Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2006) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Komplo değil, lobi / Tony Judt, The Newyork Times, 19 Nisan 2006
Amerikan Basını
Çeviri: Burcu Anatay
Say­gın bir İn­gi­liz ki­tap eleş­ti­ri der­gi­si olan Lon­don Re­vi­ew of Bo­oks, 23 Mart ta­rih­li sa­yı­sın­da “İs­ra­il Lo­bi­si” baş­lı­ğı­nı ta­şı­yan bir de­ne­me ya­yım­la­dı. Bu de­ne­me­nin ya­zar­la­rı, me­tin­le­ri­nin da­ha uzun (83 say­fa­lık) bir ver­si­yo­nu­nu Har­vard Üni­ver­si­te­si Ken­nedy Oku­lu’nun web si­te­si­ne gön­der­miş olan iki seç­kin Ame­ri­ka­lı aka­de­mis­yen­di (Har­vard Üni­ver­si­te­si’nden Step­hen Walt ile Chi­ca­go Üni­ver­si­te­si’nden John Me­ars­hei­mer). Ya­zar­la­rı­nın da tah­min et­miş ola­bi­le­ce­ği gi­bi de­ne­me, cid­di bir ka­muo­yu öf­ke­siy­le kar­şı­lan­dı. Eleş­tir­men­ler ta­ra­fın­dan uz­man­lık­la­rı­nın şi­şir­me ol­du­ğu vur­gu­la­nır­ken; id­di­ala­rı da kö­şe ya­za­rı Chris­top­her Hitc­hens’ın söz­le­riy­le, “ha­fif an­cak açık­ça ko­kuş­muş” bu­lun­du. Bi­raz da his­te­rik olan bu kar­şı­lık üzü­cü­dür.
Kış­kır­tı­cı baş­lı­ğı­na rağ­men de­ne­me, çok çe­şit­li stan­dart kay­nak­lar kul­la­nır­ken; ke­sin ve önem­li iki id­dia­da bu­lu­nu­yor. Bi­rin­ci­si, yıl­lar­dır İs­ra­il’e ve­ri­len ve de eleş­ti­ril­me­yen des­te­ğin Ame­ri­ka’nın ha­ya­tî çı­kar­la­rı­na hiz­met et­me­di­ği­dir. Bu, ken­di için­de tar­tı­şı­la­bi­le­cek bir sav­dır. Ya­zar­la­rın ikin­ci id­dia­sı il­kin­den da­ha da tar­tış­ma­lı: Ya­zar­la­ra gö­re Ame­ri­ka’nın dış po­li­ti­ka ter­cih­le­ri, yıl­lar­dır tek bir da­hi­lî bas­kı gru­bu ya­ni “İs­ra­il Lo­bi­si” ta­ra­fın­dan tah­rif edi­li­yor.
Ba­zı­la­rı, Ame­ri­ka’nın ok­ya­nus öte­si fa­ali­yet­le­ri­ni açık­la­ma­da içe­ri­de­ki “ener­ji lo­bi­si”ne dik­kat çe­ker­ken; di­ğer­le­ri So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­den kal­ma em­per­yal uy­gu­la­ma­la­rı suç­la­ya­bi­lir­ler. An­cak Was­hing­ton’ın ça­lış­ma sis­te­mi­ni bi­len­ler, böy­le­si­ne güç­lü bir İs­ra­il lo­bi­si­nin var­lı­ğı­nı ko­lay ko­lay in­kâr ede­mez. Bu lo­bi­nin oda­ğı Ame­ri­can Is­ra­el Pub­lic Af­fa­irs Com­mit­te­e iken, göl­ge­de ka­lan­lar ise çe­şit­li ulu­sal Ya­hu­di teş­ki­lat­la­rı­dır.
İs­ra­il lo­bi­si bi­zim dış po­li­ti­ka ter­cih­le­ri­mi­zi et­ki­ler mi? Şüp­he­siz, onun amaç­la­rın­dan bi­ri­si de bu­dur ve bun­da da epey­ce ba­şa­rı­lı ol­muş­tur: Ame­ri­ka’nın en bü­yük dış yar­dı­mı İs­ra­il’e gi­di­yor ve onun İs­ra­il’in ta­vır­la­rı­na ver­di­ği tep­ki, bü­yük öl­çü­de eleş­ti­ri­den yok­sun ya da des­tek­le­yi­ci ni­te­lik­te. Pe­ki İs­ra­il’i des­tek­le­mek için Ame­ri­ka’nın ka­rar­la­rı­na bas­kı yap­mak, bu ka­rar­la­rı tah­rif eder mi? Bu bir ka­rar me­se­le­si­dir. Üst dü­zey İs­ra­il­li yö­ne­ti­ci­ler ve on­la­rın Ame­ri­ka­lı des­tek­çi­le­ri Irak’ın iş­gal edil­me­si için çok ağır bas­kı yap­tı­lar; an­cak ABD, bir İs­ra­il lo­bi­si mev­cut ol­ma­say­dı bi­le muh­te­me­len bu­gün Irak’ta ola­cak­tı. İs­ra­il’in, Me­ars­hei­mer/Walt’ın söz­le­riy­le, “te­rör­le sa­vaş­ta so­rum­lu­lu­ğu ve hay­dut dev­let­ler­le meş­gul olun­ma­sı yö­nün­de bü­yük bir ça­ba­sı” var mı? Ba­na gö­re var; fa­kat bu ay­nı za­man­da meş­ru bir tar­tış­ma ko­nu­su.
Söz ko­nu­su de­ne­me ve Ame­ri­kan dış po­li­ti­ka­sı­na yö­ne­lik ko­nu­lar, dün­ya ka­mu­oyun­da da dik­kat çe­ki­ci öl­çü­de tah­lil edil­di ve tar­tı­şıl­dı. Bu­na rağ­men Ame­ri­ka’da fark­lı bir du­rum ya­şan­dı: Ana akım med­ya­da­ki sa­nal ses­siz­lik. Ni­çin? Bu­nun ak­la yat­kın bir­çok açık­la­ma­sı bu­lu­nu­yor. Bun­lar­dan bir ta­ne­si, nis­pe­ten üs­tü ka­pa­lı aka­de­mik bir araş­tır­ma­nın ge­nel oku­yu­cu­la­rı il­gi­len­dir­me­me­si. Bir di­ğe­ri ise, Ya­hu­di ka­mu­oyu­nun oran­sız nü­fu­zu hak­kın­da­ki id­di­ala­rın faz­la ori­ji­nal ol­ma­ma­sı ve bu ko­nu­da­ki tar­tış­ma­nın is­ter is­te­mez si­ya­sî aşı­rı­la­rın dik­ka­ti­ni çek­me­si. Ve ni­ha­ye­tin­de Was­hing­ton’un her ha­lü­kar­da si­ya­set­çi­le­re bas­kı ya­pan ve on­la­rın ter­cih­le­ri­ni tah­rip eden bu ka­bil lo­bi­ler­le do­lu ol­du­ğu şek­lin­de bir gö­rü­şün mev­cu­di­ye­ti.
Bu dü­şün­ce­le­rin her bi­ri­si, ba­sı­nın ön­de ge­len­le­ri­nin Me­ars­hei­mer-Walt’un de­ne­me­si­ne yö­ne­lik baş­lan­gıç­ta­ki so­ğuk­lu­ğu­nu ma­kul bir şe­kil­de açık­la­ya­bi­lir. An­cak bun­lar, ma­ka­le­nin aka­de­mi ca­mi­asın­da, Ya­hu­di ce­ma­atin­de, dü­şün­ce der­gi­le­ri ile web si­te­le­ri ara­sın­da ve dün­ya­nın ge­ri ka­lan kıs­mın­da cid­di bir tar­tış­ma or­ta­mı ya­rat­ma­sın­dan son­ra bi­le de­vam eden ses­siz­li­ği inan­dı­rı­cı öl­çü­de açık­la­mı­yor. Bu­ra­da bir baş­ka ne­de­nin söz ko­nu­su ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum: Kor­ku. Bir “Ya­hu­di komp­lo­su”ndan söz et­me­yi meş­ru­laş­tı­rı­yor­muş gi­bi dü­şü­nül­mek­ten, İs­ra­il kar­şı­tı ola­rak ta­nın­mak­tan ve bu­nun so­nu­cu ola­rak da ni­ha­ye­tin­de an­ti­se­mi­tizm söy­le­mi­ni kö­rük­le­mek­ten du­yu­lan kor­ku.
Pe­ki, Prof. Me­ars­hei­mer ile Prof. Walt’ın gün­de­me ge­tir­di­ği ra­hat­sız edi­ci ko­nu­la­rın en et­raf­lı­ca or­ta­ya se­ril­di­ği ye­rin İs­ra­il’in ken­di­si ol­du­ğu ger­çe­ği­ni na­sıl açık­la­ya­ca­ğız? Ame­ri­kan dış po­li­ti­ka da­nış­man­la­rı Ric­hard Per­le ile Do­ug­las Fe­ith’i “Ame­ri­kan hü­kü­me­ti­ne bağ­lı­lık­la­rı… ile İs­ra­il çı­kar­la­rı ara­sın­da­ki in­ce bir hat­ta yü­rü­yen­ler” ola­rak ta­rif eden, li­be­ral bir ga­ze­te olan Haa­retz’in İs­ra­il­li kö­şe ya­za­rı* de­ğil miy­di? ABD es­ki Sa­vun­ma Ba­ka­nı Yar­dım­cı­sı Pa­ul Wol­fo­witz’i “iç­ten bir İs­ra­il des­tek­çi­si” ola­rak ni­te­len­di­ren de İs­ra­il’in mu­ha­fa­za­kâr ga­ze­te­si Je­ru­sa­lem Post’tu. 
İs­ra­il’i tar­tı­şır­ken, Ame­ri­ka’nın an­ti­se­mi­tizm kor­ku­su­nun yol aç­tı­ğı za­rar üç kat faz­la­dır. Bu Ya­hu­di­ler için kö­tü­dür: An­ti­se­mi­tizm za­ten faz­la­sıy­la be­ter­dir (1950’le­rin İn­gil­te­re’sin­de Ya­hu­di ola­rak bü­yü­yen bir ki­şi ola­rak bu­nun­la il­gi­li ba­zı şey­ler bi­li­yo­rum) an­cak sa­de­ce bu ne­den­le İs­ra­il ya da onun Ame­ri­ka­lı des­tek­çi­le­ri­ne yö­ne­lik si­ya­sî eleş­ti­ri­le­re şa­şır­ma­mak ge­re­kir. Bu İs­ra­il için kö­tü­dür: Ko­şul­suz des­tek­le­ri­ne da­ir gü­ven­ce ve­ren Ame­ri­ka­lı­lar, İs­ra­il’in so­nuç­la­rı­nı dü­şün­me­den ha­re­ket et­me ce­sa­re­ti­ni ar­tı­rı­yor. İs­ra­il­li ga­ze­te­ci Tom Se­gev, Me­ars­hei­mer-Walt’un de­ne­me­si­ni ‘küs­tah’ ola­rak ta­nım­la­mış ama ay­nı za­man­da piş­man­lık du­ya­rak doğ­ru­lu­ğu­nu ka­bul­len­miş­ti: “Hak­lı­lar. ABD İs­ra­il’i ken­di­sin­den ko­ru­muş ol­say­dı ha­yat bu­gün da­ha iyi ola­cak­tı… ABD’de­ki İs­ra­il lo­bi­si, İs­ra­il’in ger­çek çı­kar­la­rı­na za­rar ve­ri­yor.”
Fa­kat bü­tün bun­la­rın öte­sin­de oto-san­sür ABD’nin ken­di­si için kö­tü­dür. Da­ni­el Levy (İs­ra­il’in es­ki ba­rış mü­za­ke­re­ci­si) Haa­retz’de Me­ars­hei­mer-Walt’un de­ne­me­si­nin uyan­dı­rı­cı bir çağ­rı ve İs­ra­il lo­bi­si­nin her iki ulu­sa ver­di­ği za­ra­rın da bir ha­tır­la­tı­cı­sı ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni yaz­mış­tı. Ben da­ha ile­ri gi­de­ce­ğim. Fi­lis­tin­li­ler­den her­han­gi bir çı­ka­rı ol­ma­yan iki ‘rea­list’ si­ya­set bi­lim­ci­nin yaz­dı­ğı bu de­ne­me­nin, ilk ala­met ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum.
Ge­ri­ye ba­kar­sak, Irak Sa­va­şı ile onun fe­ci so­nuç­la­rı­nı Or­ta Do­ğu’da ye­ni bir de­mok­ra­tik dö­ne­min baş­lan­gı­cı ola­rak de­ğil, 1967 Arap-İs­ra­il Sa­va­şı’nın ar­dın­dan baş­la­yan dö­ne­min so­nu ola­rak gö­rü­rüz. Bu dö­nem bo­yun­ca Ame­ri­ka-İs­ra­il iliş­ki­le­ri­ni iki zo­run­lu­luk şe­kil­len­dir­miş­ti: So­ğuk Sa­vaş’ın stra­te­jik he­sap­la­ma­la­rı ile Soy­kı­rım’ın ha­tı­ra­sı­na kar­şı içe­ri­de ye­ni olu­şan has­sa­si­yet ve bu­nun kur­ban­la­rı­na ve on­dan kur­tu­lan­la­ra du­yu­lan ve­fa bor­cu.
Bu­gün stra­te­jik tar­tış­ma­nın te­rim­le­ri de­ği­şi­yor. Do­ğu As­ya gün­den gü­ne önem ka­za­nı­yor. Or­ta Do­ğu’yu ye­ni­den şe­kil­len­dir­mek­te­ki ace­mi ba­şa­rı­sız­lı­ğı­mız odak nok­ta­sı ha­li­ne gel­di. Dün­ya­nın bu par­ça­sın­da­ki Ame­ri­kan nü­fu­zu, ar­tık bü­yük öl­çü­de sa­vaş­la ga­ran­ti al­tı­na alı­nı­yor. Hep­si­nin öte­sin­de Soy­kı­rım bel­ki de ya­şa­yan bir ha­tı­ra ol­ma­nın öte­si­ne ge­çi­yor. Bu yüz­den de Ame­ri­ka’nın ge­le­cek ne­sil­le­ri için ABD’nin em­per­yal gü­cü ve ulus­la­ra­ra­sı iti­ba­rı­nın kü­çük, tar­tış­ma­lı bir Ak­de­niz dev­le­ti­ne ni­çin bu ka­dar sı­kı bağ­lan­dı­ğı o ka­dar açık ol­ma­ya­cak. Av­ru­pa­lı­lar, La­tin Ame­ri­ka­lı­lar, Af­ri­ka­lı ya da As­ya­lı­lar için za­ten o ka­dar açık de­ğil. On­lar, Ame­ri­ka’nın bu ko­nu­da ni­çin ulus­la­ra­ra­sı top­lu­mun ge­ri ka­la­nıy­la te­ma­sı kay­bet­me­yi seç­ti­ği­ni so­ru­yor­lar. Ame­ri­ka­lı­lar bu so­ru­nun çı­ka­rım­la­rın­dan hoş­lan­ma­ya­cak­lar­dır. An­cak bu so­ru da bas­tır­ma­yı sür­dü­rü­yor. So­ru doğ­ru­dan ulus­la­ra­ra­sı du­ru­şu­muz ve nü­fu­zu­mu­za da­ya­nı­yor ve an­ti­se­mi­tizm ile de hiç­bir iliş­ki­si bu­lun­mu­yor. Bu so­ru­yu yok sa­ya­ma­yız.
 
Tony Judt, New York Üni­ver­si­te­si, Re­mar­qu­e Ens­ti­tü­sü di­rek­tö­rü ve “Sa­vaş Son­ra­sı: 1946’dan Son­ra­ki Av­ru­pa’nın Ta­ri­hi” ki­ta­bı­nın ya­za­rı­dır.
 
Çe­vi­re­nin No­tu: Haa­retz’in ABD baş mu­ha­bi­ri Shmu­el Ros­ner, 20 Ni­san 2006 ta­rih­li ve “Walt-Me­ars­hei­mer’in Ça­lış­ma­sı ve Haa­retz Fak­tö­rü” baş­lık­lı ya­zı­sın­da, Tony Judt’un ya­zı­sın­da bah­si ge­çen Haa­retz kö­şe ya­za­rı­nın Aki­va El­der ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tir.

Tavsiye Et
“Süper Güç”ün zayıf noktaları / Ayeksey Bogaturov, Nezavisimaya Gazeta, 14 Nisan 2006
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Ame­ri­ka’nın kud­re­ti­nin dün­ya ça­pın­da ef­sa­ne­leş­ti­ril­me­si, Ame­ri­kan dış si­ya­se­tin­de ya­şa­nan çe­liş­ki­le­ri gör­me­mi­zi en­gel­li­yor. Ço­ğu za­man sert, sal­dır­gan ve mü­da­ha­le­ci olan Ame­ri­kan dış si­ya­set çiz­gi­si, ay­nı za­man­da den­ge­siz­lik, is­tik­rar­sız­lık ve hat­ta ka­rar­sız­lık be­lir­ti­le­ri­ni de ta­şı­yor. Ve her ne ka­dar Ame­ri­ka’nın mağ­rur tav­rı dün­ya­ca ün­lü ol­sa da, ABD’nin dı­şiş­le­ri ile sa­vun­ma ba­kan­lık­la­rın­da­ki me­mur­la­rın giz­le­me­ye ça­lış­tık­la­rı şaş­kın­lık ve ka­rar­sız­lık hâ­li gün geç­tik­çe be­lir­gin­le­şi­yor. Aca­ba bu hâ­lin tek ne­de­ni, bü­tün dün­ya kar­şı­sın­da sah­ne oyun­cu­lu­ğu yap­ma mec­bu­ri­ye­ti mi­dir; yok­sa Ame­ri­kan si­ya­set adam­la­rı­nın kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı ve git­tik­çe kar­to­pu gi­bi bü­yü­yen bir so­run­lar ve zor­luk­lar yu­ma­ğı mı­dır? Bir du­rum de­ğer­len­dir­me­si yap­mak ge­re­kir­se, ABD’nin ha­ri­cin­de he­nüz var­lı­ğı­nı his­set­tir­me­se de, Ame­ri­ka­lı­la­rın far­kın­da ol­du­ğu, an­cak İran’ın “nük­le­er ina­dı” ko­nu­sun­da­ki tar­tış­ma, teh­dit ve id­dia­lar ta­ra­fın­dan per­de­le­nen bir ger­çek var: As­ya kı­ta­sın­da si­ya­sî ve stra­te­jik ko­nu­mu­nu sağ­lam­laş­tır­ma­sı ken­di­si için ne­re­dey­se ha­ya­tî önem ta­şı­ma­sı­na rağ­men, böl­ge­de­ki ko­nu­mu git­tik­çe za­yıf­lı­yor. Bu­nu bir­çok se­be­bi var: İl­ki, ABD’nin Irak’ı iş­ga­li ve son­ra­sın­da ya­şa­nan­la­rın Ame­ri­ka’nın kor­ku­lu rü­ya­sı ha­li­ne gel­me­ye baş­la­ma­sı. Ame­ri­ka’nın Irak’tan çe­kil­me­si an me­se­le­si. An­cak bu, çe­kil­me­den son­ra Irak’ın par­ça­lan­ma ih­ti­ma­li ile Kürt so­ru­nu­nu ye­ni­den gün­de­me ge­ti­ri­yor. Bu has­sas ko­nu se­be­biy­le Ame­ri­ka, böl­ge­de­ki müt­te­fi­ki Tür­ki­ye’yi kay­be­de­bi­lir. Yi­ne ABD’nin hiç bir ko­nu­da gü­ve­ne­me­ye­ce­ği Gür­cis­tan’ı ‘Ame­ri­kan­laş­tır­ma’ ça­ba­la­rı­nın, ba­ğım­sız Kür­dis­tan’ın ku­rul­ma­sı ha­lin­de Ya­kın Do­ğu’da je­opo­li­tik açı­dan uğ­ra­ya­ca­ğı za­ra­rın bir kıs­mı­nı bi­le ka­pat­ma­ya­ca­ğı aşi­kâr. Ola­sı bir Kür­dis­tan dev­le­ti­nin kar­şıt­la­rı­nı bir ara­ya ge­ti­ren “an­ti-Kürt” cep­he­si, ay­nı za­man­da “an­ti-Ame­ri­kan” da ola­cak. Kür­dis­tan’ı ter­cih edip Tür­ki­ye’yi kay­bet­mek, özel­lik­le Fi­lis­tin’de­ki de­mok­ra­si kri­zi­nin ışı­ğın­da avan­taj­lı bir al­ter­na­tif ola­rak gö­rün­mü­yor.
İkin­ci­si ise, da­ha ön­ce ABD’nin le­hi­ne iş­le­yen yı­kı­cı/des­truc­ti­ve dev­rim­ler ça­ğı ka­pan­mı­şa ben­zi­yor. Bu dev­rim­ler, Yu­gos­lav­ya ile Sov­yet­ler Bir­li­ği’ni kı­sa sü­re­de yer­le bir et­ti; fa­kat ay­nı za­man­da Uk­ray­na, Be­yaz Rus­ya ve hat­ta Rus­ya ile Or­ta As­ya dev­let­le­ri­nin va­tan­daş­la­rı­nı da­ha tem­kin­li dav­ran­ma­ya yö­nelt­ti. Zi­ra öz­gür­lük mü­ca­de­le­si­nin ar­ka­sın­da olan­lar -Uk­ray­na­lı­lar ve Kır­gız­lar dâ­hil- ül­ke­le­ri­nin par­ça­lan­ma­sı­na as­la ra­zı de­ğil­ler. Bu se­bep­le Yu­gos­lav­ya ve SSCB se­nar­yo­su­na gö­re plan­la­nan bu iki ül­ke­de­ki dev­rim­le­rin ılım­lı ve prag­ma­tik ol­ma­sı te­sa­düf de­ğil. Şüp­he­siz olay­la­rın bu şe­kil­de ge­liş­me­si, ABD’nin çı­kar­la­rı­na ters dü­şü­yor.
Üçün­cü­sü, Do­ğu As­ya’da za­man Ame­ri­ka’nın aley­hi­ne iş­li­yor. Bush hü­kü­me­ti­nin Ku­zey Ko­re’ye çat­ma­sı, Uzak Do­ğu’da­ki Ame­ri­ka’nın müt­te­fi­ki olan ül­ke­ler­de pa­nik rüz­gâr­la­rı es­tir­di. Bu kor­ku, Ja­pon­ya ile Gü­ney Ko­re’yi Çin ve Rus­ya’nın ku­ca­ğı­na at­tı. Bu iki ül­ke ABD’nin Ku­zey Ko­re’ye fii­lî mü­da­ha­le­si­ni ön­le­mek ama­cıy­la Çin ve Rus­ya ile gay­ri res­mî bir it­ti­fa­ka gir­di. Gü­ney Ko­re’de, mil­li­yet­çi sol­cu­la­rın iş­ba­şı­na gel­me­siy­le ül­ke­nin iç iş­le­rin­de alı­nan ba­ğım­sız ka­rar­la­rın sa­yı­sı art­tı. ABD ile it­ti­fa­kın­dan vaz­geç­me­yi dü­şün­me­se de Gü­ney Ko­re, çı­kar­la­rı­na uy­ma­yan Ame­ri­ka dış si­ya­se­ti­nin ba­zı önem­li nok­ta­la­rı­na ih­ti­yat­la yak­laş­ma­ya baş­la­dı. Ja­pon­ya ise ABD’nin sa­dık des­tek­çi­si ol­ma­ya de­vam edi­yor. Bu­nun ne­de­ni, her iki ül­ke­nin geç­miş­te­ki so­run­la­rı bir ta­ra­fa bı­ra­kıp bir­bi­ri­ni sev­me­ye baş­la­ma­sı de­ğil el­bet­te. Şüp­he­siz ABD, Ja­pon­ya ile ara­la­rın­da­ki bağ­la­rın sağ­lam­laş­ma­sı­nı Çin’e borç­lu. Zi­ra Çin güç­len­dik­çe Ja­pon­ya’nın ABD’ye ih­ti­ya­cı ar­tı­yor. Fa­kat ne olur­sa ol­sun, Ja­pon­ya hü­kü­me­ti şu ba­sit ger­çe­ğin far­kın­da: ABD, Ku­zey Ko­re’ye kar­şı sa­vaş baş­lat­ma­ya ka­rar ve­rir­se, Ku­zey Ko­re’den fır­la­tı­lan fü­ze­le­rin he­de­fi, Ame­ri­ka de­ğil ken­di­si ola­cak. Dör­dün­cü­sü, Ame­ri­kan hü­kü­me­ti böl­ge­de en önem­li or­ta­ğı­nın Hin­dis­tan ol­ma­sı­nı is­ti­yor. An­cak iki ül­ke ara­sın­da he­nüz ye­ni baş­la­yan ya­kın­laş­ma is­tik­rar­lı de­ğil. Bu­ra­da tek so­run, bu ro­lün Hin­dis­tan’a uy­gun olup ol­ma­dı­ğı. Hin­dis­tan’ın dış po­li­ti­ka­sı, ba­ğım­sız­lık ve öz­gün­lük il­ke­le­ri­ne da­ya­nır. Ge­çen ya­rım asır­lık za­man için­de bu il­ke­ler, bir çe­şit mil­li­yet­çi­lik ha­re­ke­ti­ne dö­nüş­tü. Hin­dis­tan’ın bü­tün si­ya­si par­ti­le­ri, sağ­cı ve­ya sol­cu ol­mak­tan çok Hint-mil­li­yet­çi­li­ği ek­sen­li­dir. Neh­ru-Gan­di’nin si­ya­set çiz­gi­si, dai­ma bü­yük güç ve dev­let­le­re eşit me­sa­fe­de ol­ma özel­li­ği­ne sa­hip­ti. Mu­hak­kak ki, ABD’nin özel bir ya­kın­lık kur­ma is­te­ği, Hin­dis­tan için son de­re­ce avan­taj­lı bir du­rum. Fa­kat Hin­dis­tan, an­cak da­ha ön­ce Pa­kis­tan’a ait olan ABD’nin im­ti­yaz­lı or­ta­ğı ro­lü­nün ken­di­si­ne ve­ril­me­si ve nük­le­er sta­tü­sü­nün ABD ta­ra­fın­dan ta­nın­ma­sı gi­bi tak­tik çı­kar­lar pe­şin­de ola­bi­lir. Hin­dis­tan’ın As­ya böl­ge­sin­de Rus­ya ve/ve­ya Çin’e mu­ka­bil ağır­lık ro­lü­nü mü üst­le­ne­ce­ği yok­sa da­ha ön­ce yap­tı­ğı gi­bi or­ta yol po­li­ti­ka­sı­nı mı ter­cih ede­ce­ği so­ru­su ise, en azın­dan bir sü­re da­ha Ame­ri­kan si­ya­set adam­la­rı­nın baş­la­rı­nı ağ­rıt­ma­ya de­vam ede­cek gi­bi gö­rü­nü­yor.
Be­şin­ci­si ise, Af­ga­nis­tan. 2001 se­ne­sin­den fark­lı ola­rak şu an­da ABD’nin bu ül­ke­de et­kin ve olum­lu bir rol oy­na­dı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün de­ğil. Al­tı yıl ön­ce Ame­ri­ka, Rus­ya’nın mü­da­ha­le­si­ne bı­rak­ma­dan Ta­li­ban re­ji­mi­ni or­ta­dan kal­dır­dı. El­bet­te biz, bu ko­nu­da Ame­ri­ka’ya min­net­ta­rız. Fa­kat di­ğer yan­dan ABD, is­te­me­den Af­gan uyuş­tu­ru­cu tra­fi­ği­nin ga­ran­tö­rü ol­du. Af­gan hü­kü­me­ti­nin kon­tro­lü al­tın­da hız­la ge­li­şen uyuş­tu­ru­cu sek­tö­rü, Rus­ya ve AB ül­ke­le­ri­ne doğ­ru ya­yıl­ma­ya de­vam edi­yor.
İş­te du­rum­lar böy­le... An­cak Ame­ri­ka’nın giz­le­me­ye ça­lış­tı­ğı te­red­dü­dün asıl se­be­bi bu de­ğil. Bu se­ne Bush hü­kü­me­ti­nin açık­la­dı­ğı he­def­ler lis­te­si, ABD’nin iç ve dış po­li­ti­ka­sın­da ya­şa­na­cak bü­yük de­ği­şim­le­rin bir gös­ter­ge­si as­lın­da. Dış si­ya­set­te en önem­li he­def, 2025’e ge­lin­di­ğin­de ABD’nin Ya­kın Do­ğu kay­nak­lı pet­rol ih­ti­ya­cı­nı %75 ora­nın­da azalt­mak. Bu he­def, ye­ni ener­ji kay­nak­la­rı­na sa­hip ol­ma­nın ya­nı sı­ra, al­ter­na­tif ener­ji kay­nak­la­rı­nın kul­la­nı­mı ve nük­le­er san­tral­le­rin in­şa­sı gi­bi dev pro­je­le­ri de içe­ren ABD’nin ener­ji po­li­ti­ka­sın­da­ki kök­lü re­form­la­rı kap­sı­yor. Bu prog­ra­mın ta­hak­ku­ku, bü­yük ya­tı­rım­la­rı ve güç­lü si­ya­sî ira­de­yi ge­rek­ti­rir. Eğer Ame­ri­ka’nın ye­ni ener­ji po­li­ti­ka­sı­nı so­mut bir plan ola­rak ele alır­sak, ABD’nin Ya­kın Do­ğu’da oto­ri­te­si­ni güç­len­dir­mek için at­tı­ğı bü­tün adım­la­rın yal­nız­ca bir tak­tik ol­du­ğu­nu gö­rü­rüz. Zi­ra şu an­da Ame­ri­ka’nın tek ama­cı, 20 yıl da­ha da­ya­na­bil­mek­tir. Bu sü­re için­de ABD, as­ke­rî ve ener­je­tik ba­kım­dan eri­şil­mez bir ko­nu­ma gel­me­yi he­def­li­yor. Tek so­run, Ame­ri­ka’nın bu he­def­le­ri ger­çek­leş­tir­mek için ge­re­ken mad­dî, tek­no­lo­jik ve si­ya­sî gü­cü ne­re­den sağ­la­ya­ca­ğı­dır.

Tavsiye Et