Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2009) > Kitap
Kitap
Kitap

İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası

John J. Mearsheimer, Stephen M. Walt

İstanbul: Küre Yayınları, 2009

Reel politik, günümüz dünyasında uluslararası ilişkileri belirleyen en temel yönelim olarak varlığını sürdürüyor. Ülkelerin, uluslararası meselelere, moral alana ilişkin referanslarla değil, kendi çıkarları ekseninde yaklaşmalarının önünü açan bu yaklaşımın, modern dünyadaki en önemli temsilcisi ise Amerika Birleşik Devletleri. Ne var ki, diğer ülkelerle girdiği ilişkilerde daima stratejik çıkarlarını gözeten ve değer eksenli dış politikadan uzak duran ABD’nin, İsrail ile ilişkiler söz konusu olduğunda tamamen farklı bir çerçeve içinden politikalarını yönlendirdiğini görmek mümkün.

İsrail’i neredeyse kayıtsız şartsız biçimde destekleyen ABD’nin bu desteğinin, Amerika’nın üstün çıkarları doğrultusunda olduğunu savunan tezler mevcut. Örneğin İsrail’in, ABD için stratejik bir değer ve “teröre karşı savaş”ta kaçınılmaz bir ortak olduğu görüşü bunlar arasında en sık dile getirilenleri. Ancak, İsrail ile girilen yakın ilişkilerin, ABD’nin terörle mücadele stratejilerini güçlendirmekten ziyade zayıflattığı, Ortadoğu’da Amerikan karşıtlığını körüklediği ve ABD’nin müttefikleri ile ilişkilerini zorlaştırdığı göz önüne alındığında, bu iddiaların reel politika açısından pek de anlamlı olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu noktada ortaya çıkan temel soru, söz konusu bu şartsız desteğin gerekçesinin ne olduğu sorusu oluyor. Geçtiğimiz günlerde Küre Yayınları tarafından yayımlanarak, Türk okuyucusu ile buluşan İsrail Lobisi adlı kitap, bu soruya verilen yetkin cevapları bünyesinde barındırıyor. İki önemli Amerikalı akademisyen olan John J. Mearsheimer ile Stephen M. Walt tarafından kaleme alınan ve ilk kez yayımlandığı tarihten bu yana ciddi tartışmalara konu olan çalışma, söz konusu desteğin en önemli gerekçesi olarak İsrail lobisine işaret ediyor. Amerikan demokrasi geleneği içerisinde önemli bir yeri olan lobilere ve özel olarak İsrail lobisine ışık tutan çalışma, İsrail lobisinin Amerikan dış politikası üzerindeki etkisinin sanılanın çok üzerinde olduğunu işaret ederken, Ortadoğu’daki aktüel gelişmeleri daha ayrıntılı bir biçimde okuyabilmek için değerli bir katkı sağlıyor. / Fatmanur Altun

 

İşgalin 6. Yılında Irak

Gökhan Çetinsaya, Taha Özhan

Ankara: SETA Yayınları, 2009

“Bush, Irak’ın misafiri değil. Bizde misafir, 3. günden sonra misafir olmaktan çıkar. Bush 6 yıldır Irak’ta. Misafir değil, işgalcidir.”

Bu sözler eski ABD Başkanı George W. Bush’a, Irak ziyareti sırasında ayakkabı fırlattığı için tutuklanan Iraklı gazeteci Muntazar el-Zeydi’ye ait. Gerçekten de, Amerikan yönetiminin Mart 2003’te Irak’a yönelik giriştiği harekât, başlangıçta dünya kamuoyuna kısa süreli bir operasyon gibi sunulmuştu. Söz konusu propagandaya göre; Amerika, Saddam Hüseyin’i kısa sürede iktidardan indirecek, Amerika’yı ve tüm dünyayı tehdit eden kitle imha silahlarını etkisiz hale getirecek ve Irak’a demokrasi getirip, haftalar içerisinde bölgeden çekilecekti.

Oysa Amerika’nın, Irak’ı işgalinin üzerinden 6 yıl geçti. Üstüne üstlük, yaşanan gelişmelerin hiç biri Amerika’nın öngördüğü şekilde gerçekleşmedi. Irak halkının Amerikan askerlerine yönelik hoşnutsuzluğu had safhaya ulaşırken, Irak’ın, Amerika için yeni bir Vietnam olduğu ve Amerika’nın bu kez Irak’ta batağa saplandığını düşünenlerin sayısı giderek arttı.

Amerika’nın ve işgale destek veren diğer ülkelerin öngörülerinin yetersiz kaldığı bu ortamda, geçtiğimiz 6 yılın muhasebesini yapan ve işgal sonrası Irak’ın siyasi, sosyal ve iktisadi yapısını değerlendiren nesnel çalışmaların önemi daha da arttı. SETA Yayınları’ndan çıkan İşgalin 6. yılında Irak, yukarıda zikredilen türden bir çalışma. Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya ve Taha Özhan’ın imzasını taşıyan çalışma, bir taraftan istikrarsızlık ve çatışmalar içerisinde varlığını sürdürmeye çalışan Irak’ın, işgal altında geçen son 6 yılına ışık tutarken, diğer taraftan yaşananların bölge ülkeleri ve özellikle de Türkiye açısından etkilerini değerlendiriyor. / Fatmanur Altun

 

Âşık Paşazade Tarihi

Derviş Ahmet Aşıki

İstanbul: Mostar Yayınları, 2008

Osmanlı tarihçiliği alanında kuruluş tartışmalarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Osmanlı devletinin bir beylikten, büyük bir imparatorluğa dönüşmesinde, henüz kuruluş yıllarında atılan tohumların ve bir uç beyliği olarak Osmanoğlu beyliğinin sahip olduğu motivasyonların son derece önemli olduğu, tarihçilerin kabul ettiği bir gerçektir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yıllarına ışık tutan eserlerin de çok değerli birer kaynak olduğunu kabul etmek gerekir.

Mostar Yayınları tarafından sadeleştirilerek, okuyucunun dikkatine sunulan Âşık Paşazade Tarihi adlı eser de imparatorluğun kuruluş yıllarını konu alan önemli bir çalışma. 15. yüzyılda kaleme alınan ve imparatorluğun kuruluşundan, 15. yüzyıla kadarki gelişmeleri anlatan klasik eser, akıcı ve ayrıntılarda boğulmayan üslubu ile tarihçiler kadar, sıradan okuyucunun da ilgisini çekecek nitelikte. / Fatmanur Altun

 

Bilim Devrimi ve Modern Bilimin Kökenleri

John Henry

Türkçesi: Selim Değirmenci

İstanbul: Küre Yayınları, 2009

Dünya sistemi üzerinde Batılı devletlerin ve Batılı zihin yapısının hâkim olmaya başladığı ve kimi kaynaklarda “Batı’nın yükselişi” olarak adlandırılan dönem, pek çok tarihçi tarafından devrimsel bir süreç olarak görülür. Batı’nın kendi içerisinde yaşadığı ve sonraki yıllarda Batı dışı coğrafyaya da ithal edeceği bu zihniyet dönüşümünün bir parçasını oluşturan ve bilimsel alanın dönüşümüne işaret eden “bilim devrimi” de söz konusu değişimin önemli bir parçasıdır.

Geçtiğimiz günlerde Küre Yayınları tarafından yayınlanan Bilim Devrimi ve Modern Bilimin Kökenleri adlı çalışma, Batı tarihinin bu önemli aşaması hakkında ufuk açıcı bilgiler içeren değerli bir çalışma. / Fatmanur Altun

 

İmkânsız Öyküler

Rasim Özdenören

İstanbul:İz Yayıncılık, 2009

 

Bazen öyle oluyor: neresinden tutacağını bilemiyorsun. Çünkü tutulacak hiçbir kulpu yok. Kristal, üstelik yüzeyi yağlanmış bir küreyi avuçlarının arasında tutmak gibi bir şey bu: kayıyor, yuvarlanıyor… (Göğe Doğru Uzanmak’tan)

 

Yazarlık -özellikle hikâye, oyun, roman gibi kurmaca türlerin özelinde söylemek gerekirse- bir bakıma tanrısal bir nitelik olan yaratma eyleminin taklididir. Gündelik gerçeklikleri değiştirmeye ya da tersine çevirmeye güç yetiremeyen insanın yaratmaya çalıştığı gerçek dışı bir evrendir yazın evreni. Kendi kurduğunuz bu evrende “ol!” dedikleriniz olur, “öl!” dedikleriniz ölür. Bu kudretin yegâne ön koşulu kâğıt, kalem ve yazar muhayyilesi. Modern dönemde yazarlar kahramanlarıyla birer kukla gibi oynamaktan vazgeçip olayların gözlemcisi gibi davranmaya başlamış olsalar bile, bu yönelim yaratma kudretinin yazar için önemli bir motivasyon olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden yazmak imkânsızın peşinden koşmaktır.

Rasim Özdenören’in İz Yayınları’nca yayınlanan yeni kitabı İmkânsız Öyküler, yüze yakın kısa hikâyeden müteşekkil bir kitap. 1967’den bu yana hikâye, deneme, roman gibi farklı türden onlarca eser veren yazarın otuz ikinci kitabı. Karmaşık olay örgülerinden, zaman-mekân bağlayıcılığından uzak bir anlatımla, kahramanlarının içsel maceralarına eğilen Özdenören, bu öyküleriyle, reel dünyadan gerçek dışı bir evrene doğru açılan, kimi zaman masallardaki gibi aynalı-ışıltılı, kimi zaman alacakaranlık kuşaklarındaki gibi karanlık ve sırlarla dolu bir uzaya kapı aralıyor. / Ayşenur Gönen

 

 

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi

Ayfer Tunç

İstanbul: Can Yayınları, 2009

Ayfer Tunç’un hikâyelerine aşina olanlar, hele de “Mikail’in Kalbi Durdu” başlıklı hikâyesini okuyanlar, yazarın karakter yaratma ve onları iç içe geçen hikâyeciklerle ince ince kurgulama becerisini bilirler. Çoğunlukla ana karakterin ağzından, derinlemesine (ve “kadın duyarlılığı”na kapılmadan) resmedilen bu kişiler, (örneğin Yusuf Atılgan’ınkiler gibi) dar bir çevrenin uyumsuz, sancılı bireyleri değildir. Ancak hikâye ilerledikçe (kendileri farkına varsın varmasın) sıradan yaşantılarının sıra dışı tarafları, hezeyanları gün yüzüne çıkar. Sonuçta, kahraman ister (Atılgan’ınkiler gibi) acısını en baştan bilinçle kuşanan ayrıksı biri, ister parasını sevgilisine yedirip iki günün biri arızalanan steyşın Anadol’uyla seyyar züccaciyeciliğe düşmüş Mikail olsun, acı acıdır ve “ateş düştüğü yeri yakar”.

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, Karadeniz’in bir şehrinde, denize sırtını dönmüş bir akıl hastanesinde geçiyor; ancak kendilerinin bile varlıklarından haberdar olmadığı arızalarıyla içeridekilerden çok dışarıdakileri “zoom”luyor.

İyi niyetle inşa edilse bile, binanın (zihni çarpıklığa işaret eder şekilde köhnemişliği bir yana) denize açılan tek bir penceresinin olmaması bir “akıl tutulması” değil de nedir? Kim deli, kim akıllı?

Akıl Oyunları’nın Nash(R. Crowe)’i, evlenip çoluk çocuğa karışsa da şizofreni belasından kurtulamamıştı. (Tersinden okursak) hayatı “normal” seyrinde yaşayan (yaşıyor gözüken) dışarıdakiler de her an çuvallamaktan yakalarını sıyırabilmiş değil: “Ne ötesindeyiz çıldırmanın ne berisinde!”

Tunç, romanı -alıştığımızın tersine- ben anlatıcı yerine tanrı yazarın gözüyle aktarmış (ki irili ufaklı yüzü aşkın karakter için başka türlüsü hayli zor gözüküyor) ve bu defa lambayı içeriden dışarıya değil, dışarıdan içeriye tutmuş. İbre yer yer diğer yana kaysa da, yüz küsur yıllık bir zamana yayılmış hadiseleri, elle tutulur gözle görülür karakterlerin kişisel seyirlerine karınca kararınca yedirebilmiş.

Ancak hikâyelerine ayrı bir lezzet katan yan hikâyecikler ve neredeyse her biriyle ilgili bir kazı çalışması yaptığı karakter bolluğu, 465 sayfalık romana yayılıp ardı ardınca sıralandıkça (akışa rağmen) olay matruşkalıktan çıkarak, okurun esas hikâyeye varmak için hayli mesafe kat edeceği bir puzzle’a dönüşmüş. / Nermin Tenekeci

 

BELGESEL SİNEMA 2007-2008

Belgesel Sinema Eserleri Meslek Birliği

1997 yılında sivil bir platform olarak kurulan ve dört yıldır meslek birliği statüsünde faaliyetlerine devam eden Belgesel Sinema Eserleri Meslek Birliği (BSB)’nin senelik periyotla yayınladığı Belgesel Sinema dergisinin 2008 yılını kapsayan son sayısı çıktı.

Daha çok “Binbir Belgesel” isimli film festivaliyle tanıdığımız BSB, ülke genelinde gerçekleştirilen gösterimlerle etkinliklerini yıl boyunca sürdürüyor. Belgeselin sinemasal boyutunun yanında, kitlelerin unutma ve tüketme eğilimine karşı unutulmaya yüz tutan toplumsal ve bireysel duyarlılıkların altını çizme işlevinin önemine vurgu yapan BSB, Türkiye’de belgesel sinemanın itici gücü durumunda. Uluslararası etkinliklere de Türkiye adına katılan BSB’nin, belgesel sinemanın kuramsal altyapısını oluşturmak ve bu konudaki çalışmaları desteklemek, uygulama ile teori arasındaki bağı güçlendirmek amacıyla yayınladığı “Belgesel Sinema”, ülkenin bu alandaki ilk ve tek dergisi.

Birçoğu Türkiye’den olmak üzere çok sayıda belgeselci ve kuramcının 1998-2003 yılları arası uluslararası sempozyumlarda sundukları makalelerin derlenmesi ile oluşan iki yüz altmış sekiz sayfalık Belgesel Sinema 2007sayısı oldukça zengin bir içeriğe sahip. Uzun zaman önce yayınlanması planlanan fakat kimi aksilikler sebebiyle bugüne değin yayınlanmamış bildirilerden birkaçının başlıkları ve yazarları şu şekilde: Tarih Belgeselcilerin Kurgularından Oluşacak, Ersin Pertan; Şamanlar, Şövalyeler ve Belgeselciler, Hasan Özgen; Belgeselsiz Bellek Olur mu?, Mahmut Tali Öngören; Belgesel Sinemacı Misyoner midir?, Bülent Vardar; Küresel Akla Karşı Yerel Sinema Dilleri, Uğur Kutay.

Bu bildirilerden başka “Kameralı Adam” filmiyle bilinen ve belgesel sinemada kurguyu bir anlatım biçimi olarak gündeme getiren Rus sinemacı Dziga Vertov’un sinema-göz kuramının masaya yatırıldığı dosya yazıları tatmin edici içerikte ve birbirini tamamlar nitelikte. Bu yazılardan birisi yönetmenin manifestosunun çevirisi: “Sinema-göz”cülerin Devrimi. Diğer yazı sahipleri ise Nazmi Ulutak, Sali Saliji ve Uğur Kutay.

Belgesel Sinema 2008 önceki sayıdan farklı olarak dergi için kaleme alınmış kırk kadar yazıdan oluşuyor. Dosya konusu olarak da “Süha Arın Sineması” seçilmiş. Dosya yazılarının büyük kısmı Süha Arın’ın öğrencileri tarafından kaleme alınmış. Bu yazılar arasında Reha Arın’ın abisi hakkında yazdığı otobiyografik bir yazı da yer alıyor. Bu sayıda mercek altına alınan sorunlardan birisi de belgesel sinemada müzik kullanımı. Derginin diğer yazıları belli meseleler odaklanarak kaleme alınmamış. Belgesel sinema denince akla gelebilecek her türlü ilintinin farklı isimlerce ve farklı başlıklar altında incelendiği 2008 sayısı iki yüz seksen yedi sayfa. / Ayşenur Gönen


Tavsiye Et