Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2010) > Türkiye Ekonomi > “Davos duruşu”nun ekonomi politiği
Türkiye Ekonomi
“Davos duruşu”nun ekonomi politiği
İbrahim Öztürk
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Davos’a kesinlikle sahte Nobelli Şimon Peres’e haddini bildirmek için gitti. Sadece bunun akışı orada doğaçlama bir şekilde gelişti o kadar. Yoksa “moderatör mazereti” işin tamamen “aldatmacasıdır!” Zamanı ve yeri gelmiş bir fikir ve sözden daha güçlü bir silah yoktur. Zulmü arş-ı âlâya dayanan İsrail’e karşı “Kral çıplak” demenin zamanı gelmiş de geçiyordu. Esas olan, Türkiye’yi bu sözü söyleyebilir ve tesir edebilir kıvama getirmektir. O ortamda (monşerler dışında) kim olsa benzer bir tepki gösterirdi, daha doğrusu göstermesi gerekirdi.
Kendi çapımda sembolik düzeyde benzer bir olayı ben de 2004 yılında Tokyo’da yaşamıştım. Ortadoğu ne zaman karışsa, “güvenlik saplantısı” histeriye dönüşen bu ülkede “ya petrolsüz kalırsak” tedirginliği depreşir, bu coğrafyaya yönelik bir ilgi patlaması yaşanır. 2003’ün sonlarında yine böyle bir tedirginlik anında Japon dışişleri bakanlığı uhdesinde “Ortadoğu ve petrolün geleceği” konulu bir konferans planlanıyordu. Konferansa petrol üreticisi Arap ülkelerinden temsilciler çağrılmış, Türkiye ise düşünülmemişti. Ancak Türkiye’nin hızla değişen imajı ve tarihî özgül ağırlığı nedeniyle temsil edilmeyişinin oluşturacağı boşluk fark edilmiş ve son anda biz de devreye sokulmuştuk. Ben o sıralarda misafir hoca olarak Tokyo Üniversitesi’nde bulunuyordum.
Konferansın dışarıya kapalı oturumunda söz alan Suudi Arabistan temsilcisi (Şura Meclisi’nden petrol zengini bir bakan) kelimenin tam anlamıyla “geyik muhabbeti” yaptı. Japonya’ya olan sevgisinden, eşinin de gelmek istediğinden, kızlarının Japon çizgi filmlerine bayıldığından vs. bahsediyordu. Laf bir türlü ABD’ye, İsrail’e, Irak’taki Amerikan zulmüne gelmiyordu. Oysa o sıralarda Bağdat bombalanıyordu. Benim yürek haritam alevler içindeydi. Bir de akşam yemeğinde katılımcılar Müslüman’dır diye içki servisi yapılmamıştı. Bu bakan “Ya ben iyi içerim” diye salonu şaşırtan bir çıkışla içki de istemişti.
O sırada tepem atmış ve bu kişiye bir “Erdoğan şamarı” vurmaya karar vermiştim. İkinci gün söz aldım ve şunları ifade ettim: “Bu kişinin konuşması Arapların neden Araplara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu açıkça göstermiştir. Araplar petrole sahip olmuş, ancak devlet sahibi olmanın onurunu tatmamıştırlar. Hâlâ kabileci mantığı sürdürüyorlar. Ümmete ait olan kaynaklar, zorba krallıklar karşılığı sömürgecilere peşkeş çekiliyor. Ortadoğu ancak Türkiye gibi onurlu duruşa sahip bir ülkenin yardımıyla istikrara kavuşabilir. Tarih de bunun şahididir. Bu yüzden bir süre daha Türkiye’nin devreye girmesi beklenmelidir.” Suudi Bakan, “Bu genç Türk beni çok tahrik etti, ancak cevap vermeyeceğim” demekle yetindi. Aradan geçen zaman ve o meşhur Davos gecesi sanırım beni haklı çıkardı.
Uzun vadede Davos duruşunun Türkiye’ye getireceği faydalar saymakla bitmez. Öncelikle Davos’un hemen ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretinin de gösterdiği üzere, “Arabistanlı Lawrence” ile başlayıp Arapların Osmanlı’dan kopmasına yol açan ve Cumhuriyet dönemindeki bazı yanlış tutum ve davranışlarımızla Arap dünyasında iyice perçinlenen Türkiye karşıtı “sömürgeci”, “Batıcı” algılama, Davos’ta bitmiştir. Türkiye bir asır sonra büyük bir güç olarak Ortadoğu’ya ve İslam dünyasına gerçekçi bir dönüş yapmıştır. Bu dönüş Batı bloğunun içindeki sağlam duruşunu devam ettirdiği ve esasen İsrail’i de dışlamayan bir nitelik taşıdığından son derece önemlidir. Uzun vadede iyi yönetilmesi durumunda bu gelişme Türkiye’nin çıkarlarına olduğu kadar dünya ve bölge barışına da hizmet edecektir.
İkinci olarak Türkiye “hacet kapıları”nı kendine aralarken “Monşerler bu ezber bozmaya ne der?” korkusu da kırılmıştır. Değişen zaman ve ihtiyaçlar yeni duruş ve ilkeleri de beraberinde getirir. Nitekim Türkiye’nin neocon George W. Bush’u hayal kırıklığına uğratan hamleleri nedeniyle Kral Abdullah tam 40 sene sonra ilk defa 2006’da ülkemizi ziyaret etmişti. Ardından 2007’de Gül’ün cumhurbaşkanlığını tebrik için bir kez daha ülkemize geldi. Bu, 2002’den beri bölgede izlediği politikaların Türkiye’ye kazandırdığı itibarı göstermektedir.
Üçüncü olarak İsrail yapıp ettiklerinde önceleri Türkiye’yi kale almazdı. AKP döneminde ise “Madem istekliler bari kullanayım” moduna girdi. “İstediğim zaman aracı rolü veririm, istediğim aşamada ise çıkartırım” diye düşünüyordu; çünkü Arap ülkelerine böyle davranmaya alışmıştı. İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Türkiye’de gelip saatlerce konuşmasının hemen ardından hiçbir şey olmamış gibi Gazze’ye saldırarak bu tavırlarını açık ettiler. Türkiye ise İsrail’e, “İstemesen de artık devredeyim, ayrıca konuştuklarına sadık ol yoksa yanına kâr kalmaz, kullanma psikolojisinden çık” mesajını çok keskin olarak vermiştir. Türkiye artık Ortadoğu’da “garnitür” değil, etkin bir “aktör”dür. Hem Hamas’ı istismar eden İran’a hem sultacı Arap liderlerine hem İsrail’e hem de şu sıralar Ortadoğu’ya dönmeye çalışan ABD’nin yeni başkanı Barack Obama ve Avrupa’ya karşı bunu ortaya koymuştur.
Ekonomiye dönmek gerekirse, Türkiye dev adımlarla büyük devlet olmaya doğru giderken Arapların kardeşliğine, enerji kaynaklarına ve sermayesine ihtiyacı vardır. Türkiye bir enerji geçiş güzergâhı, İstanbul da bir finans merkezi olacaktır. İki proje açısından da kritik değerde olan Araplarla konuşurken, sermaye talebinde bulunurken artık üçüncü kişileri devreden çıkartmak zamanı gelmiş, Londra piyasalarında aracılara haraç vererek Arap parasını kullanmak devri sona ermiştir. Türkiye’nin Avrupa’ya olan ihracatı teklerken, aylardan beri Ortadoğu’ya olan ihracat patlama şeklinde artmaktadır. Bu da normaldir; zira Türkiye, Arap ülkeleri ile rakip değil tamamlayıcı bir ekonomik yapıya sahip olduğundan, ülkeler arasında ticaretin mukayeseli getirileri tam bir kazan-kazan oyununa dayanmaktadır.
Türkiye Arap ülkelerine muazzam bir turizm zenginliği de sunmaktadır. Turizm ve tekstil, halen Türkiye’nin cari açığını düşüren iki emsalsiz sektördür. Süreç iyi idare edilirse, Arap turistler büyük oranda Türkiye’yi tercih edecektir. Keza Arap ülkeleri için en büyük tarımsal tedarikçi ülke gelecekte Türkiye olacaktır. Türkiye’nin dünya markası olan tek sektörü inşaattır. Bu alanda Türkiye yeniden Ortadoğu’ya büyük bir dönüş yapacak ve artık hiç olmazsa bu sektörde Amerikalıların bir fasoncusu olmaktan çıkıp doğrudan devasa projeleri alabilecektir.  

Paylaş Tavsiye Et