Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2007) > Ankara Havası
Ankara Havası
Uça uça Çankaya’ya
Cumhurbaşkanlığı konusunda AK Parti’nin ve Başbakan Erdoğan’ın suskunluğu, hiç hesapta olmayan namzetlere cesaret veriyor olmalı ki, sunucu Metin Uca da aday olduğunu açıklamış. Üstelik 110 milletvekilini arkasına alan Uca, muhtemel masraflar problemini de Ankara’daki evini satılığa çıkararak çözmüş.
Böylesi bir girişimi demokratik bir hakkın kullanımı saymak ya da hafiften bir tebessümle geçiştirmek mümkün; ancak durum o kadar basit değil. Bakın Uca nasıl gerekçelendiriyor sürpriz adaylığını: “Bu, bir cüret, kalkışma ya da eğlenceli bir girişim değil; sadece demokratik hakkı kullanma girişimi hiç değildir. Bu, çözümsüzlüğe ve Türkiye’nin hızla gitmekte olduğu tıkanmaya karşı duyarlı bir girişimle yeni arayışlara kapı açma çabasıdır. Bu nedenle ben ciddi ve umutluyum.”
Eh, hele bu son cümleden sonra diyecek bir sözümüz yok; bize de ‘ciddi’ ve Uca adına ‘umutlu’ olmak düşer. Ancak vaktiyle bir üniversite hocasının İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’ten aldığı sürpriz teklifle nasıl şaşkına döndüğünü hatırlamadan edemiyor insan. Hoca hem şaşkın, hem de esprili bir dille anlatıyordu teklifi:
“Doğu Bey, seçim öncesi beni aradı ve ‘Hocam, son anketlere göre iktidara geliyoruz; fakat açıkçası bu kadar erken beklemediğimiz için pek bir hazırlığımız yoktu. Şimdi bir kadro kuruyoruz. Siz de İşçi Partisi iktidarında görev almak ister misiniz?’ dedi. Ben de ‘Tabii, Doğu Bey, neden olmasın’ diye cevapladım.”
Sonrasında ne mi oldu? İşçi Partisi %1’i geçemedi. Yaptırdığı anketlerde %36 oy alan profesör parti liderleri de bu oranı aşamadı. Nitekim %1, Türkiye’de iktidara gelmek için hiçbir zaman yeterli olmadı.
Ama bakarsınız bu kez olur. Zira bu cumhurbaşkanlığı seçimi; 2000 yılının hemen başında Demirel için, “5 artı 5 mi olsun, 5 çarpı 5 mi?” tartışmaları yapılırken, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı çıkıp “Ben adayım; ciddi ve umutluyum” gibisinden laflar etse, kim dönüp bakardı? Ya da alacağı halk desteği %1 eder miydi?
Uca’yı ciddiye alıyoruz; ancak biraz erken filiz verdi sanki. Birkaç gün sonra Bülent Ersoy ya da Mustafa Topaloğlu da bombayı patlatırsa, sanat camiası bölünmez mi?
Ah umut, sen nelere kâdirsin!

Tavsiye Et
Makam aracı tamam da; makam eşeği ne ola ki?

Her ne kadar cumhurbaşkanlığı tartışmaları beklenenden daha sönük devam ediyorsa da, çok iddialı çıkışlar yok değil. Genelde bu tür cüretkâr ve bağlayıcı çıkışların bizim gibi toy kalemlerden gelmesi beklenirse de, duayen gazeteci Hasan Pulur’un, kendisini tam anlamıyla bağladığı bir iddia arşivimizin en d/okunaklı köşesinde yerini alıverdi: “Sefa Kaplan, ‘Geleceği etkileyecek siyasi liderler’ dizisinde Recep Tayyip Erdoğan için hazırladığı kitabın adını ‘Cumhurbaşkanımızı Tanıyalım’ koysaydı, bize göre, daha gerçekçi olurdu. İsteyen istediği kadar ‘Dereyi görmeden paçayı sıvama’ derse desin, biz Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına aday olacağını ve seçileceğini tahmin ediyoruz. Zaten bu tahminimizi yıllar önce, Erdoğan’ın başbakanlığa geldiği günlerde de yazıp söylemiştik, gazeteler ortada...” Bu sözlere karşı “Yok üstat, sen yanılıyorsun” diyecek halimiz yok. Fakat kimse bizi bir tahmin yapmaya zorlamadığı için “Erdoğan olacak-olmayacak” kâhinliğine soyunmayı da gereksiz buluyoruz. Pulur bunları yazının başında söylüyor ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “laik cumhuriyet”in ürünü olduğunu vurgulayarak, yazıyı şöyle bitiriyordu: “Yoksa, Kasımpaşa’da doğan, okul dönüşü annesinin ısıttığı bayat simidi satan, top oynadığı anlaşılmasın diye ayakkabılarını kömürlükte saklayan bir insan nasıl başbakanlığa kadar yükselebilir ve cumhurbaşkanlığı makamının eşeğine gelebilirdi ki!” Gazetenin hem internet sayfasında, hem de yazılı baskısında Pulur’un yazısının sonundaki ifade “cumhurbaşkanlığı makamının eşeği” şeklinde yer aldı. Üstat, iddialı başladığı yazının sonunu göremiyor; ama 1 ay sonrasını görüyor demek ki!


Tavsiye Et
AK Parti'ye Çankaya yolunu Ruslar, Gökçek ve Tatlıses açtı!
Başbakan’ın cumhurbaşkanlığına aday olup olmayacağı konusu hâlâ bir muamma iken, Başbakanlığın bulunduğu Güven Park ile Cumhurbaşkanlığının bulunduğu Çankaya Köşkü arasındaki trafik de tam bir keşmekeş görüntüsü veriyordu.
Öyle ki, Başbakanlık binası ile Cumhurbaşkanlığı köşkü arasındaki 10 dakikalık mesafe, mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde 1 saatlik vakit alabiliyordu. Bunun nedeni de Melih Gökçek’in Aralık 2006’da açılış sözü verdiği Kuğulu Kavşağı’nın bir kısmının Rus topraklarında kalması ve Rus Büyükelçiliği’nin de Moskova’dan cevap beklemesiydi.
Nihayet, Ankara Büyükşehir Belediyesi Ruslarla ihtilafın çözüldüğünü bildirdi de, 24 Mart’ta İbrahim Tatlıses konseri eşliğinde ve Rus görevlilerin müsaadesi altında kavşak açıldı.
Böylece AK Parti iç ve dış engelleri aşarak Çankaya yolunda önemli bir kavşağı geçmiş oldu. ­

Tavsiye Et
Mesut Yılmaz'ın geçmişi; Özhan Canaydın'ın bugünü
Siyasetten ayrıldıktan sonra da arada bir ‘nükseden’ Mesut Yılmaz, Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Özhan Canaydın’ın politik yeteneğine hayran olduğunu söylemiş. 2002 yılında başa gelen Canaydın, kulübün borçlarını 100 milyon dolarlardan 200’lere çıkarırken, “10 yılda 7 şampiyonluk” sözünün de henüz 1 tanesini tutmuş durumda. Sözünü tamamlaması için, Galatasaray’ın, geriye kalan -2007 dâhil- 6 sezonda da şampiyon olması gerekiyor. Seyrantepe ve Riva arazileri projeleri ise kısa şortla gazozuna maç yapan mahalle çocuklarının bile talip olmaya cesaret edebilecekleri bir ciddiyetsizlikle yürüyor. (Son olarak İETT arazisinin metrekaresinin 18 bin dolara gitmesi üzerine ‘bitti’ denilen Riva satışının durdurulması kararı alınmış.)
Ancak Canaydın’ın en büyük başarısı, onu Mesut Yılmaz ile ortak kılan bir özelliği: Başında bulunduğu kurumu bunca felakete uğratmasına rağmen “yıkılmadan ayakta kalması”…
“Mesut Yılmaz, bu Özhan Canaydın’da ne buluyor?” diyenlere: Kendini buluyor azizim; kendi geçmişini buluyor ve yâd ediyor.

Tavsiye Et
Cimbom'a dair not
Üs­tat Mus­ta­fa Kut­lu’nun özel­lik­le zor za­man­lar­da ken­di­ni tu­ta­ma­yıp Fe­ner­bah­çe ya­zı­la­rı yaz­ma­sın­dan mül­hem, ben de Ga­la­ta­sa­ray hak­kın­da bir­kaç ke­lam ede­yim.
Pa­ra­sı ol­ma­yan ama alt­ya­pı­sı olan bu ku­lüp ne­den hâ­lâ dı­şa­rı­dan oyun­cu ala­rak tri­bün­le­re oy­na­ma­ya ça­lı­şır, bil­mem. Ha­kan Şü­kür, Er­gün Pem­be, Ha­san Şaş ve Fe­rit Ali Mon­dra­gon gi­bi bir­kaç ağa­bey dı­şın­da 25 yaş üs­tü bü­tün fut­bol­cu­lar ve tek­nik di­rek­tör gön­de­ril­se; ye­ri­ne de hem ter dö­ke­cek, hem de da­ha az üc­ret ala­cak PAF ta­kı­mı fut­bol­cu­la­rın­dan tak­vi­ye ya­pıl­sa, fe­na mı olur?
Tek­nik he­ye­tin ku­rul­ma­sı işi de ca­mia­dan Ra­şit Çe­ti­ner, Mü­fit Er­ka­sap ve­ya Bü­lent Kork­maz gi­bi bi­ri­ne ve­ri­lir. Böy­le bir kad­ro­dan, ta­raf­lı-ta­raf­sız hiç kim­se 1 yıl bir şey bek­le­mez; fa­kat hem borç­lar öde­nir, hem de bir se­zon bo­yun­ca bir­lik­te oy­na­yan genç kad­ro­nun piş­me­siy­le GS ru­hu tez za­man­da ge­ri dö­ner.
Yok­sa mev­cut Fe­ner­bah­çe tar­zı kad­ro dol­dur­ma po­li­ti­ka­sı­nı sür­dür­me­ye Ga­la­ta­sa­ray’ın ne ge­le­nek­le­ri ne se­yir­ci­si ne de büt­çe­si mü­saa­de eder.

Tavsiye Et