Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Müzik
Müzik
İstanbul: Dimitrie Candemir (SACD)
Sanatçı: Jordi Savall
Yapım: Alia Vox, 2010
 
Endülüs ile Osmanlı’nın İstanbul Buluşması
Dimitri Kantemiroğlu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihi adlı kitabında şöyle bir cümle vardır: “Avrupalılar, Hıristiyanlar’ın barbar diye nitelendirdiği bir milletin musiki aşkından bahsetmeme şaşıracaktır. Daha da ileri gidip, Türkler’in musikisinin ritm ve kelime ölçüsü açısından Avrupa’dakinden çok daha mükemmel olduğunu söyleyebilirim.”
Kendisinden daha önceden söz etmiştik; Jordi Savall’den de.
Her ne kadar biz, Savall’i Dünyanın Tüm Sabahları isimli filme yaptığı o muhteşem müziklerle tanımışsak da Jordi Savall, sanat müziği camiasının uzun yıllardan beri tanıdığı ve saygıyla andığı, ilgiyle izlediği bir isim. Katalan müzisyen, özellikle Barok öncesi dönem müziğinin günümüzdeki en önemli temsilcisi ve bu müziğin temel çalgısı “viyola da gambala” üstadı. Savall, Alia Vox isimli kendi kurduğu plak şirketinden çıkardığı albümlerle hem Ortaçağ Avrupa müziğinin, hem de farklı coğrafyalara ait müziklerin izini süren bir müzisyen. Üstelik sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda bir müzik araştırmacısı, müzik tarihçisi.
İstanbul, dünyanın tüm müziklerine açık bu özgün ve meraklı müzisyenin son albümü.
Osmanlı döneminde yaşayan ünlü müzik araştırmacısı, bestekâr ve tarihçi Boğdan Prensi Dimitri Kantemiroğlu’nun bestelerine yer verdiği bu albümle Savall, bir süredir üzerinde çalıştığı Doğu ve Batı müziği arasında köprü işlevi gören müzikal projelerine bir yenisini daha ekledi. Savall, daha önce yine aynı yaklaşımla Orient-Occident (2006) ve Jerusalem (2008) isimli albümleri yayımlamıştı. 
 
Edvâr’daki İstanbul
Savall’ın son albümünün çıkış noktası Kantemiroğlu Edvârı.
Aslında klasik Türk müziğiyle yeni yeni ilgilenmeye başladığını belirten Savall, ancak 2004’te İstanbul’dayken kendisine hediye edilen Edvâr’ı okuduktan sonra Türk müziğini anladığını ve İstanbul albümünü yapmaya karar verdiğini söylüyor bir söyleşisinde.
Hatırlarsınız, Dimitri Kantemiroğlu XVII. yüzyıl Osmanlısı’nın bir tanığı. Tarih, din, edebiyat, dilbilim, felsefe ve müzik... İlgi alanları geniş. Fakat bugün bizim için asıl önemi, tabii ki Türk müziği alanındaki hizmetleri. Klasik Türk sanat müziği tarihinde ilk kez harfli nota sistemini geliştiren Kantemiroğlu’nun III. Ahmet’e ithafen yazdığı ve 2001’de Yalçın Tura’nın editörlüğünde Yapı Kredi Yayınları’nca basılan Musikiyi Harflerle Tesbit ve İcra İlminin Kitabı, klasik Türk sanat müziğinin en eski yazılı eserlerinden. Kitapta, bizzat çok iyi tanbur çalan Kantemiroğlu’nun kendi besteleri de bulunmakta.
Gelelim İstanbul albümüne...
Her ne kadar albümün çoğunluğunu Kantemiroğlu Edvârı’ndan seçilen eserler teşkil etse de Savall, albümde aynı zamanda dönemin İstanbul’unun Ermeni ve Sefarad müziklerine de yer vermiş. Kantemiroğlu Edvârı’nda yer alan besteler ile Ermeni ve Sefarad bestelerinin farklı çalgıların birlikte seslendirdiği doğaçlamalarla birbirine bağlandığı albümde çalan müzisyenler de farklı kültürlerden gelme. Savall’ın kendisinin de rebab ve viyel çaldığı albümde, müzisyenin kendi grubu Hespèrion XXI üyelerinin yanı sıra Türk, Yahudi, Ermeni, Yunan ve Arap müzisyenler de yer almakta. Kudsi Erguner (ney), Derya Türkan (kemençe), Yurdal Tokcan (ud), Fahrettin Yarkın (vurmalılar), Murat Salim Tokaç (tanbur) ve Hakan Güngör (kanun) gibi kendi alanlarında usta isimler bunlara örnek.
 
Çağdaş Zihne Göre Düzenleme
Savall’ın, Kantemiroğlu Edvârı’nda yer alan besteleri özgün hâllerinden farklı bir biçimde, daha hızlı tempoda çalınacak şekilde düzenlediğini de ekleyelim. Klasik Türk sanat müziğinin çağdaş zihinlere en aykırı gelen yönünün yavaşlığı olduğunu düşünen Savall, günümüz dinleyicisinin kulak zevkine uygun bir düzenleme anlayışını tercih etmiş. Nitekim kendisi de “geçmişin zenginliklerini günümüze taşırken, yeni bir yaklaşım getirebilmek için bazen küçük ödünler vermek” gerektiğini söylüyor.
Müzisyenin albümdeki kadroyla bir dizi konser vereceğini ve Doğu-Batı projesine İstanbul’daki Rum Ortodoks dini müziğini konu alan İstanbul’un Vokalleri isimli bir albümle devam edeceğini belirtelim.
Jordi Savall’ın İstanbul isimli son albümü kuşkusuz büyük emek ürünü. Uzun bir araştırma ve çalışma sürecinin sonucunda ortaya çıkan albümün, günümüzde çok sık rastladığımız şu cılkı çıkmış Doğu-Batı sentezleriyle hiçbir ilgisi falan yok. Fakat yine de Doğu ve Batı kültürlerinin müzik düzleminde karşılaşmasının hakiki bir sanat ürününe nasıl dönüşebileceğini görmek isteyenlere, çok daha derinlikli bir çalışmayı, gelecek sayıda kendisinden söz edeceğim Arvo Pärt’ın Orient & Occident albümünü tavsiye ederim.

Tavsiye Et
Romanistanbul (Şehir, Müzik ve Bir Dönüşüm Öyküsü)
Özgür Akgül
Punto Yayınları, 2009
 
Mastika da Neymiş?
Romanistanbul aslen bir tez. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü’nde hazırlanmış Türkiye Müzik Piyasasında Roman Müzisyenler: Mesleki Örgütlenme ve Kimliksel Dönüşüm başlıklı yüksek lisans tezinin genişletilmiş hâli. Şehir, Müzik ve Bir Dönüşüm Öyküsü altbaşlığıyla Punto Yayınları tarafından yayımlanmış kitap Özgür Akgül’e ait.
Kitabı emsallerinden ayıran en belirgin vasfı, tipik bir sosyolojik çalışmanın ötesine geçebilen içeriği. Çünkü yazar aslında müzik piyasasının da içinde yeralan biri. O yüzden de piyasa diye tabir edilen sektördeki gelişmeleri, belki daha isabetli bir ifadeyle gelişmemişlikleri yakından bilen biri. O yüzden de kitap, herkesin zaten bildiğini sandığı Türk Çingeneleri’nin müzik piyasasındaki yeri ve konumunu sorgulamanın ötesine geçebilmekte ve son derece kanlı canlı şahitliklerin eşliğinde, sektörün içinden devşirilmiş tespitler içerebilmekte.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, hakiki manasıyla Türk müziğine reva görülen muameleler yüzünden bu müzik türü, kendisine bir tek eğlence âlemlerinde hayat hakkı bulabilmişti. Hem de en pespaye örnekleri üzerinden.
 
Tekrar Çal Sam
Çingeneler’in eğlence sektöründe vazgeçilmez bir konuma ve baskın bir çoğunluğa ulaşmaları da aynı döneme rastlamakta. İlkin yalnızca çalgıcı konumunda piyasaya giren Çingeneler, çok geçmeden şarkı söylemeye de başlayacaktı. Birinci durum hiç kuşkusuz bir kazançtı eğlence müziği için. Çünkü dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, Çingeneler’in içinde bulundukları toplumun müziğinin icraına sağladıkları uyum aşikâr. Fakat iş, çalgı icraından şarkı okumaya geldiğinde tamamen zıddına dönmekte. Bugünkü popüler müziğimizin neredeyse her türüne yayılmış o yayvan, gevrek, hafif çakırkeyif edalı okuma biçiminin mimarı da onlar.
İşte Romanistanbul, bu macerayı en başından itibaren ele alan ve süreci günümüze değin mütalâa eden bir kitap. Taş plak çağından başlayarak 45’lik dönemine, oradan da uzunçalarlara gelinceye değin stüdyolarda ve gazinolarda çalgıcılık eden Çingeneler’in macerası bir bir masaya yatırılmakta kitapta.
Şimdilerde adını duyurmuş birçok Roman müzisyenle söyleşiler de içeren kitap, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin bir çeşit popüler müzik tarihi niteliğinde.

Tavsiye Et