Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2006) > Dosya > Çok ortaklı gurbetçi holdingler: Nereden nereye?
Dosya
Çok ortaklı gurbetçi holdingler: Nereden nereye?
Haşmet Duyar

“İSLAMİ holding” şeklinde anılagelen şirketlerle ilgili tartışmalar tam bir kavram kargaşası içerisinde sürdürülüyor. Tartışmanın tarafları kavramlar ve tanımlar üzerinde uzlaşamadıklarından, hatta bu yönde niyet ya da gayret sahibi olmadıklarından mugalâtanın zirvelerinde dolaşmaktadırlar. Kimileri yaptıkları yanlış işleri ve sahtekârlığa varan eylemlerini örtbas etmeye, kimileri mahiyetini hâlâ tam anlayamadıkları ancak paralarını akılsızca kaptırdıkları bu holdingleri kıyasıya itham edip kurtuluş mucizesi temin etmeye, kimileri bu işi çözümsüz mecralara sürükleyerek meşhur ‘irtica’ gündemine katkı yapmaya, kimileri mevcut hükümete bir fatura çıkarıp bundan hasar görmesini temine ve kimileri de reyting yapmaya çalışıyor. Bu kargaşayı dindirmenin yolu evvela doğru soruları sorup olayı iyi kavramaktan geçer.

Holding Olayının Tarafları
Konunun aktörleri arasında; çoğu hayatta hiçbir ticari tecrübeye sahip olmayan, pazarda bir sandık limon dahi satmamış holdingciler, para toplamada hiçbir yasal yetkisi ve sorumluluğu bulunmayan ve gurbetçilerin müdavim oldukları lokallerde temayüz etmiş temsilciler, para veren gurbetçiler, Türk mevzuatına göre konuya müdahil olmakla yükümlü olan resmî yetkililer, işin mahiyeti hakkında her türlü istihbari bilgiye sahip olduğunu varsaydığımız ve olayı görmezlikten gelip hareketsiz duran Avrupalı ve Türk siyasetçiler, batık şirketlerini kurtarmak ya da müstahak olmadıkları bir gücü kullanmak isteyen müflis ve/veya hırslı işadamları ve bu işlerden nemalanan profesyonel yönetici, işçi, medya mensubu ve sair diğer unsurlar sayılabilir.

Holdingler ve Yasal Mevzuatlar
Küçük paraları kaçak göçek çalıştırabilirsiniz, ancak milyarlarca dolara ve birkaç yüz şirkete yaygın bir yapıyı mevzuatın etrafını dolanarak sevk ve idare edemezsiniz. Holdingler yatırımcılarını bilgilendirmemişler, sadece retorikle beslemişler, bilgi ve niyet asimetrisi ile onları aldatmışlardır. Var olan mevzuatı, sözüm ona mazlumların, mütedeyyin insanların güç ve zenginlik sahibi olmalarının önündeki bir engel olarak kabul etmişler ve Enron, Parmalat ve Arthur Andersen hadiselerindeki asırlık tecrübelere rağmen hâlâ küçük, büyük yatırımcıyı korumada kifayetsiz kalan düzenlemelere büyük ölçüde uymamışlardır.
 
Sürecin Aktörleri Türdeş mi?
Esasında gurbetçiler arasında Türkiye’de mütedeyyin insanların iktisadi güç sahibi olmasını arzulayan ve verdiği paranın dönmeyebileceğini hissetse de buna rağmen para veren küçük bir azınlık illa ki vardır. Alman bankalarından %3-5 faizle para çekip %20-40’lar mertebesinde kâr alıp aradan sıyrılmayı düşünen uyanık ve açgözlüler de mevcuttur. Ancak, parasını kaptıran gurbetçilerin çoğunluğu, tam da Sermaye Piyasası Mevzuatı’nda tarif edilen iş, işletme, yatırım, kâr, zarar, vergi, temettü, genel kurul, yönetim, denetim, bilanço, menkul kıymet değerlemesi ve benzeri bir sürü kavram ve konulara vukufiyeti ve hâkimiyeti olmayan, doğal olarak bilgisiz ve de bilinçsiz ancak bir miktar birikimini değerlendirmek isteyen küçük yatırımcılardan oluşmuştur. Holdingciler de kendi aralarında kimlik ve karakter açısından yeknesaklıktan uzak bir görüntü çizmişlerdir. Bunlar arasında, kendi batık işine yasal zemindeki para ve sermaye piyasalarından borç ya da öz kaynak bulamayan fiilen müflis işadamları vardı. Öte yandan, Sülün Osman’a rahmet okutacak jet hızıyla hareket eden ve Hollywood’a taş çıkartacak sahne setleri kurarak göz bağlayan doğrudan dolandırıcılar da vardı. Holdingci kategorisinde en çok para toplamaya muvaffak olanlarda hâkim özellik şöyledir: Buradaki kişiler genellikle; para, yatırım, iş ve işletme yönetiminde doğru dürüst hiçbir müktesebatı bulunmayan, işe başlamadan önce öngörmedikleri şartlara teslim olarak sürekli daha fazla sayıda insanı onların haberi ve onayı olmadan riske sokan, yol yakınken yaptığı fahiş hatayı itiraf edip hasarı sınırlı tutmak varken hep yeni hayallere önce kendisini inandıran, sonra da milleti peşinden pervasızca, vicdansızca ve nihayet ahlaksızca sürükleyen insanlardan oluşmaktaydı.

Gurbetçi ve Holdingci Kavilleşmesi
Bir başka nokta ise gurbetçi ile holdingcinin para alışverişinde nasıl bir kavilleşme yaptıklarıdır. Holdingciler, sattıkları menkul kıymetlerin (önce para makbuzu, bilahare hisse senedi) kurdukları şirkette parayı vereni pay sahibi yaptığını, bu sermaye ile sanayi ve hizmet sektöründe tesis ve işletmeler kuracaklarını beyan ettiler. Ayrıca, belli miktar hisse senedi alan ve ortak olan gurbetçilerin işaret ettiği yakınlarına istihdam sözü verdiler (nasıl olsa birileri çalışacaktı). Buraya kadar pek sorun yok. Ancak, en vahim vaatleri ise ortakların belirli bir ihbar süresi vermeleri kaydıyla ortaklıktan çıkabilecekleri ve çıkarken birikmiş kârlarını da alabilecekleri idi. Holdingciler her sene sonunda geleceklerini ve dönem kârlarını isteyen/istemeyen herkese nakden dağıtacaklarını beyan ettiler. Para toplanan herhangi bir Avrupa beldesinde belirli bir Anadolu şehir ya da kasabasından insanlar çoğunlukta ise, toplanan paralarla kurulacak tesisin yerine ilişkin sözler de verildi. Gerçekleşecek kâra ilişkin bir taahhütte bulunulmasının imkansızlığından dem vurulmasına rağmen, bu kârın yüksek olacağına dair kuvvetli ve ikna edici beklentileri izhar ettiler.

Paralar Kârıyla Geri Alınabiliyor muydu?
Önceleri ortak olmak isteyenlerin sayıca çok olması sayesinde hissesini devretmek isteyenlerin çıkış talepleri neredeyse anında karşılandı. Bu işlem holdinglere olan para akışına daha bir ivme kazandırdı; çünkü holdingler adeta banka gibi, özel finans kurumu gibi işliyor görüntüsü yaratılarak insanların yüksek kârla yaptıkları yatırımın aynı zamanda neredeyse nakit para gibi likit olduğu intibaı verildi. Ayda 100 milyon mark toplanıyor, çıkan ortakların hisseleri de 2-3 milyon mark mertebesine ulaşıyor ise hiç sorun olmazdı zaten. Hatta çıkış kolaylığı bir efsane gibi yayılarak kararsızlar hisse senedi almaya ikna edildi. Daha sonraları ise para girişi yavaşladığında ve hisse alan ile hisse devreden ortak adayları ve ortakların sayıları dengesini kaybedince bir vahim hata daha işlendi. Bu vahim hata, toplanan ve holding kasasına yani bilanço aktifine girmiş nakit ile hissesini devretmek isteyenlerin hisselerinin devir alınarak ödeme yapılması idi. Bu işlem birisinin benim cebimdeki parayla bana ait bir varlığı mesela saatimi benden satın alması anlamına geliyordu, yani açıkça Sülün Osman usulü ikna yollu hırsızlıktı. Şirketler, ancak mevzuat müsaade ediyorsa, kendi hisseleri menkul kıymet borsalarında halka arz edilmiş ve alınıp satılıyorsa, çıkarılmış sermayelerinin en fazla %10’una (mevzuatta belirtilir) kadar kendi hisse senetlerini spekülatif ataklara karşı hisse değerini korumak amacıyla kasadaki paralarıyla alıp satabilirler ve kendi hisselerini ancak ve ancak muvakkaten yani geçici olarak ellerinde bulundurabilirler. Holdingler yukarıdaki şablonun hiçbirine uymuyorlardı; böylece yaptıkları iş esas itibarıyla en hafifinden emanete sadakatsizlikti. Bilahare işin boyutu büyüdüğü vakit başka holdingler kurup, onlara yeni para toplayıp, bu holdinglerin paralarıyla ortaklıktan çıkmak isteyen ilk kurdukları holding ortaklarının devrettikleri hisseleri alarak bu sorunun çevresini bir süre daha dolaştılar. Daha sonra Resmi Yetkililer bu işin de önünü tıkayınca ortaklar çıkış yapamaz oldular. Ana holding hissedarı olan tali holdingler sayesinde, genel kurullarda holding yönetimi seçiminde de problem yaşanmıyordu. Tabii ki, hep palyatif tedbirlere başvurulduğu için, bu iş duvara toslayana kadar sürekli yeni bir Ali-Cengiz oyunu bulmak gerekiyordu.

Devir İşlemlerindeki Hisse Fiyatları
Normal olarak çok ortaklı şirketlerde hisse fiyatı menkul kıymet piyasalarında belirlenir. Fiyatı belirleyen unsurlar arasında spekülatif  hususlar olmasına rağmen, şirketin mali performansı, şirketin çalıştığı sektöre ilişkin perspektif, rekabetçi konum, ülkenin kriz ya da büyüme modunda olması, yatırımcıların borsaya giriş çıkışları ve benzeri bir dolu faktör rol oynar. Holdingler ise yönetimlerinin tamamen keyfî, gayri ilmî, gayri yasal ve spekülatif yaklaşımlarıyla kendi hisse değerlerini belirleyip kâr dağıtma dönemlerinde ilan ettiler. Kâr, bir şirketin varlıklarında değer artışı yaşanan cari dönemin hemen akabinde isteyen ortağa dağıtılabilecek bir şey değildir. Hâl böyle iken holdingcilerin yaptığı, aslında yapıyor göründüğü iş bu idi. Holdingciler bu vahameti yapmak zorundaydılar çünkü yeni para toplanması her dönemin sonunda tanımı belirsiz ama somut bir kâr açılmasına ve isteyenin bu kârı alıp çıkabilmesine dayanıyordu. Dağıtılabilecek kâr, bir takvim yılında esas faaliyetlerden elde edilen satış hasılatından tüm maliyetleri düştükten sonra kalan fondan kıdem tazminatı ve benzeri tüm yasal karşılıkların ayrılması ve kurumlar vergisinin ödenmesi ile bulunan miktardır. Bu miktar da brüt olup, dağıtılacak temettüden yasal gelir vergisi stopajları (vergi tevkifatı) yapılmak durumundadır. Hisse devirlerinde belirlenen fiyat holding yönetimlerinin holding varlıklarına ilişkin keyfî değer tespitlerine dayanmakta olup, ne hikmetse taze parayı celbedecek oranları doğuran hayalî değer artışlarına dayanmakta idi. Bu işlem gerçek anlamda faaliyet kârı ile ancak uzaktan ve dolaylı olarak ilintili olabilirdi. Paranın Avrupa parası olarak toplanması, TL olarak Türkiye’de kasaya girmesi, enflasyonun getirdiği karmaşa gibi bir ton meseleye ise hiç girmiyoruz.

Bu Holdingler Nasıl Yönetiliyor, Nasıl İşletiliyordu?
Tekil ya da azınlık örnekleri bir kenara bırakırsak genelde kazanmadıkları yıllar sonra ortaya çıktı. Bu ortaya çıkış, hisse devirlerinde aracılık yapamamaları, ortaklarına gerçek anlamda kâr payı yani temettü dağıtamamaları bir tarafa, varlıklarını tedricen tüketmelerinden anlaşıldı. Bu holdingler kredi kullanmadığına göre (isteseler de bankalar vermez), piyasaya borç takamadığına göre (kimse bunlara açık hesap mal vermez) ve bir noktadan sonra yeni sermaye (taze para) toplayamadıklarına göre cari dönemlerde yaptıkları faaliyet zararlarının finansmanını, varlıklarını muhtemelen değeri altında belki de yok pahasına elden çıkararak sağladılar. 1994 Çiller krizine nakitle girip büyük paralar kazandıklarını iddia etseler de böylesi arızi durumlar dışında yanlış yatırımlar, ehil olmayan idareciler, yerindeliği su götüren satın almalar, vahim işletmecilik hataları ve hiçbir tecrübesi olmayan holding yönetimlerinin onlarca şirket, tesis ve işletmeye müzahir olamamaları, olsalar dahi kendilerinin haddi zatında yeteneksiz ve yetersiz olmaları tüm bu işletmeleri zarardan zarara koşturdu. Batık şirket iktisapları ise başlı başına bir kan kaybını oluşturdu. Seneler geçtikçe, zarar devam ettikçe inşa edilen binalar, alınan arsalar, makine teçhizatları vs. kaybolup gitti. Bu hengâmede çalan, savuran ve tırtıklayanın haddi hesabı olmadı. Dolayısı ile dönem kârı diye bir şey söz konusu olmadığı gibi “sermaye kazancı” diyebileceğimiz menkul hisse senedi değer artışı da varlıkların ve geleceğe ilişkin umutların erimesiyle dayanaksız kaldı.

Ne Oldu Bu Toplanan Paralar?
Evet, ne yazık ki paralar önemli oranda kayboldu. Toplanan paranın ne kadarının karşılığı kaldığını tespit etmek mevcut haliyle çok zor. Holdingler tasfiyeye sokulurlarsa yıllar süren işlemler sonucunda ancak belirlenebilir. Bu opsiyon tercih edilmezse -ki en son seçenek olmalıdır-, mevcut yönetimler işlerden el çektirilerek önce kayyumların atanması, durum tespiti ve bunun genel kurullarda ortaklarla paylaşılması sonrasında, ortakların takdir edeceği yönetimlerin seçilmesi ve holdinglerin sürdürülmesi ile devam edilmelidir. Bu arada gerçek durumu ortaya çıkartıp bu şirketlerin hisselerinin İMKB’de halka arz edilmesi sağlanmalı, hiç olmazsa sermayenin buharlaşmamış kısmı üzerinde ortaklar hak iddia edebilmeli. Bu sayede, isteyen geçmiş günahlarının bedeli olarak yatırdıkları paranın mühim bir bölümünü kaybetmiş olsalar da, kalan paralarına hisse senetlerinin alıcısı olduğu takdirde kavuşabilmeli. Bu süreç 2-3 yıldan daha az sürmez. Siyasiler TMSF olayında olduğu gibi bu sürece engel olabilecek mevzuatı tadil etmeli ve resmî yetkililer de ideolojik saplantılarından sıyrılıp bu cenazenin kaldırılmasında icbar edici rollerini oynamalıdırlar.

Gurbetçiler Suçsuz mu?
Gurbetçiler daha evvel 70’li yıllarda çok ortaklı şirketlere DESİYAB çerçevesinde para verdiler, işin içerisinde belli kurumsallık olmasına rağmen bu paralar ortak oldukları şirket yöneticilerinin basiret, kabiliyet ve iyi niyet noksanlığı yüzünden uçup gitti. Daha sonra Türkiye’ye döneriz diye tüm birikimlerini 80’li yıllarda derme çatma inşaat yapan uyanık Türk müteahhitlerine kaptırdılar. Tüm bu tecrübelere rağmen 90’lı yıllarda da Holdingciler gurbetçileri kandırdılar. Burada, yüksek kâr beklentisi ile açgözlülük (tamahkarlık) yapmaları, basit bir şüpheciliğe bile sapmamaları, bir sürü parayı verirken bırakın ücreti mukabili müşavirlik hizmeti almayı, aklı başında birilerine dahi danışmamaları, “mesafe küçük, ödül büyük” darbı meselindeki fare kadar dahi basiretli davranmamaları, hayal satın almaya aşırı meyilli olmaları onların kabahatleri arasında sayılabilir.

AKP İktidarının Kusuru Var mı?
Bugüne kadar bu işe ilişkin TMSF olayında olduğu gibi daha net bir tavır takınılabilir ve gerekli yasal çerçeve oluşturulabilirdi. Bu yapıldığı taktirde, dertleri sadece mütedeyyin insanları taciz etmek olan çevrelerin ekmeğine yağ sürülmüş olmazdı. Onların geçici ve kaybolmaya mahkum magazinel kazanımları dışında, haksızlık ve adaletin tecelli etmemesinden ıstırap duyan geniş kitlelerin sempatisi kesinlikle kazanılırdı. Bu müdahalenin arkasında müdahaleyi yapanların kimlikleri itibarıyla ideolojik saplantı aramak da kabil olmazdı. Bu işin zamanlaması belki iktidara gelir gelmez değil ama ikinci yıldan itibaren ayarlanabilirdi. Ama geç mi kalındı denirse cevap hayır olacaktır. Çünkü, 2001 Ecevit krizi ve İhlas Finans’ın batışı gibi olayların üzerinden geçen sürenin akabinde holding varlıklarını hızla eritme süreci 2003 itibarıyla yavaşlamış hatta durağan hale gelmişti. Irak krizi akabindeki siyasi ve iktisadi istikrar ortamında, ekonominin büyüdüğü, yabancı sermayenin Türkiye’ye para akıttığı bir dönemde bu holdingler biraz daha toparlanabilir, hasar tamiri mümkün olabilirdi. Hatta arazi, bina ve tesislerin bir kısmı çok iyi bedellerle satılıp şirket varlıkları likit hale getirilip yaşama şansı olmayanların tasfiyesine gidilebilirdi. Ama hükümet bu işe bir el atsa, tüm gurbetçiler paralarını son kuruşuna kadar geri almadıkça tatmin olmayacaklarından, başını büyük  bir badireye sokmuş olacaktı. Sözün özü çok talihsiz bir durum. Özetle mevcut iktidarın bu işte bir kusuru yok, olan ihmalinin ise çok geçerli mazeretleri var.

Holdingcilik Hâlâ Bir Model Olarak Savunulabilir mi?

Nazari olarak neden olmasın. Pratik olarak mümkün değil. Zaten Avrupa’da celbedilecek ne para kaldı ne de itimat. Sanırım Gurbetçiler üç kere sokuldukları delik yüzünden paraları da olsa, değil delik artık düz duvara dahi el uzatmazlar. Bu işi iyi niyet ve tam ehliyetle de yapmaya kalkan biri olsa bu işin içerisinden çıkamaz. Şöyle ki, en az sermayeyi veren ortak başta olmak üzere şirket yönetimlerinin her yaptığına tenkit gelir. Çok üyeli kooperatif genel kurullarına katılanlar ne dediğimi iyi anlarlar.


Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Haşmet Duyar