Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2006) > Türkiye Siyaset > Türkiye’nin kimliği
Türkiye Siyaset
Türkiye’nin kimliği
İbrahim Kalın
RE­NE Des­car­tes “dü­şü­nü­yo­rum o hal­de va­rım” de­di­ğin­de, kla­sik dü­şün­ce­nin “ken­di­ni bil!” so­ru­su­nun ye­ri­ne ye­ni bir so­ru ika­me et­miş­ti. Va­rol­duk­la­rı ko­nu­sun­da te­red­düt sa­hi­bi ol­ma­yan ka­dim bil­ge­ler, in­sa­nın mu­ha­tap ol­du­ğu en te­mel so­ru­nun “var mı­yım?” de­ğil, “ben ki­mim?” so­ru­su ol­du­ğun­da ıs­rar edi­yor­lar­dı. Bu yüz­den kla­sik dü­şün­ce, var­lı­ğın is­pa­tı ko­nu­su­na şöy­le bir de­ği­nir ve yo­lu­na de­vam eder.
“Var mı­yım?” so­ru­su­na kar­şı­lık, Sok­ra­tes’ın öğ­ren­ci­le­ri­ne sü­rek­li ha­tır­lat­tı­ğı “ken­di­ni bil/ta­nı!” sö­zü, Ef­la­tun’un da fel­se­fe­si­nin te­mel düs­tu­ru ola­cak­tır. Bu nok­ta­da “ben ki­mim” so­ru­su­nun, kla­sik ve Or­ta­çağ dü­şün­ce­si­nin en te­mel so­ru­su ol­du­ğu­nu söy­le­mek yan­lış ol­maz. Man­tık­tan ta­ri­he bü­tün ilim­le­rin ni­haî ama­cı, bu so­ru­ya an­lam­lı ve tu­tar­lı ce­vap­lar bul­mak­tır. Man­tık doğ­ru dü­şün­me­nin il­mi­dir; çün­kü in­sa­nın et­ra­fın­da­ki var­lık­la­rı an­la­mak için ih­ti­yaç duy­du­ğu kav­ram­lar ara­sın­da doğ­ru iliş­ki­ler kur­ma­sı ge­re­kir. Ta­rih in­sa­na ne­re­den gel­di­ği­ni, ata­la­rı­nın ne­ler yap­tı­ğı­nı ve do­la­yı­sıy­la ken­di­si­nin na­sıl dav­ran­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni öğ­re­ten ilim­dir. Koz­mo­lo­ji, bi­ze “bü­yük var­lık da­ire­si” için­de ne­re­de bu­lun­du­ğu­mu­zu gös­te­ren ilim­dir. Si­ya­set, in­sa­nın baş­ka­la­rıy­la be­ra­ber ya­şa­ma sa­na­tı­dır. “Ben il­mi” (il­mü’n-nefs), in­sa­nı mad­dî, nef­sî ve ru­hî yön­le­riy­le ele alan ilim­dir.
Bu lis­te­yi uzat­mak müm­kün. Kı­sa­ca ifa­de et­mek ge­re­kir­se, kla­sik dü­şün­ce­nin te­mel so­ru­su kim­lik so­ru­su­dur. Bu­nun en ve­ciz ifa­de­si “ken­di­ni bi­len, Rab­bi­ni bi­lir” sö­zü­dür ki, bu sö­zün yer yer ha­dis ola­rak nak­le­dil­di­ği­ni de bi­li­yo­ruz. De­mek ki sa­de­ce fel­se­fe­nin de­ğil, di­nî dü­şün­ce­nin de te­mel so­ru­su özün­de bir kim­lik so­ru­su­dur. Des­car­tes ve onu ta­kip eden Av­ru­pa fel­se­fe­si­nin tüm ça­ba­la­rı­na rağ­men kim­lik so­ru­su öne­mi­ni hiç­bir za­man yi­tir­me­miş­tir.
Bu­gün da­ire­yi ta­mam­la­mış bu­lu­nu­yo­ruz. Kim­lik so­ru­su, he­pi­mi­zin gün­de­min­de­ki te­mel so­ru­lar­dan bi­ri ha­li­ne gel­miş du­rum­da. Et­nik, di­nî, sos­yal ve sı­nıf­sal kim­lik­le­ri­miz üze­rin­de dü­şü­nü­yo­ruz ve ne ka­dar Türk, ne ka­dar Kürt, ne ka­dar Müs­lü­man, ne ka­dar mo­dern, se­kü­ler, ka­dın, er­kek, köy­lü, şe­hir­li vs. ol­du­ğu­mu­zu tes­pit et­me­ye ça­lı­şı­yo­ruz. Bu kim­lik ta­nım­la­rı­na gö­re fark­lı ai­di­yet ta­nım­la­rı ya­pı­yo­ruz. “Ay­nı an­da bir­den faz­la kim­li­ğe sa­hip ola­bi­lir mi­yim?” ya da “bel­ki tek kim­li­ğim var ama fark­lı ai­di­yet duy­gu­la­rı­na sa­hi­bim” so­ru­la­rı­nı zih­ni­miz­de evi­rip çe­vi­ri­yo­ruz. Ba­zen bu ta­nım­la­ra gö­re öte­ki­ler üre­tip ken­di­mi­ze dost­lar ve ha­sım­lar edi­ni­yo­ruz. Tür­ki­ye bu so­ru­lar ışı­ğın­da ken­di­ni Do­ğu ile Ba­tı, Or­ta Do­ğu ile Av­ru­pa ara­sın­da bir yer­ler­de ta­nım­la­ma­ya ça­lı­şı­yor.
 
Kim­lik ve Va­rol­mak
Fa­kat Türk­lük, Kürt­lük, mo­dern­lik, ka­dın­lık vs. gi­bi “alt kim­lik­ler”den ön­ce, va­ro­lu­şu­mu­za iliş­kin bir kim­lik ta­nı­mı yap­ma­mız ge­re­ki­yor. Des­car­tes’ın yap­tı­ğı gi­bi “va­rım” de­mek ye­ter­li de­ğil. Çün­kü na­sıl bil­mek, Hus­serl’in ifa­de­siy­le hep “bir şe­yi” bil­mek­se; va­rol­mak da, bel­li bir şe­kil­de va­rol­mak­tır. Var­lık, mu­ay­yen şe­kil ve bi­çim­ler­de te­za­hür eder. Bun­la­ra fel­se­fe di­lin­de var­lı­ğın mo­da­li­te­le­ri di­yo­ruz. Var­lı­ğı al­gı­la­yıp ta­nı­ma­mı­zı sağ­la­yan bu mo­da­li­te­ler­dir. Bu ma­na­da va­rol­mak, var­lı­ğın mut­lak ger­çek­li­ği­ne bel­li bir şe­kil­de ka­tıl­mak­tır. Ah­med Av­ni Ko­nuk, bu­nu şöy­le ifa­de eder: “Şu­u­nat-ı ila­hiy­ye vü­cud-u alem ve Adem ile ta­hak­kuk eder. On­dan ev­vel ma’na mer­te­be­sin­de­dir. Ma’na ise ta­hak­kuk için su­ret is­ter; ve su­ret za­hir ve ma’na ise o su­ret­te mes­tur­dur” (Ted­bi­rat-i İla­hiy­ye Ter­cü­me ve Şer­hi, İz Ya­yın­cı­lık, 1992, s. 4).
Bu­na gö­re “ben ki­mim?” so­ru­su, “ben na­sıl va­rım?” şek­lin­de ye­ni­den so­ru­la­bi­lir. Çün­kü “ben şu­yum” de­mek, ay­nı za­man­da “ben şu şe­kil­de va­rol­ma­yı ka­bul edi­yo­rum” de­mek­tir. Bu so­ru­yu ce­vap­la­ya­bil­mek için in­sa­nı di­ğer var­lık­lar­dan fark­lı kı­lan özel­lik­le­re te­mas et­mek ge­re­kir. Yi­ne kla­sik dü­şün­ce­ye gö­re in­san, ak­lı ve bu­na bağ­lı di­ğer me­le­ke­le­ri sa­ye­sin­de baş­ka var­lık­lar­dan ay­rı­lır. Kla­sik fel­se­fe di­lin­de bu­na in­sa­nın “ma­hi­ye­ti” di­yo­ruz. İn­sa­nı di­ğer can­lı­lar olan bit­ki ve hay­van­lar­dan fark­lı kı­lan onun ma­hi­ye­ti, ya­ni onun var­lı­ğı­na iliş­kin yap­tı­ğı­mız ta­nım­dır. “İn­san dü­şü­nen/ko­nu­şan can­lı­dır” ta­nı­mı, bu­nu ifa­de eder. Her ne ka­dar ki­mi kla­sik dü­şü­nür­ler bu­nu ha­ta­lı bir şe­kil­de “ma­hi­yet var­lı­ğı ön­ce­ler” şek­lin­de yo­rum­la­mış ve bir di­zi fel­se­fî zor­lu­ğa ka­pı ara­la­mış­lar­sa da, in­sa­nı di­ğer var­lık­lar­dan fark­lı kı­lan onun va­ro­luş bi­çi­mi­dir. Bu be­lir­li va­rol­ma bi­çi­mi, in­sa­nı on­tik de­ğil, on­to­lo­jik ma­na­da di­ğer var­lık­lar­dan ayı­rır. Çün­kü in­san, fark­lı bir de­ğer ska­la­sı­na gö­re va­ro­lan var­lık de­mek­tir. “Dü­şü­nen/ko­nu­şan can­lı” ta­nı­mı­nın ar­ka­sın­da bu fark­lı de­ğer ça­tı­sı var­dır.
Pe­ki var­lı­ğın de­ğer­le na­sıl bir iliş­ki­si ola­bi­lir? İn­sa­nın va­rol­ma­sıy­la kim­li­ği ara­sın­da böy­le­si­ne do­la­yım­sız bir iliş­ki ku­ra­bi­lir mi­yiz? Çağ­daş kim­lik tar­tış­ma­la­rı bu so­ru­lar­la il­gi­len­me­ye­cek ka­dar tek bo­yut­lu ve dar bir uf­ka sa­hip. San­ki “ben Türk’üm/Kürt’üm/Arap’ım/ka­dı­nım...” de­mek, “ben de­ğer­den ba­ğım­sız, ken­di ha­lin­de va­ro­lan bir şe­yim” de­mek­miş gi­bi, et­nik, si­ya­sî ve sos­yal kim­lik ta­nım­la­rı­nı or­ta­ya koy­mak ye­ter­li gö­rü­lü­yor. Var­lık için­de­ki ye­ri­ni bir Fin­lan­di­ya­lı işa­da­mın­dan ya­hut Af­ri­ka­lı bir dik­ta­tör­den fark­lı gör­me­yen bir Türk’ün ya­hut Kürt’ün, ken­di öz kim­li­ği­ne iliş­kin na­sıl bir id­dia­sı ola­bi­lir? Eğer ben bir Türk ola­rak bir Kı­zıl­de­ri­li şe­fi­ne bir Ame­ri­ka­lı gi­bi “sa­tın şu top­rak­la­rı da kur­tu­lun” di­yor­sam, be­nim Türk­lü­ğü­mün, o ki­şi­nin Ame­ri­ka­lı­lı­ğın­dan ne far­kı ola­bi­lir?
 
Var­lık, De­ğer­ler Ska­la­sı ve Tür­ki­ye’nin Kim­li­ği
Va­rol­mak, de­ğer-yük­lü bir ey­lem­dir. Var­lık, iyi, gü­zel ve doğ­ru gi­bi bü­tün de­ğer­le­rin kay­na­ğı­dır. Bel­li va­rol­ma bi­çi­mi­miz ya­ni ken­di­mi­ze uy­gun gör­dü­ğü­müz kim­li­ği­miz, bu de­ğer­ler ska­la­sıy­la na­sıl bir iliş­ki­ye gir­di­ği­mi­ze gö­re şe­kil ve muh­te­va ka­za­nır. Va­rol­mak­la er­dem­li ol­mak ara­sın­da­ki bu ya­kın iliş­ki­yi akıl­da tut­ma­dan bir kim­lik tar­tış­ma­sı yap­mak, in­sa­nı var­lık mo­da­li­te­le­rin­den bi­ri­ne, hem de en as­ga­ri­si­ne ya­ni onun di­li­ne, kül­tü­rü­ne, örf ve ade­ti­ne in­dir­ge­mek­tir.
Bi­zim coğ­raf­ya­mı­zın in­san­la­rı­nı ya­ni Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, ka­dı­nı, er­ke­ği vs. bir­leş­ti­ren, va­rol­ma bi­çi­mi­mi­ze iliş­kin bu te­mel ah­la­kî du­ru­şu­muz­dur. Kürt­le­rin ve Türk­le­rin or­tak ai­di­yet his­si ve ka­der duy­gu­su, et­no-kül­tü­rel sı­fat­la­rın öte­sin­de bir de­rin­li­ğe sa­hip ol­ma­lı. Kül­tü­rel adet­ler de­ği­şe­bi­lir, dil­ler fark­lı­la­şa­bi­lir, ır­kî özel­lik­ler kay­bo­la­bi­lir, hat­ta ay­nı ide­al­ler fark­lı si­ya­sî viz­yon­lar ha­li­ne ge­le­bi­lir. Bi­zi bir­bi­ri­mi­ze bağ­la­yan şey, bu arı­zî un­sur­la­rın öte­sin­de cev­he­ri­mi­ze iliş­kin bir şey­dir. Cev­her­de bir­lik, araz­da fark­lı­lı­ğa her za­man mü­sa­ma­ha eder. Ama ter­si, he­pi­mi­zin so­nu de­mek­tir.
“Ben ki­mim?” so­ru­su­nu “ben na­sıl va­rım?” so­ru­sun­dan ayı­rıp et­no-se­kü­ler bir ze­min­de sor­du­ğu­muz­da, Tür­ki­ye’de­ki kim­lik tar­tış­ma­la­rı da­ral­mış bir mil­li­yet­çi ide­olo­ji­ye dö­nü­şür. Tür­ki­ye’de­ki mil­li­yet­çi po­li­ti­ka­la­rın son ya­rım asır­da iz­le­di­ği yol, kim­lik so­ru­su­nun de­ğer-yük­lü var­lık so­ru­sun­dan ay­rı ele alın­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor. Av­ru­pa me­de­ni­ye­ti­ni Türk­lü­ğün ye­ni kı­zıl el­ma­sı ka­bul eden Türk mil­li­yet­çi­li­ği ve onun sağ, sol ve Ke­ma­list ver­si­yon­la­rı, bü­tün Türk­lük ve Türk ta­ri­hi vur­gu­la­rı­nın ar­ka­sın­da “ben bir Av­ru­pa­lı gi­bi va­rol­mak is­ti­yo­rum” de­di­ler. Kim­se­nin der­di “Türk” ol­mak fa­lan de­ğil, bir şe­kil­de Av­ru­pa­lı ol­mak­tı. Bu­gün Av­ru­pa­lı­lı­ğın ye­ri­ni Ame­ri­ka­lı­lık al­dı. Her­kes “ne yap­sak da Kay­se­ri’de, Di­yar­ba­kır’da, Mek­ke’de kü­çük Ame­ri­ka­lar ya­rat­sak?” kay­gı­sı için­de. Böy­le bir va­rol­ma bi­çi­mi­ne rı­za gös­ter­dik­ten son­ra han­gi­mi­zin sa­hih bir kim­lik id­dia­sı ola­bi­lir?
 
Kim­lik Si­ya­se­ti ve Öte­si
Mo­dern Türk mil­li­yet­çi­li­ği­nin bu de­rin sap­ma­sı di­ğer et­nik grup­lar ara­sın­da da gi­de­rek yay­gın­la­şı­yor. Geç kal­mış bir mil­li­yet­çi­lik his­siy­le ha­re­ket eden Kürt ka­na­at ön­der­le­ri (Kürt hal­kı­nın büyük çoğunluğunu on­lar­dan ayır­mak ge­re­ki­yor), “ye­ni bir ulus ya­rat­mak” için ku­ru­cu-mit­ler oluş­tur­ma­ya, ye­ni ta­rih­ler üret­me­ye ça­lı­şı­yor. Bu­nun son ör­ne­ği, geç­ti­ği­miz ay Nev­ruz kut­la­ma­la­rı sı­ra­sın­da ya­şan­dı. Nev­ruz’u (sa­de­ce) Kürt­le­rin ulu­sal bay­ra­mı ola­rak gö­ren­ler, Nev­ruz’un as­lın­da bir Zer­düşt ge­le­ne­ği ol­du­ğu­nu, do­la­yı­sıy­la da­ha ev­ren­sel ve ta­ri­hî bir ni­te­li­ğe sa­hip ol­du­ğu­nu ve Müs­lü­man Kürt­le­rin bu­nun­la gu­rur duy­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­di­ler. Nev­ruz ger­çek­ten de bir Zer­düşt ya da Şa­man ge­le­ne­ği ola­bi­lir. Fa­kat bu­nu ta­ri­hen böy­le tes­pit et­mek­le Kürt­le­rin asıl kim­li­ği­ni Zer­düşt, Şa­man vs. ge­le­nek­le­rin oluş­tur­du­ğu­nu söy­le­mek ara­sın­da dağ­lar ka­dar fark var.
Bü­tün bu sap­ma­la­rın ar­ka­sın­da “kim­lik si­ya­se­ti” ya­tı­yor. Kim­lik si­ya­se­ti, bel­li bir gru­bun ge­nel top­lum için­de­ki ye­ri­ni top­lu­mun bir par­ça­sı ola­rak de­ğil, o gru­bun ayırt edi­ci özel­lik­le­ri­ni esas ala­rak ta­nım­la­ma­sı­nı ifa­de edi­yor. Kim­lik si­ya­se­ti­nin be­lir­le­yi­ci özel­li­ği, bir sos­yal gru­bun si­ya­sî, hu­ku­kî ve kül­tü­rel ta­lep­le­ri­ni, si­ya­sî bir prog­ram ha­li­ne ge­tir­mek­tir. Tür­ki­ye’de­ki Kürt, Ale­vi, Er­me­ni kim­lik­le­ri hak­kın­da ya­pı­lan tar­tış­ma­lar kim­lik si­ya­se­ti­nin so­mut ör­nek­le­ri­ni oluş­tu­ru­yor. Bu tar­tış­ma­da Türk­ler “Türk ol­mak”, Kürt­ler “Kürt ol­mak” gi­bi bir­ta­kım ay­rı­ca­lık­lı kim­lik ta­nım­la­rın­dan ha­re­ket­le hak ta­le­bin­de bu­lu­nu­yor. Böy­le­ce bir zen­gin­lik ve ahen­ge dö­nüş­me­si ge­re­ken kim­lik ton­la­rı, de­rin et­nik ve si­ya­sî bö­lün­me­ler ha­li­ne ge­li­yor.
Tür­ki­ye, fark­lı dö­nem­ler­de uy­gu­la­nan kim­lik si­ya­set­le­ri­nin be­de­li­ni fark­lı şe­kil­ler­de öde­di ve öde­me­ye de­vam edi­yor. Bir ta­raf­ta yük­se­len mil­li­yet­çi­lik­ler, öte ta­raf­ta kü­re­sel­leş­me­nin ulus-dev­let ya­pı­sı­nı çö­zü­cü et­ki­le­ri, mev­cut kim­lik ta­nım­la­rı­nın ye­rel olan­la kü­re­sel olan ara­sın­da sı­kı­şıp kal­ma­sı­na ne­den olu­yor. Ya­şa­dı­ğı­mız hız­lı de­ği­şim sü­re­cin­de ne tek ba­şı­na “dün­ya va­tan­daş­lı­ğı” gi­bi li­be­ral ve müp­hem bir kav­ram, ne de asa­bi­ye te­mel­li grup kim­lik­le­ri sos­yal ve si­ya­sî bü­tün­lü­ğü sağ­la­ma­mı­za im­kan ve­ri­yor. Tür­ki­ye’nin çok kat­man­lı kim­lik ve kül­tür ya­pı­sı, bu iki kut­bun dı­şın­da da­ha de­rin­lik­li ve kap­sam­lı bir kim­lik ta­sav­vu­ru ge­liş­tir­me­mi­zi zo­run­lu kı­lı­yor.
Fa­kat bu­nun için ön­ce va­ro­luş bi­çi­mi­mi­zi doğ­ru bir şe­kil­de ta­nım­la­ma­mız ge­re­ki­yor. Çün­kü “ben ki­mim?” so­ru­su, “ben na­sıl va­rol­ma­lı­yım?” so­ru­su­na tah­vil edi­le­bi­li­yor­sa, o za­man “ben na­sıl bir de­ğer sis­te­mi­ne sa­hi­bim?” so­ru­su­nu sor­ma­dan “ben Kür­düm, Tür­küm” de­mek an­lam­lı bir ey­lem ol­mu­yor de­mek­tir.

Paylaş Tavsiye Et