Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2005) > Müzik
Müzik
Şark Yıldızı: Ûm Kelsûm
Arapça’dan çeviren: Sevil Öztürk
İstanbul: Avesta Yayınları, 2005
Ümmü Gülsüm (Ûm Kelsûm), bu yüzyılda yaşamış en büyük kadın seslerden biri… Onun büyüleyici sesiyle söylediği şarkılar, uzun bir masal gibi dinleyenleri içerisine çeker. Aşk’ın getirdiği acı ve mutluluğun kaynaşması, tuhaf bir şekilde bu şarkılarda açığa çıkar. Ümmü Gülsüm, aklı başında bir kimseye çelişkili görünen bu ilginç kavuşmayı şöyle tanımlıyordu: “Sanatta görkemli olan şey; sanatçının bir sanat eserini bitirdiğinde, yüreğinde hissettiği mutluluğun ve çektiği acının garip buluşmasıdır.” O, sanat ile hayatı ayırmaz, sanatını hayatın içerisinde seyreden bir yolcu gibi icra eder ve ulaştığı her zirvenin gerçek bir zirve olmadığını bilirdi: “Kim ‘Ben dağın zirvesine ulaştım’ diyebilir? Ben sadece hayatın içinde seyrediyorum.” O hem eski kasideler ve şiirleri zevkle okur, hem de çağdaş şiirlerden bestelenmiş şarkıları seslendirirdi: “Ben şiirleri eski-yeni diyerek ayırmıyorum. Eski olsun, yeni olsun ama manası güzel olsun.” Ama bütün şarkılarını hissederek söylerdi: “Şeyh Ebu’l-A’lâ şarkıları ezberlemeden önce, onların sözlerini iyice anlamamı nasihat ederdi.” Bir şeyi hissetmek, öncelikle o şeyi anlamaktan geçiyordu; anlamak ise, ancak o şeyi olması gerektiği gibi yaşamakla mümkündü: “Şarkıları seviyorum. Seviyorum derken, manalarını da hayatımda kurmak, yaşamak istiyorum.” Ümmü Gülsüm, kadim geleneğin birikimlerini yok saymıyor, ben-idrakinin sağlıklı bir biçimde kurulabilmesi ve toplumsal hafızanın korunabilmesi için bu büyük “heritaj”dan (miras) yararlanmanın gereği üzerinde ısrarla duruyordu: “Musiki tarihimizde uzun Endülüs şarkıları yaşadı. Şahsî görüşüm, Endülüsî şarkıların Arap müziğinde çok önemli bir arşiv oluşturduğudur. Herkesin bu şarkıları ezberlemesi gerekir, öğrenmesi gerekir hatırlamak için. Bu şarkıları muhafaza etmemiz, onlara değer vermemiz gereklidir.” İnsanın yaptığı işin neticesinin güzelliği, kişiye getirdiği kemal mesabesindedir, ancak onunla ölçülebilir: “Şarkı söylerken yahut herhangi bir fen ile uğraşırken, yaptığımız o iş bize her zaman fikir ve hikmet vermeli.”
Bu ay sizlere tanıttığım biyografik eser, Ümmü Gülsüm’ün hayatı ve sanatkâr kişiliği hakkında bilgilerin yanı sıra, kendi dilinden hatıraları, hakkında başkalarının söylediği sözler ve seslendirdiği şarkılardan seçilmiş güftelerden oluşuyor. Çok kapsamlı bir eser olmamakla birlikte, Ümmü Gülsüm üzerine Türkçe’de yayımlanan ilk eser. Sanatkârın hayatı ve eserleriyle daha yakından ilgilenen okurlarıma, şu eseri tavsiye ederim: Virginia Danielson, The Voice of Egypt: Umm Kulthum, Arabic Song, and Egyptian Society in the Twentieth Century. Chicago: The University of Chicago Press, 1998. / Cihat Arınç

Tavsiye Et
Oum Kalsoum / Les Grands Compositeurs, vol. 3
Yapım: EMI Music, Fransa, 2000
Doğum tarihi kesinlik taşımamakla birlikte 1904 yılında dünyaya geldiği kabul edilen Ümmü Gülsüm (Ûm Kelsûm, Oum Kalsoum, Oum Kalthum, Om Kolthoum, Om Kalsoum, Umm Kalsum, Umm Kulthoum, Um Kulthum, vd.), 1921’de ilk defa sahneye çıkmasından sonra 1975’te ölünceye dek sahnede kaldı ve namını Arapça konuşulan dünyada ölümsüz kıldı. Musikiyle olan ilişkisi ilk olarak, köyün imamı olan babası erkek kardeşi Halid’e musiki talim ederken, babasını gizlice taklit yoluyla başladı. Babası, bir seferinde onun güçlü sesini kendi kendine mırıldanırken tesadüfen işitince, Ümmü Gülsüm’ün de bu derslere iştirak etmesini istedi. Küçük yaşta Kur’an’ı hıfz eden Ümmü Gülsüm, o büyüleyici sesiyle halk önünde Kur’an okurdu; ancak o beldede kızların erkekler önünde Kur’an okuması hoş karşılanmadığından, bu tilâvetler esnasında Ümmü Gülsüm’e erkek çocuk kıyafetleri giydirilirdi. 1923’te Kahire’ye yerleşen Ümmü Gülsüm, buranın daha serbest sayılabilecek ortamında babasının da desteğiyle sanat hayatını sürdürdü. Ümmü Gülsüm burada kent kültürüne ve toplumun kalburüstü tabakasının görgü ve göreneklerine çok çabuk ayak uydurdu. Onun varlığı, yayın hayatına 1934 yılında başlayan Mısır Radyosu’nda ve 1960 yılında yayın yapmaya başlayan Mısır Televizyonu’nda esaslı bir yer teşkil ediyordu. Orta Doğu’nun bu asırdaki en önemli ve yeri doldurulamayan hanendesi olan Ümmü Gülsüm, sanat hayatı boyunca büyük şairlerin pek çok eserini yorumladı, filmlerde rol aldı, ustalıklı radyo mülâkatları verdi. Mısır’ın bu sanatkâr Anne’si (Ümm) ruhunda çektiği derin acılar ve sancılarla ölümsüz bir müziği “doğurdu”; böylelikle “Mısır’ın sesi ve yüzü” olarak anılmaya başladı. Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde, milyonlarca insan onun yasını tutmak için Mısır sokaklarına döküldü. Arap âlemine “annelik” eden bu yüce kadın, geriye hiç çocuk bırakmadı; tabii eğer 132’sinin güftesi büyük şair Ahmed Râmî’ye ait olan 286 şarkıyı saymazsak... Şarkıların sözlerini çok çabuk öğreniyordu; çünkü küçük yaşlarından beri hep Kur’an okuyor olması, Ümmü Gülsüm’ün hafızasını ve lisanını açmıştı. Bir başka etken de “yaşanmışlık” olabilirdi ki, Ümmü Gülsüm bir defasında şöyle demişti: “Şarkılarımın hikâyesi, hayatımın hikâyesidir.” EMI Music, Ümmü Gülsüm’üm “hayatımın hikâyesi” dediği şarkılardan seçerek oluşturduğu birbirinden değerli üç albüm yayımladı. “Arabian Masters” (Arap Ustalar) dizisi içerisinde yayımlanan bu üç albümde, Ümmü Gülsüm’ün çeşitli stüdyo ve canlı konser kayıtları yer alıyor. Bu albümlerden bu ay sizlere tanıttığım üçüncüsü içerisinde yer alan eserlerden özellikle güfteleri büyük şair Ahmed Râmî’ye (1892-1981) ve besteleri usta bestekâr Muhammed Kasabci’ye (1892-1966) ait olan “El Chakke Yehyi El Gharam”, “Al Sabbe Tafdahaho”, “El Boode Tale” ve “Ya Rohi” adlı eserler insanı büyülüyor. Çağdaş dünyanın acıyı kötüleyen hazcı (hedonist) müziklerinin tehdit ettiği ruhunu “dem-i İsa” misali Şark’ın sesiyle/nefesiyle diriltmek isteyen dinleyiciler için, muhakkak edinilmesi gereken bir albüm dizisi... / Cihat Arınç

Tavsiye Et
Kerkük Türküleri
Mehmet Özbek - Abdurrahman Kızılay
Yapım: Tac Yapım, 2005
Türkü deyince nedense akla mutluluktan ziyade acılar gelir. Kerkük bölgesi, on yıllardır acılar içerisinde makus talihiyle boğuşuyor. İşgalci kuvvet ABD’nin bölgeye düzenlediği saldırılar ve sonrasındaki kargaşanın doğurduğu Peşmerge zulmü ise, bu kör talihin yeni bir cilvesi… Mum Kimin (Gibi) Yanan Kerkük Türküleri adını, Kerkük’ün hayli zamandır alev alev yanıp âdeta mum gibi eridiğini ifade eden hüzünlü bir şiirin son mısrasından alan bu albümde, bölgede bin yılı aşkın bir süredir varlık gösteren Türkmenlerin sadece teorik bakışlarla açıklanması mümkün olmayan serencâmı, şiirin ve müziğin diliyle ifadesini buluyor. Usta bir icracı, derlemeci, araştırmacı, hoca, bestekâr ve koro şefi olan Mehmet Özbek ve ismi Kerkük türkü ve hoyratlarıyla özdeşleşen Abdurrahman Kızılay, böylesi bir albüm yaparak kirlenen dünyamızdaki kötü gidişe sanatın diliyle karşı çıkabilmenin mümkün olduğunu bizlere gösteriyorlar. Acıyı sadece dilinde gevelemek değil, sorumluluk duygusuyla gerçekten yüreğinde hissetmek isteyenlerin dinleyebileceği güzel bir albüm… / Cihat Arınç

Tavsiye Et