Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2006) > Memleket Hali > Sıkıntılı Mayıs, “ıvır zıvır” gerilim
Memleket Hali
Sıkıntılı Mayıs, “ıvır zıvır” gerilim
Yücel Bulut
I. Süleyman Demirel: Bir Koltuk, Bir Fötr Şapka ve Bol Demagoji…
SÜLEYMAN Demirel, Cumhuriyet dönemi siyaset tarihimizin en renkli simalarından birisi şüphesiz. Çok partili hayatımızın merkezî figürlerinden birisi olarak her dönem bir şekilde kendisinden söz ettirmeyi becerdi. Onu en iyi tanımlayan söz herhalde, kendisine ait “dün dündür, bugün bugündür” sözüdür. Siyasal hayatımıza Morrison Süleyman olarak girdi. Sonra Nurlu Süleyman oldu. Ardından “post-modern darbeci” kimliğiyle karşımıza çıktı. Bugünlerde de “post post-modern darbeci” kimliğiyle arz-ı endam etme uğraşı içinde.
“Nurlu Süleyman” iken, “Başörtüsünün laiklikle bir alakası yok. Kıyafet o. Kıyafete bakarak kafanın içini çıkarmak... Şimdi bakın, düşüncesinden dolayı ‘sen böyle düşünüyorsun’ diye adamı cezalandırmanın manası yok. Hür ve demokrat bir Türkiye istemiyor muyuz? ‘Herkes istediği gibi düşünsün’ dedikten sonra adamın giyimine niye mani oluyoruz?” diyen Demirel, bugün “Türbanlılar Arabistan’a gitsin” diyebiliyor. Yine “Nurlu” dönemlerinde “Şu laikliği tarif etmek lazım. Anayasanın hiçbir yerinde tarif edilmiyor” diyen Demirel, bugün aynı şeyleri söyleyen Bülent Arınç’a “Laikliği tartışalım… Neyini tartışacaksın? Peki, gel tartışalım. Nesini yorumlayacaksın? Bu ülke Müslümanlığın en rahat yaşandığı ülkedir… Neyi beğenmiyorsa, gelsin tartışalım” diyerek meydan okuyor.
Süleyman Demirel, ikinci kez Cumhurbaşkanlığı yapmak istediğini ve bu göreve hazır olduğunu göstermek için mi bu sözleri sarf etti bilinmez; ama eşi türbanlı bir cumhurbaşkanını ve o cumhurbaşkanını seçecek Meclis’i, bu ülkede çok zor günlerin beklediğini bildirmiş olmakla zaten kendisine düşen rejim hizmetini yerine getirmiş oldu.
Tartışılması gereken asıl mesele, Demirel’in sözleri değil aslında. Yaşantısıyla söylediklerinin her birinin koltuk uğruna söylenilmiş içi boş sloganlar olduğunu ispatlayan birinin sözlerini merkeze alıp tartışmak bizi bir yere götürmez. Böyle bir şey, Başbakan’ın yaptığı gibi, Demirel’in en fazla istediği şeyi, yani muhatap alınmayı ve arzuladığı konuşma fırsatını ona vermiş olmak anlamına gelir.
Demirel’in TV programları, ödüller, açılışlar gibi her fırsatta yapmış olduğu konuşmalar; aslında, siyasal hayatımızda yaşanan çürümenin boyutlarının her geçen gün daha da arttığını göstermesi açısından önemlidir. Bu çürüme de, yalnızca vitrine çıkan siyasal aktörlerde görülmüyor. Daha vahimi, asıl çürümenin bu aktörlere teveccüh eden kesimlerde yaşanmasıdır.
Süleyman Demirel, sahici bir insan için hiçbir anlam ifade etmeyen “dün dündür, bugün bugündür” diyebilmeyi başaran birisidir. Bu açıdan bakıldığında, aslında çizgisi hiçbir zaman değişmemiş bir siyasetçidir. Böyle bir kişiye, “dün böyle söylüyordunuz, bugün nasıl böyle yaparsınız” demek kadar abes bir söz olamaz herhalde. Çünkü cevabı belli: Dün dündür (yani, iktidar için dün öyle konuşmam gerekiyordu), bugün bugündür (yani, bugün iktidar için böyle davranmam gerekiyor). Tek farklılık, muhatapların farklılaşmasıdır. Dün, iktidar olmak için sandıktaki oya ihtiyaç duyuyordu; bugün ise, elitlerin teveccühüne ihtiyacı var. O nedenle, dün ona ve onun gibilere teveccüh gösteren kitlelerin kendilerini sorgulamaları, ne istedikleri ve bunu nasıl elde etmek istedikleri konusunda netleşmeleri gerekiyor. Dün arkasında olanlar belki bugün karşısındadırlar; fakat Demirel bugün kendisine yeni destekçiler bulmuş görünüyor. Dün kendisini gericilikle suçlayan Kemalist sol çevrelerin bugün AK Parti’ye karşı muhalefetin birleştirici ismi olarak ona umut bağlamaları “dün dündür, bugün bugündür” sözünün kitleler için de geçerli olabildiğini gösteriyor. Ne diyelim? Hayrını görsünler!
 
II. Sezer, Selçuk ve Baykal: “Mazeretimiz Var, Gerginiz!”
Ahmet Necdet Sezer ve -Hasan Cemal’in ‘“gerçek bir takiyye ustası”olarak nitelediği- İlhan Selçuk arasındaki görüşme haberleri, Cumhuriyet gazetesine yapılan garip bombalama eylemleriyle neredeyse eş zamanlı olarak yayımlandı. Cumhurbaşkanının “hizmetlerini övgüye değer” bulduğu Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan imzasız yazıda 2007’ye doğru Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir sınav yaşayacağından ve gerilimden geçeceğinden söz ediliyor ve “Başbakan ile Meclis Başkanı, takiyyeyi bir yana bırakarak geleceğe dönük programlarını ilan etmişlerdir… Bu yolda yürürlerse, Sayın Cumhurbaşkanı ister istemez anayasal görevinin gereğini yerine getirmek zorunda kalacaktır” deniliyordu. İlhan Selçuk, bir yazar arkadaşı aracılığıyla, Sezer’in “özellikle ‘laik cumhuriyet ve Atatürk ilkelerini zaafa uğratabilecek’ bir ismin cumhurbaşkanı seçilmemesi için, Anayasa’dan kaynaklanan bütün yetkilerini kullanma kararlılığı içerisinde bulunduğunu” kamuoyu ile paylaşma nezaketi gösterdi.
İçerisinde meclisi feshetmek ve ülkeyi seçime götürmek gibi seçenekleri de barındırdığı ifade edilen bu anayasal yetkileri kullanma tehdidine -elbette ‘ben de varım’ anlamındaki- ilk cevap, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan geldi. Baykal, meclis grup toplantısında Cumhurbaşkanı’nda ve kamuoyunda oluşan havaya paralel konuşuyordu: “Anayasa’ya ve özüne inanmayan, köklü bir şekilde tersine çevirmeyi isteyen bir siyasî zihniyetin cumhurbaşkanlığına gelmesi halinde o ülkede, hukuk, barış, kardeşlik, istikrar ne olur? Bu Anayasa’ya inanmayanların cumhurbaşkanı olmaya hakkı yok. Ne oldu 80 yıllık birikim? Türkiye’nin tarihsel kurumları ne oldu? Teslim mi olacağız sana… AKP niyetini deşifre etmiştir. Türkiye’nin sessiz olması beklenemez. Görevimiz neyi gerektirirse onu yapacağız. Şimdi anlatma aşamasındayız, tehlikeyi ve tehdidi anlatıyoruz. Topluma bunu kabul ettirebileceklerini zannedenlere anlatıyoruz. ‘Sakın ha, elini yakar, uzatma’ diyoruz. Topluma da, ‘Sakın fırsat verme’ diyoruz. Bunu önlemek için kritik bir noktaya geldiğimiz aşamada, üzerimize ne görev düşerse, hiç kimse kuşku duymasın, yaparız. Hepimiz bu devlet, bu millet, Türkiye, Cumhuriyet, demokrasi için varız.”
Baykal’ın konuşmasında dikkat çeken kısım, “üzerimize ne görev düşerse, hiç kimse kuşku duymasın, yaparız” ifadeleridir. Bu ifadeleri, kamuoyuna sunulduğu şekilde “sine-i millete dönmek” olarak almak, Baykal’ın ve CHP’nin siyasî geçmişini dikkate aldığımızda safdillik olur. Meselenin bu kadar basit olmadığı da, gelişen süreçteki tavırlarıyla iyice açığa çıktı.
Gerekçesi ne olursa olsun, belden aşağı vurmalarla, şantaj ve tehditlerle, illegal organizasyonlarla mevcut hükümeti belli kararlar almaya zorlamak karşısında muhalefet partisinin tavrı, demokrasiyi ve sivil iradeyi savunmak olmalıydı. Problemlere bu zeminde çözüm bulma arayışı içerisinde olmalıydı. Yanılmayı çok isterdik; ancak Baykal ve CHP, tatmayı çok istediğimiz bu duygudan bizi yine mahrum bıraktı.
 
III. Danıştay’a Saldırı: Saldırganı Bırak, Saldırtana Bak!
17 Mayıs’ta Danıştay 2. Dairesi üyelerine yönelik olarak gerçekleştirilen saldırı, bir anlamda, sürdürülmekte olan “Cumhurbaşkanlığına laikliği tehlikeye sokabilecek birisinin gelmesini engelleme hedefli” gerilim siyasetinin üzerine tüy dikmiş oldu. Saldırının hemen ardından, saldırının türban için gerçekleştirildiği haberleri servis yapılmaya başlandı. Eş zamanlı olarak, başka birileri de, saldırganın kimliğinin, kamuoyunda yaygınlaştırılmaya çalışıldığı gibi olmadığı haberlerini servis yaptı.
Olayların gelişiminden, gerilimin 19 Mayıs törenlerine kadar tırmandırılacağı ve bu törenler vesilesiyle de, gerekli mesajların şiddetli ve yoğun bir biçimde verileceğinin hesaplandığı anlaşılıyor. Ancak hesaplanmayan gelişmeler oldu. Saldırgan yakalandı ve hem Danıştay saldırısı, hem de Cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayları fail-i meçhul olmaktan çıktı. Saldırganın yakalanmasını takip eden günlerde, ucu Susurluk’a kadar giden devlet içindeki illegal örgütlenmelerin varlığı bir kez daha gündeme geldi. Zira saldırganın izi sürüldü, Susurluk ve Sauna çeteleriyle ilişkili -elbette yalnızca bizim açımızdan- gizli bir hücreye daha ulaşıldı. Bu gelişmeler, 17 Mayıs’taki eylemle hedeflenenden bütünüyle farklı bir ortam oluşturdu. Fakat bu gerilimi yaratanlar, bir anlamda suçüstü yapılmalarına karşın, olanca pişkinlikleriyle ezberlerini hiç bozmadılar ve tüm etkisini yitirmiş olmasına karşın laik soslu mesajlarını vermeye devam ettiler.
Gerilimin amaçladığı şeyi dillendirenler de, hükümetin iyiliğini ister tarzda tavsiyelerde bulunan, 28 Şubat’ın Andıç mağduru gazeteciler oldu. Birand, Çandar ve Barlas gibi gazeteciler; hükümetin erken seçime karar vermesi ya da cumhurbaşkanlığı konusunda karşı tarafla uzlaşması tavsiyelerinde bulundular. Hükümet, seçimlerin normal periyodunda yapılacağını ilan etti. Cumhurbaşkanı Sezer ise, vakıf üniversitelerininkiler hariç, rektörleri kabul ederek, onlardan “toplumdan kopuk olmamalarını, kampüslerin içine kapanmamalarını” istedi.
Mayıs ayında yaşananlar, 28 Şubat sürecinde yaşanan psikolojik savaşın küçük çaplı bir benzerinin sahneye konulduğunu gösteriyor; benzer aktörler ve benzer yöntemlerle... O nedenle, bu yaşananlar her şeyden önce 28 Şubat sürecini çözemeyenler için, sürecin nasıl gerçekleştiğini anlamak açısından bir imkândır. Fakat bu gelişmeler birçok meselenin hâlâ halledilmediğini, halletmenin de çok zor olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Mayıs ayında tırmandırılan gerilim sonucunda; daha bu ay içinde Dinç Bilgin’in Andıç Belgesi hakkındaki ifadeleriyle tartışılan medyanın, her şeye rağmen -Andıç mağdurları dâhil- kendisine biçilen rolü oynamaya pek hevesli olduğu, bürokratik kurumların, yapmaları gereken işleri bir kenara bırakıp siyasal iktidarla hesaplaşma misyonuyla donanmış ideolojik birer kurum olduklarını zannettikleri, siyasal partilerin ve temsilcilerinin demokrasinin, sivilliğin, özgürlüğün yanından bile geçmedikleri, devlet içerisindeki illegal yapıların varlıklarını hâlâ sürdürmekte oldukları ve devlet içerisindeki kanatların her fırsatta çatışmaya devam ettikleri bir kez daha açığa çıkmış oldu.
Hükümetin seçimlerin zamanında yapılacağı şeklindeki beyanı, cumhurbaşkanını bu meclisin seçeceği anlamına da geliyor. Cumhurbaşkanı Sezer’in rektörleri kabulü esnasındaki konuşmaları, gerilimin de devam edeceğine işaret ediyor. Bu gerilimin nasıl devam edeceği ya da nasıl sonlanacağını hep beraber bekleyip göreceğiz.

 


Paylaş Tavsiye Et