Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2004) > Dosya > Kıbrıs neden önemli?
Dosya
Kıbrıs neden önemli?
Yücel Bulut
NİYAZİ Kızılyürek Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs başlıklı çalışmasında doğduğu Bodemya köyünü tasvir ederken şunları söylüyor: “Büyük çoğunluğu köydeki çiftliklerde çalışan köylüler, 20’nci yüzyılın ortalarına kadar milliyetçilik olgusundan uzak, geleneksel değerlere bağlı bir yaşam sürdürüyorlardı. Nerdeyse herkesin Türkçe ve ‘Rumca’ olmak üzere iki dilli olduğu Bodemya köyünde, Türk ve Helen sözcükleri yakın geçmişe kadar kullanılmıyor, kullanıldığı zaman da siyasi bir anlam içermiyordu. Köylüler, Hıristiyan ve Osmanlı/Müslüman olarak birbirlerinden ayrılıyorlar, yan yana bulunan cami ve kilisede ayrı ayrı ibadet ediyorlardı; ama din, hiçbir zaman gerilim yaratan bir olgu olmamıştı. Tam tersine, birbirlerinin dini bayramlarına, saygı duymanın da ötesinde, dayanışmacı bir anlayışla katılıyorlardı. Örneğin, Hıristiyanlar kendi bayramlarını kutladıkları zamanlarda Müslümanlar, Hıristiyanların da işlerini üstlenerek onlara bayramlarını rahatça kutlama olanağı sunuyorlardı. Kuşkusuz, Hıristiyanlar da Müslümanlar için aynı şeyi yapıyorlardı. Bu dayanışma sadece bayramlarda değil, durum ne zaman gerektiriyorsa tekrarlanıyordu.” Ütopik bir topluma aitmiş gibi gözüken, yazarın deyimiyle, “aslolanın hayatla baş etmek” olduğu “milliyetçilik öncesi dünya”ya ait bu ilişkiler, modernite ile tanışmış şehirlerde yeni ve kökten farklı bir hal almıştı. Yazara göre “moderniteyle gelen milliyetçilik, Hıristiyan ve Müslümanları, Helenler ve Türkler olarak siyasi özneye dönüştürüyordu.”
Kıbrıs’ın bir ada oluşu ve Kıbrıs’tan bahsedilirken de ada toplumlarının özelliklerinin öne çıkarılmasına başka çalışmalarda da rastlıyoruz. Bu çalışmalarda adanın “kapalı bir toplum” yapısı gösteren özelliklerine, kendi kapalı dünyasında mutlu ve çelişkisiz bir hayatın sürdürüldüğüne ilişkin değerlendirmeler öne çıkıyor. (Bu noktada, Thomas Moore, Campanella ve diğer ütopyacıların tasarladıkları ütopik toplumların da birer “ada” toplumu olduklarını hatırlatmakla yetinelim.) Buradan hareket edildiğinde de, Kıbrıs’ta yaşanan sorunların çözümünün “Kıbrıslılık kimliği”nin kabulünden geçtiği belirtiliyor. Annan Planı’nın da, meseleyi bu temelde algılamaya özen gösterdiğini söylemek, sanırım yanlış olmayacaktır. Bu yazının amacı, ada toplumlarının yapısal niteliklerini ya da milliyetçilik fikirlerinin Batı dışı toplumlarda gösterdiği farklı özelliklerini ve etkilerini tartışmak değil. Ancak şu kadarını vurgulamakla yetinelim: Kıbrıs sorununu, bir ada toplumu bağlamında ele alıp açıklamak ve sorunun çözülebileceğini düşünmek -en azından bugün itibarıyla- mümkün değildir.
Kıbrıs’ın bir ada olduğu elbette doğrudur. Fakat başka doğrular da bulunuyor. Kıbrıs son derece önemli bir bölgede yer alan stratejik öneme sahip bir adadır. Bu yönüyle de küresel ve bölgesel politikalarda etkin olmak isteyen herhangi bir devletin ihmal etmesinin mümkün olmadığı bir kara parçasıdır. Kıbrıs’ta iki farklı toplumun yaşamasına karşın, Kıbrıs’ın sıradan bir Türk-Yunan, Türk-Rum etnik probleminin ötesinde değerlendirildiğini gösterecek şekilde ABD’-nin ve AB’nin meselenin çözümüne dahil olma arzuları da bu stratejik önemden kaynaklanıyor. Kıbrıs’ın bu stratejik önemini ve ayrıca da, uluslararası güçlerin onun bu stratejik konumundan yararlanacak etkin bir durumda olma isteklerini kavrayamaz isek, Kıbrıs sorununu da hakkıyla kavramamız mümkün değildir.
Tarihte, adanın bu konumundan dönem dönem farklı ülkeler yararlanmak istemişlerdir. Haçlı seferleri döneminde, adanın, Avrupa’nın Yakındoğu bölgesiyle ticari ilişkilerinin sürdürülebilmesi için bir merkez haline getirildiğini görüyoruz. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethederek bölgede Haçlıların egemenliğine öldürücü bir darbe vurması sonrasında, Haçlıların bölgeye tekrar nüfuz edebilme çabalarının bir sonucu olarak Kıbrıs’ın İngiltere Kralı Richard tarafından ele geçirilmesi, hemen ardından da, Haçlı Seferleri esnasında teşekkül ettirilen ve hayli spekülatif bir tarikat olan Tapınak Şövalyeleri tarafından Yakındoğu ticaretinde ve ilişkilerinde etkinliğin sürdürülmesi amacıyla Kral Richard’tan yüksek bir meblağ karşılığında satın alınması, adanın bu stratejik konumunun her dönem için önemli olduğunu gösteriyor.
Bizans, Emeviler, Abbasiler, Venedikliler ve Cenevizliler adanın bu öneminin hep farkında oldular. 1571 yılından itibaren, 300 yılı aşkın bir süre Kıbrıs’ı egemenliği altında bulunduran Osmanlı Devleti de, adanın bu konumundan Doğu Akdeniz ve uluslararası siyasetlerini gerçekleştirme amacıyla yararlandı. Adanın yakın dönemlerde tekrar önem kazanması, İngiltere’nin Hindistan güzergâhını denetleme ve güvenceye alma ihtiyacından kaynaklanıyordu. İngiltere bu siyaseti, 1878’de adayı Osmanlı Devleti’nden kiralamak suretiyle uygulama imkanı buldu. Baykan Sezer Kıbrıs Üzerine adlı kitabında İngiltere’nin adadaki yönetiminin “tam anlamıyla sömürge yönetimi” olmadığını belirttikten sonra şöyle der: “(İngiliz idaresi) Kıbrıs halkının, Kıbrıs adasının sömürülmesi, oradaki zenginliğin İngiltere’ye aktarılması anlamına gelmemektedir. Kıbrıs’ın zenginliği stratejik konumudur. Bu konumun denetimidir.”
İngiltere, Kıbrıs aracılığıyla yeni bir siyaset geliştirmek amacında değildi; ancak adanın stratejik öneminin farkında olarak, rakiplerinin denetimine geçmesine, dolayısıyla da kendi çıkarlarına ters siyasetlerin gelişmesine engel olmak istiyordu. Baykan Sezer’in kelimeleriyle, “İngiltere’nin Yakındoğu’da siyasetinin temel özelliği açık deniz denetimine dayalı İngiliz dünya egemenliği siyasetine alternatif olabilecek yeni siyaset oluşumunu engellemektir. İngiltere kendisine karşı geliştirilebilecek yeni bir siyasetin oluşumunu engellemek ve bu siyasete temel sağlayabilecek kozları kendi elinde tutmak amacındadır.” Ahmet Ağaoğlu’nun İngiltere ve Hindistan adlı kitabındaki değerlendirmeleri de Baykan Sezer’in yaklaşımını destekleyici niteliktedir: “İngiliz müstemlekelerinin sertacı bittabi Hindistan’dır; İngiliz azamet ve haşmetini, İngilizin cihan hakimiyetini temin eden hakikatte bu müstemlekedir; onun üçyüz milyon ahalisi ve nihayetsiz tabii servetleridir. (…) İşte bunun içindir ki İngiltere de bu müstemlekeye başkaca ehemmiyet vermiştir, onu bütün müstemlekelerden ayırarak hususi bir idareye tabi kılmıştır. Hatta denebilir ki, İngiliz siyaset-i umumiyesinin en mühim amili bu müstemlekedir; onu muhafaza ve müdafaa endişesidir. Cebellittarik, Malta, Mısır, Süveyişkanalı, Aden, Bahreyn, Irak, Basra, Benderbuşir, Seylan, Hayber Geçidi, hulasa Hindistan’a yol açacak, Hindistan’a götürebilecek her delik, her çizgi bunun için tıkanmış, bunun için işgal edilmiştir. Rusya ile rekabet, Balkanlar’da, Tibet’te, Nepal’de, Baymer’de Ruslara karşı koymak, Efganistan’da, İran’da, Türkiye’de vaki olan hareketleri titiz bir gözle takip etmek, vaktiyle bizi Rusya’ya karşı koyarak birçok muharebelere sevk etmek, Rusların hamlelerine karşı koyamadığı zamanlar İran’ı ve bizi taksim ederek araya bir Etat Tampon ihdas etmeğe kalkışmak hep o endişeden mütevellit hadiselerdir.” Bütün bunlar, 19’uncu yüzyıl itibariyle, Kıbrıs’ın İngiltere’nin stratejik planlarındaki yerini ve önemini göstermeye kafidir. Yüzyıl başında Orta Doğu’da petrolün bulunuşu Kıbrıs’ın stratejik önemini daha da artırdı. Buna bir de Soğuk Savaş döneminin etkisini eklersek resim tamamlanacaktır. Bütün bunların ışığında, İkinci Savaş sonrasında sömürgelerin bağımsızlıklarını kazandığı konjonktüre karşın, İngiltere’nin adadan bütünüyle çekilmemek için türlü yollar denemesi daha anlaşılır bir hal alıyor. Adadaki çatışmaların tam da bu döneme denk gelmesini kötü bir tesadüf olarak mı açıklayacağız?
Bu gelişmeler, aynı zamanda, günümüzde çözülmesi için uluslararası düzlemde yoğun uğraşların verildiği Kıbrıs meselesinin aldığı yeni biçimi de belirleyici oluyor. Fakat bugün Kıbrıs meselesi tartışılırken İngiltere’nin ya da günümüzün süper güçlerinin bu sorunun oluşumundaki payı üzerinde yeterince durulmuyor ve mesele yalnızca Türk-Rum etnik sürtüşmesine ya da Türkiye-Yunanistan arasındaki geleneksel gerginliğe indirgeniyor. Adada fiilî olarak birbiriyle uyuşmayan iki tarafın varlığı ve bunlar arasında belli sorunların bulunduğu aşikâr. Ancak aşikâr olan bir gerçek daha var: Kıbrıs sorunu, Türk ve Yunan tarafının “bütünüyle kendi aralarında alacakları kararlarla” çözülebilecek bir sorun değildir. ABD’nin ve AB’nin küresel siyasetleri, bu siyasetlerin birbiriyle uyuşması ya da uyuşmaması dikkate alınmadan bu sorunun çözülebileceğini düşünmek ne derece mümkündür? Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde günümüz dünyasının süper güçlerini değerlendirmeye katmadan, yalnızca Türk ya da Yunan tarafına dönük suçlamacı yaklaşımların sahici ve samimi bir yanı yoktur. Başka bir deyişle problem, verili bir alanın sınırlılığı içerisinde tartışılıyor ve bu sınırlılık içerisinde kalındığı müddetçe Kıbrıs meselesinin sebeplerini de, çözümlerini de kavramak imkanı yoktur. (Yeri gelmişken bir noktayı daha belirtelim. Yazımızın başında yaptığımız alıntıda, adadaki mutlu yaşantının “modernite” ve onunla birlikte gelen “milliyetçilik”le bozulduğu ifade edilmekteydi. Bu “milliyetçilik” anlayışının adadaki işlevinin ve amacının sorgulanması gerekmiyor mu? Bu nasıl bir milliyetçiliktir ki, ne Yunan, ne de Türk tarafı adadaki İngiliz varlığına dönük bir gündem oluşturmamaktadır? Adadaki taraflara kıyasla çok daha yabancı ve emperyalist bir ülkeye ve o ülkenin askeri varlığına ilişkin tek bir şikayetin dile getirilmemesi, ortada dolaşıp duran antlaşma metinlerinde bu durumun gündeme alınmaması, üzerinde düşünülmeyi hak etmiyor mu?)
Bugün gelinen noktada Kıbrıs meselesi, adadaki iki taraf arasındaki bir mesele haline indirgenmesine rağmen, aslında pek çok hesabın onun üzerinden görülmek istendiği; uluslararası, stratejik derinliği olan, çok boyutlu ve çok yönlü bir problemdir. Kıbrıs meselesinde kendi koşullarını başarıyla diğerlerine kabul ettirecek tarafın, küresel ve bölgesel anlamda etkinliğini daha bir artıracağını söylemek bir kehanet değildir. Aradaki tarihî ve kültürel bağlara ve bu bağların yüklediği sorumluluklara ek olarak, jeostratejik konumu nedeniyle de Kıbrıs Türkiye için vazgeçilemez bir önemdedir. Sovyetlerin yıkılışı sonrasında kurulması tasarlanan yeni dünyada, Türkiye’nin, varlığını tarihsel konumuna uygun bir şekilde sürdürebilmesi ve ileriye dönük olarak tasarladığı adımları atabilmesi için etkinliğini korumak zorunda olduğu alanlardan birisi de Kıbrıs’tır. Kıbrıs’ta etkisini, vazgeçilemezliğini ve önemini kaybeden bir Türkiye için, AB ve ABD ile olan ilişkiler de sıkıntılı olacaktır. Başka bir şekilde söyleyecek olursak; Kıbrıs’taki etkin konumunu korumakta ısrarlı olacak bir Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerinde de kendi koşullarını dillendirebilme imkanına sahip olacaktır. Nitekim, son dönemde yaşanan bazı gelişmeler, bu noktada bazı sonuçların alınmaya başladığını gösteriyor.

Paylaş Tavsiye Et