Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2004) > İş Dünyası > Dik kulaklı eşek özlemi
İş Dünyası
Dik kulaklı eşek özlemi
M. Necati Bakırcı
AYDIN Boysan, Abant Gölü çevresinde yapılan bir yürüyüşte, Vehbi Koç’un yolun ilerisinde duran bir eşeğin yanına gittiğini görür ve merak ederek yanına yaklaşır. Vehbi Bey, Aydın Boysan’a şu itirafta bulunur: “Bak, ne güzel dik kulaklı bir eşek!... Babam bana, çocukluğumda düşük kulaklı bir eşek almıştı. Dik kulaklı bir eşeğe sahip olamamak, içimde hep bir ukde olarak kalmıştır!”
Dedesi Hacı Rıfat Efendi’nin elini her öpüşünde, “Dede sen para kokuyorsun!” diyerek harçlığını hatırlatan çocuk Vehbi, büyüdükçe Ankara’da ticaret işlerinin “hep Yahudi, Ermeni ve Rumların elinde” olduğunu görmekte ve onlara imrenmektedir. “Bu duygularla, ben de ticarete atılıp zengin olmaya karar verdim. İlk hedefim, kazanacağım elli bin lira ile Ankara’da beş katlı bir mağaza sahibi olmaktı.”
Dik kulaklı bir eşek veya beş katlı bir mağaza… Tatminsizlik, imrenme veya gözü yükseklerde olma… Bu ve benzeri güçlü arzular olmadan, insanlar büyük riskler üstlenip iş hayatına atılırlar mı? Ünlü sosyolog Daniel Lerner ve ekibi 1951’de Ankara’nın dışında bir köyde (Bu köy, şimdi Ankara’nın neredeyse merkezinde sayabileceğimiz Balgat’tır!) araştırma yapar. Cevabını aradıkları temel soru şudur: “Köyünüzün dışında yaşamak zorunda kalsanız, nerede yaşamak istersiniz?” Muhtarın cevabı, bütün köyün hissiyatını yansıtıyor gibidir: “Allah saklasın! Ölürüm daha iyi!” Farklı düşünen bir tek kişi vardır: Köyün bakkalı. Amerika’da yaşamak istemektedir. Niçin? “Geçen ay şehirdeki akrabalarım beni sinemaya götürdüler. Bir Amerikan filmiydi. Filmdeki bakkalın çok güzel rafları vardı. Her şey çok düzenliydi. Benim de öyle raflarım olsun isterim!”
20. yüzyılın ortalarına kadar İstanbul, Vehbi Koç’un gözlemlediği Ankara’dan farklı değildir. Orada da Müslüman ahali ticaret ve imalat işlerinden uzak durmaktadır. 18. yüzyıl başlarında İstanbul’da elçilik yapan Edward Montagu’nün eşi Lady Montagu Edirne çarşısını göklere çıkarmakta, Londra’daki borsa ile kıyaslayıp övmektedir. Ne var ki, “Zengin tüccarın çoğu Yahudidir. Bunların nüfuzu çok kuvvetli, imtiyazları Türklerinkinden fazla. Kendi kanunlarıyla idare edilen bir cumhuriyet gibiler. Türkler atıl tabiatlı ve sanayiye hevesli değiller. Yahudiler birlik olduklarından, devletin bütün ticaretini ellerine almışlar.” 150 yıl sonra, Ahmet Midhat Efendi de bu durumdan şikayet etmiyor muydu? Romancımıza göre, İstanbul’da herkesin gözü memurlukta. Kimse “kisb-i kâr” eylemeyi aklına koymuyor.
Önce Jön Türkler, sonra Cumhuriyet eliti bu duruma son vermek amacıyla yerli bir girişimci sınıf, bir millî burjuvazi oluşturmaya yöneldiler. Vehbi Koç, bu arayışın günümüze uzanan önemli örneklerinden biridir. Başarı ve başarısızlıkları, Cumhuriyet tarihinin özeti gibidir. Alparslan Türkeş, bunu büyük bir belagatle dile getiriyor: “Ankara şehrinin kaderi ve tarihiyle adeta paralellik arz eden bir olay da, aynı tarihlerden başlayarak yaşanmıştır. Bu olay, bu şehrin bir çocuğu, yani kelimenin tam anlamıyla bozkırda doğan bir genç olan Vehbi Koç’un, tıpkı Ankara şehriyle beraber başlayan ve devam eden yükselişidir. Bir bozkır çocuğu olan Vehbi Koç da, bir bozkır şehri olan Ankara gibi, büyümesini ve yükselişini sürdürmektedir.”
 
Yöneticilik, Adam Bulma Sanatıdır!
Bu ara başlığı geçen sayımızdan hatırlayacaksınız. Sabancı grubunun yükselişini anlatırken, Sakıp Bey’in tekstil piyasasından Nedim Kasado, Avandis Kazancıyan, Elyafim Kandiyodi gibi isimleri; bürokrasi ve devlet kademelerinden de Turgut Özal, Naim Talu, Ahmet Dallı gibi şahsiyetleri nasıl büyük beceriyle gruba kazandırdıklarını anlatmıştık. Vehbi Koç da, daha bakkallık günlerinden başlayarak, piyasanın usta isimlerini gözüne kestiriyor ve uygun zamanda ‘transfer’ ediyordu. İlk hedefi, önemli tüccarların tezgahtarlarıydı. “Hepsi becerikli ve çalışkan satıcılardı. Kösele işinde kazanç vardı ve bu işi iyi bilen satıcılardan biri de Ebeoğulları’nın yanında çalışan Rum Kosti Efendi idi. Çetin geçen bir pazarlıktan sonra Kosti Efendi, Koçzade’nin yanında çalışmayı kabul etti.” Vehbi Bey, yıllar sonra Kosti Efendi’yi şöyle hatırlıyor: “Bu adamı yanıma almayı kafama koymuştum. Uğraştım, fazla para teklif ettim ve almayı başardım. Kosti bana çok şey öğretti, benim hocam oldu. İş hayatımın ilk yıllarında onun önemli yeri vardır.”
Koçzade Vehbi Bey’in ikinci transferi, Ankara’nın en büyük Musevi ticarethanesinin baş tezgahtarı Hiya Elmaaki’dir. Bu sayede kısa süre içinde “bakkallıktan aktarlığa, aktarlıktan hırdavatçılığa geçilmiş, alınıp satılan çeşitler arasına iplikler, aynalar, bardak, tabak, fincan gibi züccaciye malzemesi eklenmişti.” Ankara’nın başkent olmasıyla birlikte, Vehbi Koç süratle yapı malzemesi işine atılmış, çimentodan musluğa, inşaat demirinden kiremite kadar her şeyi alıp satmaya başlamıştı.
Birikimin Anahtarı: Tutumluluk
Max Weber, örnek Protestan girişimcilerin temel vasıflarından birinin tutumluluk olduğunu söylüyordu. “İşten artmaz, dişten artar!” atasözü de Weber’i doğruluyordu. Gazeteci Yavuz Donat’ın 1980’lerdeki şu anısı, Vehbi Koç’un pahalı eşyaya bakışını (yeni yetme burjuvaların ise hesapsız müsrifliğini!) çok iyi belgeliyor:
“Japonya’dayız. Başbakan Özal’ın gezisinde… Otelin altında bir kuyumcu var. Özellikle inci satıyor. Heyettekilerin bir bölümü kuyumcudalar. Kimi bir şey alıyor, kimi alana bakıyor. Bu sırada Vehbi Bey’le karşılaştım. Kuyumcudakileri gösterip sordu:
• Ne yapıyorlar?
• İncilere bakıyorlar.
• Ucuz mu?
Birlikte yürüdük. Vitrindeki incilere, fiyat etiketlerine baktık. Rakamları Türk parasına çevirip söyledim… Hafif bir çığlık attı, avucunu ağzına götürerek:
• Abuuu! Bunlara bu kadar parayı kim verir? Amanın biz buradan gidelim… Haydi…
Uzaklaştık. Vehbi Bey’in servetinin yüzde birine, binde birine sahip olmayan pek çok kişi için o inciler pahalı görünmüyordu. Kuyumcuda belki yirmi, otuz tane Türk müşteri vardı. Ama Vehbi Bey için çok pahalıydı. Bunu kendisine anlattım. Güldü:
• Yok, yok, ben o kadar zengin değilim. Ben paranın nasıl kazanıldığını biliyorum. Ben onlar gibi harcayamam!”
Kapitalizm, serveti sermayeye dönüştürme; bu şekilde oluşan sermayeyi ise kesintisiz biriktirip büyütme sistemidir. Girişimcilerin bu bilince ulaşmadıkları, kazandıklarının büyük kısmını lüks tüketim için harcadıkları bir toplumda, ekonomik gelişme sağlanamaz. (Vehbi Koç’un hayatından kesitler Sayın Can Kıraç’ın “Anılarımla Patronum Vehbi Koç” başlıklı kitabından alınmıştır.)

Paylaş Tavsiye Et