Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2009) > Dosya > “Bizim mahallenin medyası”nın dönüşümü
Dosya
“Bizim mahallenin medyası”nın dönüşümü
Hediyetullah Aydeniz
MEDYA, modernleşmenin göstergesi, aracı, yeniden üreticisi olan bir enformasyon üretim kurumudur. Modernleşme tarihimiz, aynı zamanda bir basın-medya-iletişim araçları tarihidir. İbrahim Müteferrika’nın ilk matbaasından yaklaşık yüz yıl sonra ilk gazete Devlet-i Âli tarafından kurulur. Basın tarihimizin, gazetenin anavatanına nispetle “devlet eliyle” başlatılması, gazeteciliğimiz açısından “doğum hatası” olarak ifade edilir.
1950 sonrası süreçte ise bu üst siyasal “el”e sermaye de ortak olur. Teşvik ve reklam (yani devlet ve sermaye), basının en önemli iki varoluş kaynağı haline gelirken, diğer bir dayanak noktası olan okurlar üzerinden basının varlığını sürdürmesi pek mümkün olmaz. Okurlar, prestij ve meşruiyet zemini olarak kullanılsalar da, müdahaleci üst “el”lerden bağımsızlaşabilmenin dayanağı ve kaynağı olarak değerlendirilebildikleri söylenemez.
1990’lı yıllarla birlikte iletişim teknolojisindeki gelişmeler eşliğinde özel televizyon ve radyoların yayına başlaması ve internetin devreye girmesiyle “basın”, “medya”ya dönüşür. “Dönüşüm” olarak nitelenmeyi hak eden önemli gelişmelerden birisidir bu. Peki, son yıllarda tedavüle giren ve yerine göre bir sıfat, yerine göre de bir isim olarak kullanılan “bizim mahalle”nin medyasında 1990’lı yıllardan bu yana nasıl bir değişim yaşanır? (“İslami”, “İslamcı” ve 2000’li yıllardan bu yana gündemimize giren “muhafazakâr” veya “muhafazakâr demokrat” gibi sıfatlar gönül rahatlığıyla kullanılamadığından, “bizim mahallenin medyası” şeklinde bir adlandırma tercih edilmiştir.)
1990’lı yıllardan itibaren “bizim mahallenin medyası”, gazete, dergi, radyo, televizyon ve ajans haberciliği alanlarında varlık göstermeye başladı. Sermaye, teknoloji, organizasyon ve nitelikli insan unsuru itibarıyla ana akım medya ile rekabet edebilecek gücü olmasa da dönemin siyasal trendinin, özellikle de 1994 yerel seçimleri sonrası koşulların sağladığı imkanlar nefes aldırıcı oldu. Bu süreçte, siyasal dilin hamasetine paralel bir içerik ile günün politik hareketiyle özdeşleşen bizim mahallenin medyası, 28 Şubat sürecinde yine üst elin kendini bir başka boyutuyla göstermesiyle bir varlık problemi ile yüzleşmek zorunda kaldı. Henüz emekleme aşamasında olan “bizim mahalle medyası”nın bir kesimi cürmü oranında bir direnç göstermeye çalışırken, diğer bir kesimi de o güne kadarki sosyoekonomik kazanımlarını elde tutabilmenin gayreti ile merkezî iktidara (devlet) hoş görünmenin yollarını aramakla meşgul oldu.
Peki, bu dönemde siyasal trendin de etkisi ve rüzgarıyla İslamî, İslamcı olarak nitelendirilen medya, nasıl bir aktör haline geldi? Daha doğrusu aktör olmayı başarabildi mi? Bu sorulara verilecek cevap bir dergi yazısının sınırlarını aşar. Ancak şu kadarını belirtmekte fayda var: Henüz bu sürecin hesabı yapılmadı; ne medyatik ne siyasi ne de entelektüel boyutları gereğince analiz edilip tartışıldı.
Medya açısından durum, toplumsal yapılanmanın diğer boyutlarından bağımsız değerlendirilemez. 1990’lı yıllarda iyice görünür hale gelen Türkiye’nin yaşadığı etnik, dinî ve mezhebî sorunlar (Kürt-İrtica-Alevi) ile Cumhuriyet döneminin kronik sorunlarına yönelik kendi dilini kurmayı başarabilme imkanı, sanal da olsa politik alandaki iyimserlik hesaba katıldığında, bizim medya için vardı. Ancak “bizim mahallenin medyası”nın bu imkanı değerlendirebildiğini söylemek zor. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte öncelikle zikredilmesi ve üzerinde durulması gereken, entelektüel birikim ve düşüncenin tekamüliyeti problemi. Bir diğer önemli boyut ise meslekî kurumsallaşmanın henüz sağlanamamış olması.
“Bizim mahallenin medyası”nın mevcut kronik sorunları ele alış ve aktarış tarzı genellikle Cumhuriyet’in kurucu elitleri ve yerleşik düzenin yeniden üreticisi olan ana akım medya dilinden farklı değildi. Özgün bir duruş ve medya pratiğinin olmaması, entelektüel bir olgunlaşmanın sağlanamamasının bir yansıması olarak da okunabilir bu. Düşünce üretme, yerleşik düzenin sorunlarıyla hesaplaşma, alternatif yaklaşımlar geliştirebilmeye talip olma ve bunları gerçekleştirmede gösterilen entelektüel performans küçümsenmeyecek boyutta olsa da, güncel politik rüzgar belirleyici oldu ve bu çabalar medya diline yansıtılamadı.
Küresel düzeyde yaşanan altüst oluşlara paralel olarak Türkiye’de, İslami değerler eksenli dinamik politik gelişmelerin teorize edilmesi ve mevcut sorunlara ilişkin kuşatıcı bir düşünce ortaya koyma çabaları, bazı bireysel örneklerin dışında, pek sonuç alıcı olamadı. Bunun üzerine 28 Şubat süreciyle birlikte gelen, sivil-askerî bürokratik elitin yeni bir yöntemle siyaseti ve toplumu tahakküm altına alma süreci de kamusal söylemi oluşturabilecek birçok aktörü tasfiye etti.
Askerin kamusal alanda hem fizikî hem de söylem düzeyinde belirleyici olması, mahallenin genelinde eldeki birikimleri koruma ve zannedildiği gibi kurucu düzene bir tehdit olunmadığını ispat çabası, hem siyasal alanda (Refah’tan Fazilet’e geçiş) hem de medyada kendini gösterdi. 28 Şubat sürecinde tasfiye edilmek istenilen liberallerin İslamcı medyada yer bulabilmesi ise mağdurların bir dayanışması olarak görülebileceği gibi, aynı zamanda zannedildiği gibi tehlikeli olunmadığını ispatlama, Batıcı entelektüel platformlarda bir meşruiyet sağlama çabası olarak da okunabilir. Ana akım medyadan tasfiye edilen Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Koray Düzgören ve Ali Bayramoğlu gibi liberal isimlerin “bizim mahalle medyası”nda gördüğü hüsnü kabulün ve itibarın, mahallenin emektar aktörlerine gösterilmemesi, aslında henüz olgunlaşamayan, özgüvenini elde edemeyen gerçek anlamıyla bir mahalle medyası görüntüsü sunuyordu. Hem kurumsal hem de bireysel ilişkilerde, kendisini var eden toplumsal ve entelektüel zeminlerle araya mesafe koyma ihtiyacı, medya mutfağında çalışan muhabirler üzerinde açıkça kurumsal bir sansüre, bu da otosansüre yol açtı. Değer eksenli hareket etmeye çalışma yani ideal ile reelin bir arada götürülebileceğine, en azından bu uğurda çaba gösterilmesi gerektiğine dair inanç, ciddi düzeyde tahribata uğradı, özellikle de genç medya çalışanları açısından.
Emekleme evresini geride bırakan “bizim mahallenin medyası”, 2000’lere gelindiğinde gömlek değiştiren politik hareketin gölgesinde ve paralelinde hareket etme tavrını yeniden gösterdi. Cumhuriyet tarihinin kronik hale gelen sorunları dâhil olmak üzere 28 Şubat sürecinin taze yaraları bile artık haber değeri taşımayacak düzeyde görmezden gelinmeye başlandı. Yeni bir kimlik ve yapılanma ile kuruluşunun birinci yılında iktidara gelen AKP döneminde “bizim mahallenin medyası” siyasal iktidara karşı en suskun dönemine girdi. Bu süreçte medya ve sivil alanda hareket eden (bizim) kurum ve aktörlerin, inisiyatifi iktidara bırakıp süreci izlemeyi tercih ettiklerini söylemek fazla abartı olmaz. 1994 yerel seçimlerinin ardından elde edilen küçük ölçekli imkanlar bu dönemde katlanarak büyüdü. Ana akım medyada yaşanan sermaye ve aktör değişimlerinin yanında hareket alanını genişleten, yeni aktörleri bünyesine katan, “kimlik” konusunda bir renk sorunu olsa da sektörel ağırlık itibarıyla giderek büyüyen bir yapıdan söz edilebilir artık. Ancak sektörel olarak büyüyen bu yapı hâlâ meslekî inisiyatif alabilmekten uzak. Bu nedenle siyaset kurumu ve aktörleri bu yapı üzerindeki belirleyiciliğini sürdürüyor; susma ve konuşma zamanını tayin edebiliyor. Gazeteciliğin doğuşu ile ilgili başta işaret edilen “doğum hatası”nın zihinsel bağımlılık düzeyine varmasının işareti bu olsa gerek.

Paylaş Tavsiye Et