­lık­la açı­lım­ yap­mak­tan çe­kin­me­yen Oba­ma, son de­re­ce hız­lı öğ­re­ne­bi­len ve öğ­ren­dik­le­ri­ni hız­la pra­ti­ğe ge­çi­re­bi­len, as­la na­if ol­ma­yan bir isim. Ye­ni dö­nem­de şah­si çiz­gi­si hâ­lâ De­mok­rat Par­ti’nin sol ka­na­dın­da yer al­sa da si­ya­se­ti mer­kez sol bir çiz­gi­de sür­dü­re­cek. Güç­lü ki­şi­li­ği ve risk ala­bil­me ce­sa­re­tiy­le de yap­tık­la­rı­nı ka­bul et­ti­re­bi­le­cek.
 
Ye­ni Baş­kan’ın Gö­rev Lis­te­si Ka­ba­rık
Oba­ma’nın iç si­ya­set­te­ki ilk he­de­fi, Ro­nald Rea­gan ile baş­la­yıp Bill Clin­ton ile de­vam eden ve Ge­or­ge W. Bush dö­ne­min­de ağır­lı­ğı­nı ar­tı­ran ne­oli­be­ral he­ge­mon­ya­yı, da­ha li­be­ral ve sos­yal bir çer­çe­ve­ye oturt­mak ola­cak­tır. Ha­zi­ne ba­kan­lı­ğı­na, mev­cut fi­nan­sal kri­zin so­rum­lu­su olan ya­tı­rım ban­ka­sı kö­ken­li isim­ler ye­ri­ne, bü­rok­ra­si kö­ken­li da­ha mü­te­va­zı ve genç bir is­mi, Ti­mothy Ge­ith­ner’i ge­tir­me­si bu­nun ilk de­li­li. Ame­ri­kan Mer­kez Ban­ka­sı FED’in New York Şu­be­si Baş­ka­nı olan Ge­ith­ner, eko­no­mi­de re­gü­las­yo­nu, kur­tar­ma ope­ras­yon­la­rı­nı ve eko­no­mik is­tik­ra­rı öne çı­ka­ra­cak; 850 mil­yar do­lar­lık kur­tar­ma pa­ke­ti­nin da­ğı­tı­mı baş­ta ol­mak üze­re bir­çok ik­ti­sa­di me­se­le­de ta­bi­ri ca­iz­se sa­vun­ma ro­lü­nü oy­na­ya­cak­tır. Öte yan­dan Oba­ma’nın Ulu­sal Eko­no­mi Kon­se­yi’nin ba­şı­na, Clin­ton’ın es­ki ha­zi­ne ba­ka­nı olan Law­ran­ce Sum­mers gi­bi de­re­gü­las­yon yan­lı­sı bir ki­şiyi ge­tir­me­si ise, ye­ni ya­tı­rım alan­la­rı­nın oluş­tu­rul­ma­sı ve iş­siz­lik so­ru­nu­nun çö­zül­me­si için ne­oli­be­ra­liz­min aç­tı­ğı ala­nı de­ğer­len­di­re­ce­ği­ni, teş­vik­ler ve dü­şük ver­gi­ler­le iler­le­ye­ce­ği­ni gös­te­ri­yor.
Sağ­lık ko­nu­su da Oba­ma’nın önem ver­di­ği alan­lar ara­sın­da yer alı­yor. Sağ­lık ba­kan­lı­ğı­na, mev­cut sağ­lık po­li­ti­ka­sı üze­ri­ne bir ki­tap ya­zan ve bu alan­da lo­bi­ci­lik tec­rü­be­si­ne sa­hip olan kı­dem­li se­na­tör Tom Dasc­hle’ı ge­tir­me­si, Oba­ma’nın sağ­lık ko­nu­sun­da va­at­le­ri­nin ar­ka­sın­da du­ra­ca­ğı­nın, Bush dö­ne­min­de kri­ze gi­ren sos­yal ko­nu­la­rın gün­de­me alı­na­ca­ğı­nın işa­re­ti. Ari­zo­na Va­li­si Ja­net Na­po­li­ta­no’nun iç gü­ven­lik ba­kan­lı­ğı­na atan­ma­sı ise His­pa­nik­le­rin ar­tık bir iç gü­ven­lik so­ru­nu ola­rak de­ğil sos­yal bir so­run ola­rak ele alı­na­ca­ğı­nın, ABD-Mek­si­ka sı­nı­rı­na du­var örül­me­si ye­ri­ne asa­yi­şin nis­pe­ten ikin­ci plan­da ka­la­ca­ğının göstergesi.
Clin­ton dö­ne­mi­nin es­ki ada­let ba­ka­nı yar­dım­cı­sı olan, ıs­lah­ha­ne­ler ve ce­za­ev­le­ri­ne önem ve­ren Eric Hol­der’ın ada­let ba­kan­lı­ğı­na ge­ti­ril­me­si de, Gu­an­ta­na­mo’nun ka­pa­tıl­ma­sı ve eroz­yo­na uğ­ra­yan ada­let nos­yo­nu­nun hu­kuk dev­le­ti ve de­mok­ra­tik­leş­me le­hin­de ge­li­şe­ce­ği, ada­le­tin ce­za­dan çok ted­bi­re yö­ne­le­ce­ği an­la­mı­na ge­li­yor. Ay­nı şe­kil­de His­pa­nik kö­ken­li es­ki Ener­ji Ba­ka­nı Bill Ric­hard­son’ın ti­ca­ret ba­kan­lı­ğı­na atan­ma­sı da ABD’nin Mek­si­ka ile iliş­ki­le­rin­de da­ha dik­kat­li ve açık ola­ca­ğı­nı; Ve­ne­zü­el­la, Bre­zil­ya, Bo­liv­ya ve Ni­ka­ra­gu­a gi­bi La­tin Ame­ri­ka ül­ke­le­rin­de kay­bet­ti­ği iti­ba­rı­nı Ric­hard­son’ın yar­dı­mıy­la ti­ca­ret üze­rin­den ta­mi­re yö­ne­le­ce­ği­ni gös­te­ri­yor.
So­ru­nun bi­zi il­gi­len­di­ren kıs­mı ise dı­şiş­le­ri ve sa­vun­ma ba­kan­lık­la­rı ile ulu­sal gü­ven­lik da­nış­man­lı­ğı kol­tuk­la­rı­na otu­ra­cak isim­ler. Her üç ku­rum için gün­de­me ge­len ter­cih­ler Oba­ma’nın ar­tık bir ak­ti­vist ya da sı­ra­dan bir se­na­tör de­ğil, ABD gi­bi bir dev­let ay­gı­tı­nın baş­ka­nı ola­ca­ğı­nın işa­ret­le­ri­ni ve­ri­yor. Her üç is­min işa­ret et­ti­ği or­tak nok­ta­la­rın bi­ze ver­di­ği çer­çe­ve şöy­le özet­le­ne­bi­lir: Oba­ma dış po­li­ti­ka­da ulus­la­ra­ra­sı ku­rum­la­rın ağır­lı­ğı­nın art­ma­sı­nı sa­vu­nan, so­run­la­rın çö­zü­mün­de di­ya­log yo­lu­nu açan rea­list bir dip­lo­ma­tik çiz­gi iz­le­ye­cek. Dı­şiş­le­ri ba­kan­lı­ğı­na Hil­lary Clin­ton’ın ge­ti­ril­me­si, Oba­ma’nın ra­kip­le­rin­den kork­ma­yan, risk al­mak­tan çe­kin­me­yen, bü­yük isim­le­re söz ge­çi­re­bi­le­cek güç­lü bir baş­kan ol­ma­ya ça­lı­şa­ca­ğı­nı or­ta­ya ko­yu­yor. ABD ye­ni dö­nem­de da­ha uyum­lu an­cak ge­rek­ti­ğin­de as­ke­rî mü­da­ha­le se­çe­ne­ği­ni de ma­sa­dan kal­dır­ma­yan, sı­kı pa­zar­lık­çı bir dış si­ya­set iz­le­ye­cek gi­bi gö­rü­nü­yor.
Oba­ma’nın Pen­ta­gon için mev­cut ba­kan Ro­bert Ga­tes’in gö­rev­de kal­ma­sı­nı is­te­me­si de, ken­di çiz­gi­si­ni ka­bul et­ti­ği sü­re­ce si­ya­si bağ­lan­tı­yı ikin­ci pla­na at­tı­ğı­nı, gü­ven­lik so­ru­nu­nu cid­di­ye al­dı­ğı­nı, or­du ile uz­laş­ma­ya da­ya­lı bir çiz­gi iz­le­ye­ce­ği­ni gös­te­ri­yor. Ulu­sal gü­ven­lik da­nış­man­lı­ğı gö­re­vi­ne de Clin­ton dö­ne­mi­nin NA­TO Ko­mu­ta­nı Emek­li Ge­ne­ral Ja­mes Jo­nes’un atan­ma­sı, Oba­ma’nın bu ko­nu­da as­ke­ri ra­hat­lat­ma­ya ça­lış­tı­ğı­nın, dip­lo­ma­tik ye­te­nek­le­ri öne çı­kan as­ker­le­re alan aça­ca­ğı­nın ve as­la na­if ol­ma­ya­ca­ğı­nın gös­ter­ge­si. Ya­ni Oba­ma bir çi­çek ço­cuk da bir Bush da ol­ma­ya­cak. Tam iki­si­nin or­ta­sın­da prag­ma­tik ve rea­list, an­cak güç­lü bir baş­kan por­tre­si çi­ze­cek.
Oba­ma, fi­nan­sal kriz sa­ye­sin­de çok ta­raf­lı­lı­ğın ku­rum­sal te­mel­le­ri­ni Ame­ri­ka­lı şa­hin­le­re ka­bul et­tir­mek­te zor­lan­ma­ya­cak; ABD dü­şen pet­rol fi­yat­la­rı sayesinde İran, Rus­ya ve Ve­ne­zü­el­la ile da­ha ra­hat ve güç­lü bir pa­zar­lı­ğa gi­re­bi­le­cek. Şu an­da ya­şa­nan kriz, Oba­ma’yı baş­kan­lı­ğa ta­şı­dı­ğı gi­bi, baş­kan­lı­ğı­nın şek­li­ni be­lir­le­ye­cek alan­la­rı da aç­tı. An­cak prag­ma­tiz­mi ide­olo­jik du­ru­şa, tec­rü­be­yi dost­lu­ğa, pro­fes­yo­nel­li­ği ah­bap­lı­ğa ter­cih eden Oba­ma, dev­le­ti saf bir ah­lak­çı­lık ya da ev­ren­sel bir mo­ra­lizm­le de­ğil, akıl­cı bir prag­ma­tizm­le yö­ne­te­ce­ği­ni de açık et­ti. Bu ise dün­ya­da doğ­ru­dan şid­de­tin aza­lıp ye­ri­ne çok ta­raf­lı bir den­ge­nin ger­gin­li­ği­nin hâ­kim ol­ma­sı­na yol aça­bi­lir.

Paylaş Tavsiye Et