Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2006) > Toplum > Çoğun azlığı
Toplum
Çoğun azlığı
Kemal Sayar
MUT­LU­LUK, bir sü­re­dir psi­ko­lo­ji bi­li­mi­nin il­gi­si­ni çe­ken bir kav­ram. Ya­pı­lan araş­tır­ma­lar, ki­şi ba­şı­na dü­şen mil­lî ge­li­rin yok­sul­luk sı­nı­rın­dan or­ta hal­li ya­şam dü­ze­yi­ne yük­sel­me­siy­le bir­lik­te, zen­gin­li­ğin mut­lu­luk üze­rin­de­ki et­ki­si­nin azal­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor. Do­la­yı­sıy­la, Ja­pon­ya Po­lon­ya’dan on kat da­ha zen­gin ol­ma­sı­na rağ­men, Po­lon­ya’da da en az Ja­pon­ya’da­ki ka­dar mut­lu in­san bu­lu­nu­yor. Bu du­ru­mu, ay­nı ulu­sun za­man için­de­ki zen­gin­leş­me­si­ni dik­ka­te al­dı­ğı­mız­da da gö­rü­yo­ruz: Ame­ri­ka’da zen­gin­lik 40 yıl için­de 5 kat da­ha art­mış ol­ma­sı­na rağ­men, bu­nun in­san­la­rın mut­lu­lu­ğu üze­rin­de an­lam­lı bir et­ki­si ol­ma­dı­ğı gö­rü­lü­yor.
Pe­ki pa­ra de­ğil­se, mut­lu­lu­ğu sağ­la­yan şey ne? Mut­lu­lu­ğu sağ­la­yan en önem­li et­ken; ya­kın sos­yal iliş­ki­ler. Öz­nel iyi­lik his­si­ni, di­ğer in­san­la­ra duy­du­ğu­muz bağ­lı­lık­tan da­ha çok dev­şi­ri­yo­ruz. “Mut­lu ol­mak”la top­lum­sal bağ­lı­lık, bağ­la­na­bil­me, dost­luk ku­ra­bil­me ara­sın­da bir iliş­ki var. Bir baş­ka de­yiş­le “kalp­ten kal­be bir yol var­dır” ve iş­te o yol, in­san­la­rı ‘mut­lu’ eder.
Son yıl­lar­da ya­pı­lan ba­zı sos­yal psi­ko­lo­ji ça­lış­ma­la­rın­da, mad­dî re­fah­ta­ki ar­tı­şın öz­nel iyi­lik his­si­ni be­ra­be­rin­de ge­tir­me­di­ği vur­gu­la­nı­yor. Hat­ta tam ter­si­ne, gü­nü­müz­de mut­lu­luk ve esen­lik­te kay­da de­ğer bir azal­ma­nın ya­şan­dı­ğı id­di­a edi­li­yor. Ya­şan­tı­mı­za da­ir pek çok se­çim ile kar­şı kar­şı­ya­yız; bu he­pi­miz için aşı­rı bir yük. Ay­rı­ca ha­zır bir kim­li­ği be­nim­se­mek ye­ri­ne, mo­dern dün­ya­da ar­tık ken­di­mi­ze ye­ni bir kim­lik ya­rat­mak ve­ya keş­fet­mek du­ru­mun­da­yız.
Ar­tan re­fah ve öz­gür­lü­ğe kar­şın, gü­nü­müz­de bir be­del ola­rak, sos­yal iliş­ki­le­ri­mi­zin ni­ce­li­ğin­de ve ni­te­li­ğin­de bir azal­ma ya­şı­yo­ruz. Da­ha çok ka­za­nıp, da­ha çok har­cı­yor; fa­kat di­ğer in­san­lar­la da­ha az za­man ge­çi­ri­yor; git­tik­çe yal­nız­la­şı­yo­ruz. Ya­kın iliş­ki­le­rin oluş­ma­sı za­man ve emek is­ter. Oy­sa za­man, mut­lak bi­çim­de sı­nır­lı bir kay­nak­tır. Tek­no­lo­ji za­man ka­zan­dı­ran icat­lar ya­pa­dur­sun, za­man ile il­gi­li sı­nır­lı­lık­la­rı­mız gi­de­rek ar­tı­yor. Mo­dern uy­gar­lık, “eş­ya­dan ya­na zen­gin, za­man­dan ya­na yok­sul” bi­rey­ler üre­ti­yor.
An­lam­lı sos­yal iliş­ki­ler kur­mak ve sür­dür­mek, ar­zu et­me­sek bi­le, bu iliş­ki­ler ta­ra­fın­dan sı­nır­lan­ma­yı ka­bul­len­me­mi­zi ge­rek­ti­rir. İn­san­la­ra bağ­lan­dı­ğı­mız­da se­çe­nek­le­ri­miz sı­nır­la­nır. Ca­nı­mız her is­te­di­ğin­de çe­kip gi­de­me­yiz; he­sap ver­me­miz ge­re­ken bir mer­ci ve so­rum­lu­luk his­set­ti­ği­miz in­san­lar var­dır. Eko­no­mik pa­zar­da ki­şi­ler tat­min ol­ma­dık­la­rın­da, terk et­me­yi, bı­ra­kıp git­me­yi ter­cih eder­ler: Eğer bir lo­kan­ta­nın hiz­me­tin­den mem­nun kal­maz­sak, bir da­ha or­a­ya git­me­yiz ve so­run bi­ter. Gü­nü­müz­de bu “kul­lan-at” kül­tü­rü in­san iliş­ki­le­ri­ne de si­ra­yet et­miş ol­mak­la bir­lik­te, sev­dik­le­ri­mi­zi, dost­la­rı­mı­zı, so­run çık­tı­ğın­da, öy­le bir lo­kan­ta­yı terk eder gi­bi ko­lay­lık­la terk ede­me­yiz; tam ter­si­ne sı­kın­tı­la­rı­mı­zı dil­len­dir­mek, so­run­la­rı çöz­mek için ça­ba­la­mak ge­re­kir. Ça­ba­la­rı­mız so­nuç­suz kal­sa da, de­ne­me­ye de­vam ede­riz. Terk et­me ve bı­ra­kıp git­me, en son baş­vu­ru­la­cak çö­züm­ler­dir.
Ha­ya­tın her ala­nın­da git­tik­çe da­ha çok se­çim fır­sa­tı­na sa­hip ol­mak, as­lın­da fark et­ti­ği­miz­den da­ha çok kay­gı ya­ra­tı­yor. Seç­mek zo­run­da kal­mak ba­zen ira­de­le­ri felç edi­yor; bol­luk, seç­me­ye har­ca­nan me­sa­iy­le ya­kın in­san iliş­ki­le­rin­den ça­lı­yor. Böy­le­ce öz­gür­lü­ğün kö­le­li­ği­ne ya­ka­lan­mış olu­yo­ruz. Ara­la­rın­da se­çim ya­pa­bi­le­ce­ği­miz o ka­dar çok şey var ki, in­san ol­ma­ya ayır­dı­ğı­mız za­man aza­lı­yor. Seç­me şan­sı çok, ama mut­lu­luk az.
Bil­ge ro­man­cı Sol­je­nit­sin, “ele ge­çi­re­rek de­ğil, ele ge­çir­me­yi red­de­de­rek” in­san­lı­ğa ula­şa­bi­le­ce­ği­mi­zi söy­lü­yor­du. Hep da­ha faz­la­sı­na ulaş­mak için ça­ba­la­mak ye­ri­ne, sa­hip ol­ma ya­rı­şın­dan çe­ki­le­rek, pay­la­şa­rak, ve­re­rek... Türk­çe Ge­o’nun ikin­ci sa­yı­sın­da­ki, “vaz­geç­me­yi bi­len­ler” baş­lık­lı dos­ya­da yer alan söy­le­şi­sin­de do­lar mil­yo­ne­ri Zell Kra­vinsky, “ev­siz­ler var­ken, kim­se­nin iki eve sa­hip ol­ma­sı­na ge­rek yok” di­yor­du. “İn­san­la­rı sev­mek ge­nel­lik­le ai­le­de baş­lar, der­ler. Ama ben­ce ge­nel­lik­le ai­le­de de bi­ti­yor.” İn­san­la­rın yal­nız­ca ken­di­le­ri­ni, ai­le ve ya­kın çev­re­le­ri­ni dü­şün­dü­ğü bir dün­ya­da, var­lı­ğı­nın önem­li bir kıs­mı­nı yok­sul­la­ra ve tıb­bî araş­tır­ma­la­ra ba­ğış­la­yan kah­ra­ma­nı­mız, bu­nun­la ye­tin­me­miş, bir de böb­rek­le­rin­den bi­ri­si­ni her­ke­sin şaş­kın ba­kış­la­rı al­tın­da si­ya­hî bir has­ta­ya ver­miş­ti.
Dün­ya­yı bir ce­hen­ne­me çe­vi­ren kü­re­sel ta­mah­kâr­lı­ğa rağ­men kâi­nat, kar­şı­lık­lı mü­ca­de­le ka­dar kar­şı­lık­lı yar­dım­laş­ma­ya da ta­nık­lık eder. Bi­ri­mi­zin mut­lu­lu­ğu­nun he­pi­mi­zin mut­lu­lu­ğu­na bağ­lı ol­du­ğu yo­lun­da­ki ah­la­kî duy­gu ile in­san olu­ruz. Ho­pi Kı­zıl­de­ri­li­le­rin­de ço­cuk­la­ra en yü­ce de­ğe­rin “iyi bir Ho­pi yü­re­ği”ne sa­hip ol­mak ol­du­ğu öğ­re­ti­lir­miş. Bu etos, di­ğer­le­ri­ne gü­ven­me­yi ve say­gı duy­ma­yı, her­ke­sin hak ve iyi­li­ği­ni gö­zet­me­yi em­re­der. Tıp­kı bi­zim ge­le­nek­sel kül­tü­rü­müz­de ol­du­ğu gi­bi, iç hu­zu­run; ver­mek, pay­laş­mak ve dün­ya­nın “mah­rem ma­ce­ra”sın­da yol­daş­lık et­mek­te bu­lun­du­ğu­nu ön­gö­rür.
Mo­dern dün­ya­da dik­ka­te al­ma­mız ge­re­ken se­çe­nek­ler art­mış­tır ve red­det­ti­ği­miz se­çe­nek­ler, tüm al­be­ni­le­riy­le bi­ze uzak­tan göz kırp­ma­ya de­vam et­mek­te­dir. Ak­lı­mız on­lar­da kal­dı­ğı için, seç­miş ol­du­ğu­muz şey­den sağ­la­dı­ğı­mız do­yum azal­mak­ta­dır. Seç­me­di­ği­miz al­ter­na­tif­le­ri ve on­la­rın muh­te­mel ge­ti­ri­le­ri­ni zih­ni­miz­den ata­ma­dı­ğı­mız için, seç­ti­ği­miz şey­le il­gi­li ya­şa­ya­ca­ğı­mız do­yum, seç­me­dik­le­ri­mi­zin öz­le­miy­le ha­yal kı­rık­lı­ğı­na yol açar.
Pek çok se­çe­ne­ğe sa­hip ol­ma­nın bi­zi te­dir­gin et­me­si­nin bir ne­de­ni de, ter­cih­le­ri­mi­zin ar­tık ta­ma­mıy­la bi­zim so­rum­lu­lu­ğu­muz­da ol­ma­sı­dır. Ba­şa­rı­lar da ba­şa­rı­sız­lık­lar da ar­tık im­kân­lar­la de­ğil, bi­zim se­çim ve ka­rar­la­rı­mız­la iliş­ki­li­dir. Do­la­yı­sıy­la muh­te­mel ba­şa­rı­sız­lık­la­rın tek so­rum­lu­su biz olu­ruz.
Ver­di­ği­miz ka­rar­la­rın bi­zi ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­rat­ma­sı­nın bir di­ğer ne­de­ni ise, adap­tas­yon de­di­ği­miz sü­reç­tir. Haz duy­du­ğu­muz şey­le­re alı­şı­rız ve on­lar böy­le­lik­le bi­rer haz kay­na­ğı ol­mak­tan çı­kar. Adap­tas­yon yü­zün­den, olum­lu de­ne­yim­ler­den al­dı­ğı­mız haz, sü­rek­li de­ğil­dir. Da­ha da kö­tü­sü in­san­lar sık­lık­la bu ger­çe­ğin far­kı­na var­maz, ya­ni enin­de so­nun­da adap­tas­yon sü­re­ci­nin iş­le­ye­ce­ği­ni um­maz­lar. Haz­zın ve zev­kin za­man­la azal­dı­ğı­nı gör­mek sık­lık­la bek­le­me­di­ği­miz ve hoş­nut ol­ma­dı­ğı­mız bir sür­priz ola­rak kar­şı­mı­za çı­kar.
Mo­dern ha­yat­ta de­ne­yim­le­ri­miz­den al­dı­ğı­mız tat­mi­nin azal­ma­sı­nın ne­den­le­rin­den bi­ri de ken­di ya­şan­tı­la­rı­mı­zı kı­yas­la­ya­ca­ğı­mız şey­le­rin bol­lu­ğu­dur. Ve se­çe­nek­ler­de­ki çok­luk bu tat­min­siz­li­ğe kat­kı­da bu­lun­mak­ta­dır. Mad­dî ve sos­yal şart­la­rı­mız ge­liş­tik­çe ken­di­mi­zi kı­yas­la­dı­ğı­mız stan­dart­lar da de­ğiş­mek­te­dir. Haz duy­gu­su­nun re­fe­rans nok­ta­sı art­tık­ça, bek­len­ti­le­ri­miz ve ha­yal­le­ri­mi­zin çı­ta­sı da yük­se­lir. Se­çe­nek­le­rin art­ma­sı ka­çı­nıl­maz bi­çim­de bek­len­ti­le­rin de art­ma­sı­na ne­den ol­mak­ta­dır.
Mo­dern dün­ya­da is­ten­me­yen, ha­yal kı­rık­lı­ğı ya­ra­tan her se­çim, hat­ta umul­du­ğu ka­dar haz ver­me­yen her olum­lu ya­şan­tı bi­le, ki­şi­nin ken­di ken­di­si­ni suç­la­ma­sı­na yol aç­mak­ta­dır. Ki­şi, ter­cih et­me­di­ği im­kân­lar ve ka­çır­dı­ğı fır­sat­lar yü­zün­den piş­man­lık duy­mak­ta, re­fah ve bol­lu­ğun or­ta­sın­da mut­suz ve tat­min­siz kal­mak­ta­dır. Mo­dern dün­ya­da kli­nik dep­res­yo­nun bu ka­dar yay­gın­laş­ma­sı­nın önem­li ne­den­le­rin­den bi­ri­si de bu­dur.
Ha­ya­tı sa­de­leş­tir­mek ge­re­ki­yor; ba­sit ya­şa­yan in­san­lar, ka­na­at ede­bi­len­ler, ele ge­çir­me­yi red­de­den­ler, ken­di­le­ri­ni sı­nır­lan­dı­ra­bi­len­ler bir adım ön­de yü­rü­yor. On­lar, na­di­de sa­rı la­le­ler gi­bi, ışıl­tı­la­rıy­la dün­ya­yı gü­zel­leş­ti­ri­yor.

Paylaş Tavsiye Et