Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2005) > Dosya > Bab-ı Âli’den çıktık yola...
Dosya
Bab-ı Âli’den çıktık yola...
Yücel Bulut
OSMANLI gazeteciliği, Batılılaşma sürecimizin bir ürünüdür ve ileriki dönemlerde, bu siyasetin geliştirilmesinde ve dillendirilmesinde rol oynamış etkili bir araçtır. Gazetecilik kültürümüzün oluşumunda, Batılılaşma tecrübemizin gerek dil, gerek muhteva ve gerekse de tarz itibariyle belirleyici etkisi inkâr edilemez.
II. Mahmut döneminin önemli yeniliklerinden bir tanesi olarak yayımlanan Takvim-i Vekayi (1831) adlı gazetenin amacı, öncelikle, çıkarılan kanunları devlet memurlarına duyurmak ve kanunların nasıl uygulanacağı konusunda onları bilgilendirmekti. Söz konusu gazetenin, yabancı devletleri ve elçilikleri, yapılan reformlar konusunda bilgilendirmeyi hedefleyen Le Moniteur Ottoman isimli Fransızca bir versiyonu da vardı. Resmî bir nitelik taşıyan bu iki gazeteyi takiben, Ceride-i Havadis (1840) yayımlandı. W. Churchill adlı bir İngilizin çıkardığı gazetenin hayli ilginç bir öyküsü vardı ve anlaşıldığına göre, Churchill’e tanınan gazete çıkarma imtiyazı, onu ve -gelişen olayları bahane edip yaygara koparan- İngiliz elçiliğini susturma amaçlıdır.
Yeni düşünce hareketlerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, Osmanlı gazeteciliğinde de bir hareketlenme gözlenir. Bu anlamda, 1860’da Agâh Efendi ile Şinasi’nin birlikte yayımladıkları Tercüman-ı Ahval dikkati çeker. Şinasi’nin, tek başına çıkarmış olduğu Tasvir-i Efkâr (1862) ise, Osmanlı gazeteciliği için gerçek anlamda bir dönüm noktasıdır. Gazete; gerek yeni muhtevası ve dil özellikleri, gerekse de Yeni Osmanlıların oluşumundaki rolü ile önemlidir.
Yeni Osmanlıların yurt dışından yürüttükleri muhalefetin en önemli aracı, yine gazete oldu. Önce Muhbir (1867–1868), ardından da Hürriyet (1868–1870) Yeni Osmanlı hareketinin geliştirdiği muhalefet dilinin, söylemin ve hareket tarzlarının takip edilebileceği yayınlardır.
İlerleyen süreçte, iktidar mücadelelerine yeni aktörlerin katılmasıyla gazete sayısında da bir artış gözlenir. Meşveret (A. Rıza, 1895), Mizan (M. Murat, 1897), Osmanlı (A. Cevdet, 1897–1903), Terakki (Sabahattin Bey, 1906), Şura-yı Ümmet (A. Rıza, 1902–1908) ve Kanun-u Esasi (Kahire, 1897) vb. pek çok gazete ile karşılaşıyoruz. Düşünce gazetesi niteliği ağır basan bu gazeteler, en temelde de, II. Abdülhamit yönetimine muhalefet etmek şiarıyla hareket ediyorlardı. Bu türden gazetelerin sayısı o denli çoktu ki, söz konusu yayınlar hakkında belli şüpheler doğmuştu. A. B. Kuran şöyle diyor: “Parasız kalan veya fazla paraya ihtiyacı olan; bir gazete çıkarıyor, biraz bağırıyor, beş on mangır alarak bir kenara çekiliyor. Bununla milliyeti berbad ediyor. Cemiyetin (İTC) namusunu lekeliyor.”
II. Meşrutiyet’in ilk üç buçuk yılında 607 gazete ve dergi yayımlanmış ve bu sayı, 1908–1918 arasında toplam 918’e ulaşmış. A. E. Yalman’ın imzasız başyazılar yazdığı Yeni Gazete, H. Cahit ile T. Fikret’in birlikte çıkardıkları Tanin (1908–1925), Mevlanzade Rıfat’ın yönettiği Hukuk-u Umumiye ve ardından Serbesti, İttihatçı karşıtı Sada-yı Millet, İttihatçıların yayını Şura-yı Ümmet, Ahrarcıların yayını Osmanlı vs. bu dönemde yayımlanan gazetelerden bazılarıdır.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yayımlanan gazeteler, belli düşüncelerin ve kavramların ilk kez dillendirilmesi açısından önemlidirler. Aynı zamanda her biri aydın olan gazeteciler, kendilerini doğuran yeni değerlerin her daim savunucusu oldular. Gazeteler, bu yeni tür aydınların düşüncelerini daha geniş kesimlere iletmek için yeni bir dil geliştirdikleri ve yeni edebî türler kullandıkları bir ortam olarak da değerlendirilebilir.
Bu dönemde gazetelerimizde göze çarpan özelliklerden bir tanesi de, halkın aydınlatılması ve bilgilendirilmesi misyonudur. Gazete sayfalarında devrin ilmî gelişmeleri hakkında ayrıntılı malumatlar verilmesi bu açıdan dikkat çeker. Fakat bunun ötesinde, Osmanlı aydınlarının ve gazetecilerinin, kendilerini toplumu ve devleti kurtaracak mutlak tek hakikati kavramış kurtarıcılar olarak görmeleri, gazete yazılarının üslubuna da sinmiştir. Osmanlı aydınları için rahatlıkla söylenebilecek olan, kendilerini doktor, toplumu da hasta olarak değerlendirmeleri ve dolayısıyla da toplum için neyin doğru, neyin yanlış olacağına kendilerinin karar verebileceğine duydukları inanç; başlangıcından itibaren gazeteciliğimize yerleşmiş olan ve günümüzde de devam ettiğini gözlemekten üzüntü duyduğumuz bir halet-i ruhiyeye neden olmuştur.
Başlangıcından itibaren hem muhalefet hareketleri, hem de matbuatımız için finans problemi karşılaşılan en önemli meselelerin başında gelmiştir. Bu sorunun çözüm biçimi, o gün bugündür, Osmanlı ve Türk basınının biçimlenmesinde son derece belirleyici olmuştur. Osmanlı muhalif aydınları; ihtiyaç duydukları iletişim araçlarını, birilerinin yardımıyla karşıladılar. Bu anlamda Mustafa Fazıl Paşa’nın Yeni Osmanlı faaliyetlerindeki –yalnızca parasal anlamda olmayan- merkezî rolü herkesin malumudur. Desteğini çektiğinde, hareket kısa zamanda dağıldı. Hürriyet’i tek başına çıkarmak zorunda kalan Ziya Paşa, ihtiyaç duyduğu yeni hamiyi Mustafa Fazıl Paşa’nın rakibi Hıdiv İsmail’in şahsında buldu. İşin acı yanı, bütün bu finansal desteğin, -bağımsız olma iddiasındaki- muhalefet hareketlerinin söylemlerinin ve hareket tarzlarının oluşumunda her zaman etkili ve belirleyici olmasıdır.
Siyasetin parçalandığı ve devreye yeni aktörlerin girdiği dönemlerde, ülkenin siyasal ve ekonomik meselelerinde süreci kendi istekleri doğrultusunda belirlemek ve bu amaçla kamuoyu oluşturmak isteyenlerin, bu finansman ihtiyacı üzerinde basını yönlendirme gayretlerinin arttığı gözleniyor. A. E. Yalman, Tanin için söylenen “Ruslardan para alıyor, Rus baştercümanı matbaadan çıkmıyor” sözünü iftira olarak niteledikten sonra “Fakat her gün takım takım yazılarla ortalığı bulandıran, normal ve meşru gelirlerle yaşamalarına ihtimal olmayan büyük bir kısım gazetelerin ecnebi parası aldıklarına şüphem yoktur.” diye ekliyor. Ardından da, kendisinin de yazdığı Yeni Gazete’de ecnebi parasının oynadığı rolden bahsediyor ve şöyle diyordu: “Benim aldığım intiba, gazetenin zamanına göre, hem İngilizlerden, hem de Avusturyalılardan para aldığı yolundaydı.”
Günümüzde yaşananların ışığında, belli koşullarda ortaya çıkan gazeteciliğimizin, zaman içinde, gazetecilik mesleğinin yazılmamış yasalarıhaline gelmiş bazı davranış tarzları geliştirdiğinden söz etmek mümkün. Ülkenin kaderi üzerinde etkili olmak isteyen –iç ve dış- kesimlerle problemli ilişkilere, topluma karşı yabancı ve yukarıdan bakan bir tavra ve toplumu aydınlatma iddiasına sahip ileri (!), aydınlanmış(!) ve kaliteli (!) medyamızın, iki yüzyıla yaklaşan tarihine karşın bir adım dahi ileri gitmediğini tespit etmek acı bir gerçektir.

Paylaş Tavsiye Et