Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2010) > Asılıyorum > İnsan-ı kâmil
Asılıyorum
İnsan-ı kâmil
Ali Cengiz Tuğrul
Haykıra haykıra, bağıra çağıra ağlamak istiyorum.
Hançerem yettiğince ünlemek istiyorum.
Dağ başına çıkıp höykürmek, sokak aralarında sümkürmek istiyorum.
Kafamı taşlara taşlara vurmak, kalan başımı alıp çöllere düşmek istiyorum.
O çölde yalınayak başıkabak Tayfurvari dolaşmak, “Durdurun dünyayı inecek var” deyu Gencebayvari çığırmak istiyorum.
On galon Petrus yuvarlamak, kendimden geçmek, ummana dalmak, kafayı bulmak istiyorum.
Hıçkıra hıçkıra gözyaşı dökmek, en nihayetinde de kan tükürmek istiyorum.
Ama o kanlı tükürüğü, Hülya Koçyiğit gibi ipek mendilimin dantelli köşesine kimseler görmesin duyarlığında değil, o koç gibi üstadı bu hallere bırakanların alınlarının tam ortasına ortalık yerde yapıştırmayı istiyorum.
“Yine de bir şey yapabildim diyemem hatırana” diyeceğimi de biliyorum.
Ne yaptınız ne ettiniz, sonunda durdurdunuz dünyayı, indirdiniz dağ gibi adamı yerinden.
Ne istediniz bu toprakların görmüş göreceği en büyük genel yayın yönetmeninden.
Başınız göğe mi erdi?
Her tarafınıza kına mı yakacaksınız?
Zil takıp oynayacak mısınız?
Daha mı rahat uyuyacaksınız sıcak yataklarınızda?
Memleket şimdi eskisinden daha müreffeh mi olacak?
PKK dağdan mı inecek?
Emine Ayna baştan ayağa şeker mi kesilecek?
Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya görevine geri mi dönecek?
GSMH mi artacak?
Kızlar başörtüsü ile okula mı gidebilecek?
Gece yarısı muhtıra mı verilmeyecek?
Komşumuzu biz de vuralım diyen mi olmayacak?
“411 el kaosa kalktı” manşeti mi atılmayacak?
Jonglörlük meslek olmaktan mı çıkacak?
Millete karşı seferberlik iptal mi edilecek?
Amiral Gemisi pusulasını mı şaşıracak?
Hayır, binlerce kez hayır.
“Bir Özkök gider, bin Özkök gelir” diyebilmeyi çok isterdim.
Ama diyemem.
Haddimi aşamam.
 
KİM YAPABİLMİŞTİR?
Kim “Evet ben 28 Şubat sürecini destekledim ve hâlâ destekliyorum” cümlesini onun kadar net kurabilmiştir?
Kim Çağlayan ve Tandoğan mitinglerinden sonra “Sivil 28 Şubat başlamıştır” yargısına onun kadar çabuk varabilmiştir?
Kim 27 Nisan e-muhtırasının hemen ertesi “Gerektiğinde biz siviller de durumdan vazife çıkarabiliriz” işaret fişeğini çakabilmiştir?
Kim Danıştay saldırısı için “Abuk sabuk komplo teorilerine gerek yok, bu saldırı Türkiye’nin 11 Eylül’üdür” yaftalamasına cesaret edebilmiştir?
Kim hükümete “Bu ülkenin kozmetik dengelerini mutlaka çatının altına taşı” öğüdünü verip kendi çatısını bu öğütten muaf tutma cinliğini gösterebilmiştir?
Kim “İmam Hatip okullarının derhal kapatılması gerektiği”ni onun kadar yürekten savunabilmiştir?
Kim “Kuran kurslarının zararlarına her fırsatta değinen bir insan olmak”la o kadar çok övünebilmiştir?
Kim “Şarap kültürünün bu ülkeye yerleşmesi için en büyük çabayı sarf eden iki-üç kişi arasındayım” diye gururla göğsünü şişirebilmiştir?
Kim bin bir türlü entrikadan sonra başka hiçbir çare kalmayınca,
“Sayın Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olamaz mı?
Çok samimi ve çok açık düşüncem şudur.
Kesinlikle olabilir.
Bu görevi iyi yapamaz mı?
Samimi düşüncem, kesinlikle yapabilir.
Bu mevkii hak etmedi mi?
Vicdanım beni beklemeden cevap veriyor:
Kesinlikle hak etti.
Yine de içimden bir ses diyor ki, tanıdığım AbdullahBey, fazlasıyla hak ettiği bu koltuğu, kendi arzusu ile reddetmelidir.
Ülkesi kendisinden bu zarif jesti beklemektedir.
Hak edilmemiş koltuğa oturmak yüzsüzlüktür.
Bu hakkı reddetmek ise şövalyeliktir.
Ben, Sayın Gül’den işte bu şövalyeliği bekliyorum.
Emin olun bu taviz değil, tam aksine tavizsizliktir.
Yani demokrasi dediğimiz sistemin ruhundan tavizsizlik.
Tanıdığım Abdullah Gül’ün, derinden gelen bu sessiz dilekçeye en kalbi duygusuyla cevap vereceğine eminim.
Aksi bende düş kırıklığı yaratmasa da, çok şaşırtacaktır...” satırlarını kaleme alabilme terbiyesini gösterebilmiştir?
Kim daha dün şövalyelik teklif ettiği şahsın cumhurbaşkanı seçileceğini gördüğünde, “Bir yandan Meclis’teki oylamayı izliyor, bir yandan da vereceğimiz manşeti tartışıyoruz.
Manşet önerim şuydu:
‘İkinci Cumhuriyet’in birinci Cumhurbaşkanı’…” şakasını yapmayı akıl edebilmiştir?
Kim “Acaba, Başbakan’a rağmen, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na adaylıkta ısrar kararı nerede alındı?
Yoksa bilmediğimiz ‘Kayseri Şövalyeleri’ falan gibi gizli bir cemaat mi var?” sorusunu sorma cesaretini gösterebilmiştir?
Kim “Ben diyorum ki:
Çok tehlikeli ve riskli bir yola giriyoruz.
Elbette biz gazeteciyiz.
Elbette sandıktan çıkmıyoruz.
Elbette kanun yapma yetkisi sizin elinizde.
Hatta...
Elbette, ‘Siz isterseniz odunu bile seçtirirsiniz’…” edebini takınabilmiştir?
Kim anayasa taslağı çalışmaları sırasında “Despotizm çoğumuzu askerden çok korkutuyor.
Hepimiz hissediyoruz ki, askerinkinde hapis var, ama ötekinde cinayet...
Biri geliyor ve sonra kendi isteğiyle gidiyor.
Öteki gelirse bir daha gitmeyecek.
Demokrasiyi bekleyen asıl darbe tehlikesi artık budur...” diye darbe teşvikini açıktan yapabilmiştir?
Kim hem “Bu darbe sizi de götürür” başlığını atıp hem de “Utanmadan, benim darbe çağrısı yaptığımı yazıyorlar.
İnsanın bunu söylemesi için ya zeka özürlü olması gerekir.
Ya da çok kötü bir insan” ifadelerini ardı ardına sıralayabilmiştir?
 
SAMİMİYET
Benim bildiğim bunları yapabilecek tek ölümlü, saygıdeğer üstattır.
Onun için bin Özkök olmasına ihtimal yoktur.
Onun gibisi değil bugün, binyıl bile beklesek gelmez.
Ama bir Özkök gider, yerine bir Ali Cengiz gelir.
Nitekim gelmiştir.
Bütün “tanrı yazarlar” için olduğu gibi artık üstadın da ölümlüler katına inme zamanı geldi.
Matbuatta onun genel yayın yönetmenliğinden ayrılması ile doğacak bu kara deliği, ondan devraldığım yetilerle tutuşturduğum meşale ile aydınlatmaya çalışacağım.
Tam bu noktada, üstadın kendisine inanılmayacağını düşündüğünde sıklıkla söylediği kalıbı kullanmak istiyorum.
Ki bu kalıp bütün meslektaşlarımız için çok ufuk açıcı olmuştur.
Nereye koysan maymuncuk gibi uyan bu kalıp “Bütün samimiyetimle söylüyorum” kalıbıdır.
Sabun kalıbı gibidir.
Bütün kirleri, art niyetleri, ayak oyunlarını, jonglörlükleri, sahte kahramanlıkları köpürterek gideriverdiğine inanılır.
Tek mahzuru insanın parmaklarının arasından kolayca kayıp gidivermesidir.
O kadar kusur her kalıpta olur.
“Tek amacı ‘Babil Hürriyet Kulesi’ni, demokratik, laik ve hür Türkiye’nin aynası haline getirebilmek” olan bu müstesna, nevi şahsına münhasır insanın amacı, bu yayın organında benim de naçizane amacımdır.
Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum.
Oktay Ekşi’nin, “Ertuğrul Özkök’le çalışma şansını yakalayanlar, ‘demokrasi’yi, ‘hoşgörü’yü, ‘insan sevgisi’ni, ‘yaşam sevinci’ni, ‘çağdaş değerler’i nefsinde toplamış gerçek bir ‘insan-ı kâmil’i onda buldular” ifadesinde ete kemiğe bürünen samimi kanaatlerine bütün kalbimle iştirak ettiğimi belirtmeme bilmem gerek var mı?
Bu sayıdan itibaren Anlayış dergisinde bayrağı kendisinden devraldığım Şevket Muamma Toksöz’e yeni çalışma hayatında başarılar dilerim.
Kendisi bir şövalyelik yapıp ele geçirdiği makamı şunca zamandır boşaltmadı.
Ş. M. Toksöz’e hiçbir borcumun bulunmadığını, kendisinden zerre kadar hazzetmediğimi söylememin dürüst, şeffaf meslek etiğimin bir gereği olduğunu belirtir; sağlık, mutluluk ve afiyet dolu bir yıl geçirmenizi dilerim.

Paylaş Tavsiye Et