Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2007) > Ekonomide Gündem
Ekonomide Gündem
Dünya

Davos “yükselen Asya” gündemiyle toplandı
Dünya Ekonomik Forumu tarafından düzenlenen Davos Zirvesi bu yıl “Değişen Güç Dengeleri” başlığıyla gerçekleştirildi. Toplantıların fikir babası Prof. Klaus Schwab’ın ifadesiyle zirvede “dünyayı giderek daha fazla şizofrenik bir yer haline getiren” ve “anlaşılması her gün daha da güçleşen” jeopolitik değişimler ele alındı. Bu jeopolitik değişimlerin başında kuşkusuz Asya’nın yükselişi geliyor. Küreselleşmenin etkileri, savaşlar, petrol ve teknolojik değişimler zirvenin diğer gündem maddeleri arasında yerini aldı. 90 ülkeden 2400 kişinin katıldığı zirvenin bunca yoğun ve karmaşık görünen gündeminin ardında aslında basit ve anlaşılır bir hedef güttüğüne dair şüpheler oldukça yoğun. Küreselleşme karşıtları Davos’un hedefini “merkez ülkeleri ve büyük sermaye gruplarının hesabına küresel değişimleri anlamak, etkilemek ve mümkünse yönlendirmek” olarak tanımlıyor. Dünyanın en büyük 100 şirketinin 73’ünün CEO’sunun Davos’a gelmesi, dahası 2400 katılımcının üçte birini büyük şirketlerin tepe yöneticilerinin oluşturması bu iddiaları destekliyor.


Yükselen piyasalar 2006’da cazibesini korudu
2006 yılının ikinci çeyreğinde bütün “yükselen ekonomileri” sarsan finansal depreme rağmen, bu ülkelere olan sermaye akımları gücünü korudu. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF)’nün açıkladığı verilere göre, 2006’da yükselen ekonomilere giren sermaye miktarı, 2005’teki 509 milyar dolarlık rekor seviyenin bir miktar altında, 502 milyar dolar olarak gerçekleşti. Enstitü bu yılki sermaye girişini ise, küresel büyümede beklenen ılımlı yavaşlamaya paralel olarak 470 milyar dolar olarak tahmin etti. 2006’da gelişmekte olan ülkelere yönelik banka dışı net sermaye akımları ise iki yıl üst üste 100 milyar doları aştı. Geçtiğimiz yıl gelişmekte olan ekonomilerin borsaları da zirve yaptı ve bu ülkelerin hisse senetlerine yönelen sermaye yatırımları 70 milyar dolarla rekor kırdı. IIF 2006’da 185 milyar dolar olan net doğrudan yatırımların ise 2007’de 211 milyar dolarla yeni bir zirveye ulaşacağını tahmin ediyor. Başta Çin olmak üzere Asya bu pastadan en büyük payı alırken, IIF’nin tahminleri Orta ve Doğu Avrupa’ya yönelen doğrudan yatırımların miktarında da hızlı bir artış olacağı yönünde.

Hindistan ekonomisi şaşaalı günlerine geri dönüyor
Bir zamanlar dünyanın başlıca ticaret ve tekstil merkezlerinden olan Hindistan eski şaşaalı günlerine dönme yolunda hızla ilerliyor. Dünyanın önde gelen yatırım bankalarından Goldman Sachs tarafından hazırlanan bir rapora göre, Hindistan ekonomisi 10 yıl içerisinde İtalya, Fransa ve İngiltere ekonomilerini geride bırakarak dünyanın beşinci büyük ekonomisi olacak. Rapor, mevcut büyüme hızını koruması durumunda 2050’lere gelindiğinde Hindistan’ın ABD’yi de geride bırakarak Çin’in ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi olabileceğini iddia ediyor. Rapora göre, 15 yıl içerisinde Hindistanlılar ortalama olarak bugüne kıyasla dört kat daha zengin olacaklar, beş kat daha fazla araba alacaklar, büyümeyi besleyebilmek için bugünkünün üç katı ham petrol tüketecekler ve dolayısıyla dünya kaynakları üzerindeki gerilimi artıracaklar. Hindistan ekonomisinin büyümesinde imalat sanayi başı çekerken, son yıllarda bilişim teknolojileri ile finans sektörü de göz dolduran performansıyla dikkat çekiyor.

Başka bir Davos mümkün
Patronların zirvesi Davos’un yapıldığı tarihlerde artık gelenekselleştiği üzere Dünya Sosyal Forumu (DSF) da “Başka bir dünya mümkün!” sloganıyla toplandı. Forum’un bu yılki adresi Kenya’nın başkenti Nairobi’ydi. Küçük bir grupla ağır güvenlik önlemleri altında soğuk bir havada geçen Davos zirvesinin aksine DSF, dünyanın her yerinden gelen 80 binin üzerinde katılımcıyla, renkli görüntüler ve sıcak bir atmosfer içerisinde gerçekleştirildi. Bu yıl yedincisi yapılan DSF’nin mutat olduğu üzere önceden belirlenmiş bir gündemi yoktu. Nairobi yakınlarındaki büyük bir stadyum ve çevresinde gerçekleştirilen toplantıların gündemi katılımcılar tarafından belirlendi. Tartışılan konular arasında çatışma ve barış, küresel ticaret, toprak sahipliği, HIV/AIDS, yoksulluk, temiz su kaynaklarına erişim gibi dünyanın yüzleştiği hemen her sorun yer aldı. Forum, kapitalizmin ve emperyalizmin hakim olduğu dünyada sıradan insanların bir araya gelip görüşlerini paylaştıkları en büyük platform olarak önemini giderek artırıyor.

2050’de Avrupa’da işgücü açığı 12 milyona ulaşacak
Uzun vadede toplumların gücünü belirleyen temel etmen olan nüfus, 21. yüzyılın ilk yarısında Türkiye’nin lehine şekillenecek. Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir rapor, 2050 yılında Avrupa’da 12 milyonluk bir işgücü açığı oluşacağını ve Türkiye’nin dinamik ve genç nüfusuyla bu işgücü açığını karşılayabilecek en önemli aday olduğunu belirtiyor. Rapora göre Arnavutluk hariç bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin nüfusu bugüne kıyasla azalacak. Batı Avrupa’nın toplam nüfusu ise, şu anki 397 milyon seviyesinden 2030’da 407 milyona yükselecek; ardından 2050 itibariyle 400 milyona gerileyecek. Ancak 65 yaş üstü kesimin oranı artacağından Batı Avrupa’da işgücü açığı oluşacak. Türkiye’nin bu fırsatı ne ölçüde değerlendirebileceğini ise zaman gösterecek.

Çin rekora doymuyor
Çin ekonomisi hemen her alanda rekora koşuyor. 2006’yı %10,5’lik yüksek büyüme hızıyla tamamlayan Çin’in Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 2,6 trilyon doları aştı. Dış ticaret fazlası da bu yıl içerisinde rekor kırarak 177,5 milyar dolara ulaştı. Çin’de ekonominin ateşi borsalara da yansıyor: Şanghay Birleşik Endeksi 2.933, daha dar kapsamlı olan Shenzhen Birleşik Endeksi ise 700 puanla rekor bir seviyeye yükseldi. Çin Merkez Bankası’nın toplam döviz stoku ise Aralık sonunda 1,066 trilyon dolara ulaştı. Ancak bütün bu olumlu göstergeler Çin’de işlerin tamamen yolunda olduğu anlamına gelmiyor. Bir hükümet yetkilisi Çin’in durumunu “ekonomik yapı akıl dışı, büyüme de vahşi” şeklinde özetliyor.


Tavsiye Et
Türkiye

Faizler bir türlü düşmüyor
Geçtiğimiz yılın Mart ayı başlarında %13’lere geriledikten sonra, finansal piyasaları sarsan dalgalanmanın ardından %20’nin üzerine yükselen faiz oranları bir türlü eski seviyelerine dönmüyor. Enflasyon tehdidi ve sıcak parayı ürkütmeme endişesiyle adeta eli kolu bağlanmış görünen Merkez Bankası da, dalgalanma sırasında sert tepkilerle %17,5’e kadar yükselttiği gecelik faiz oranlarında aradan geçen 6 aya rağmen indirime gitmedi. Reel faiz oranlarındaki artış bütçeye faiz ödemeleri altında milyarlarca YTL ek yük getiriyor. Türkiye’nin borçlanmalarda ABD ve Avrupa ülkelerine göre ödediği faiz farkı 2006 yılı başlarında 1,5 puana kadar inerek tarihinin en düşük seviyesine gerilemişti. Bu fark dalgalanmadan sonra tekrar açıldı. Dolayısıyla, 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın uygulamaya konulmasından bu yana küresel ve yerel büyük sermaye gruplarının çıkarlarıyla uyum içerisindeki ekonomi politikalarının dışına çıkmayan Türkiye yine de çok yüksek bedeller ödemeye devam ediyor.

Enflasyon tek hanede kalmayı başardı ama...
2006’da yıllık enflasyon TÜFE’de %9,65, ÜFE’de %11,8 olarak gerçekleşti. Böylece geçen yıl yaşanan mini kriz sonrasında rayından çıkan enflasyon en azından tüketici fiyatlarında, yılı tek haneli rakamlarda tamamladı. Ancak, 2006 başında açık enflasyon hedeflemesine geçen ve yılsonu TÜFE hedefini %5 olarak belirleyen Merkez Bankası, krizden sonra aldığı bütün sert tedbirlere rağmen hedeften yaklaşık 5 puanlık sapmaya engel olamadı. Banka’nın 2007 enflasyon hedefi ise %4. Ne var ki 2007’nin ilk iki beklenti anketinde yılsonu enflasyon beklentileri sırasıyla %6,98 ve %7,04 oldu. Bu ilk veriler, 2007 hedefini yakalamanın da Merkez Bankası için kolay olmayacağına işaret ediyor. Öte yandan, DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine dayanarak yaptığı araştırma, Türkiye geneli için %9,65 olan yıllık tüketici fiyatları enflasyonunun toplumun en yoksul %20’lik kesimine %10,61 olarak yansıdığına dikkat çekiyor.

Büyük mükelleflerden büyük kaçak
Türkiye’de kazanç ve servet üzerinden alınan dolaysız vergiler yerine tüketimden alınan dolaylı vergilere ağırlık vererek toplumun geniş kesimlerinin aleyhine bir politika takip eden hükümetler, büyük mükelleflerin vergi takibini de iyi yapamayınca vergi sistemindeki adaletsizlik devasa boyutlara ulaşıyor. Son olarak Hesap Uzmanları Kurulu’nun finans kesimine yönelik denetimleri, büyük paralar kazananların kaçırdıkları vergilerle devleti büyük zarara uğrattıklarını ortaya çıkardı. Yıllık olarak 500 bin YTL’nin üzerinde işlem gerçekleştiren 287 bin 963 gerçek ve tüzel kişiyi inceleyen Kurul, bu kişilerin gelirlerini 5,4 milyar YTL eksik beyan ederek devletten 2-3 milyar YTL civarında vergi kaçırdıklarını ortaya koydu. Bir diğer önemli vergi kaçağı da, ticaret ve serbest meslekle uğraşan mükelleflerin gelirlerini gerçeğinin çok altında beyan etmesinden kaynaklanıyor. Maliye Bakanı’nın açıkladığı veriler, aralarında doktor, avukat gibi çok kazanan meslek gruplarının da yer aldığı bu mükelleflerin %82’sinin asgari ücretin altında gelir beyan ettiğini gösteriyor.

100 milyar dolar ihracat Türkiye’yi kurtarır mı?
2006 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği ihracatın 85 milyar dolara ulaşmasının ardından hükümet, 2007 için 95 milyar dolar olan ihracat hedefini 100 milyar dolara revize etti. İhracatın niceliğine ilişkin şaşaalı hedefler belirlenirken, belki daha önemli olan niteliğin göz ardı edildiği dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye 2000’li yıllarda çok ciddi bir ihracat atılımı yaptı. 2000 yılında 27,8 milyar dolar olan ihracat, 7 sene içerisinde 3 kattan fazla artarak 85,8 milyar dolara yükseldi. Ancak gerçekleştirilen ihracatın sektörel ve teknoloji yoğunluğuna göre kompozisyonunda benzeri bir atılımdan bahsetmek mümkün değil. Türkiye hâlâ düşük yoğunluklu teknoloji ile üretilen ürünleri ihraç edip, yüksek teknolojili ürünler ithal eden bir ülke. Bu durum ise ülke insanlarının emek ve servetlerinin yurt dışına aktarılması anlamına geliyor.

Bolu Dağı Geçişi şehirlerarası ticareti hızlandıracak
Yapımına 1993 yılında başlanan Bolu Dağı Tüneli’nin İstanbul-Ankara istikameti İtalya Başbakanı Romano Prodi ve Başbakan Erdoğan’ın katıldığı bir törenle ulaşıma açıldı. Yetkililer tünelin Ankara-İstanbul istikametinin ise birkaç ay içerisinde hizmete açılacağını duyurdular. 3 kilometrelik iki ayrı tüp olarak inşa edilen Bolu Dağı Tüneli 27,2 kilometrelik Bolu Dağı Geçişi projesinin önemli bir ayağını oluşturuyor. İtalyan firması Astaldi tarafından 14 yılda tamamlanan projeye KDV hariç toplam 811,4 milyon dolar harcandı. İstanbul-Ankara arası mesafeyi 3,5 saate düşürecek olan proje gerek ulusal gerekse uluslararası ticarette ulaşım maliyetlerini düşürecek. Bu nedenle projenin şehirlerarası ticareti de hızlandırması bekleniyor.

Sera gazı emisyonu hızla artıyor
Normalin üzerinde seyreden hava sıcaklıkları nedeniyle küresel ısınmaya ilişkin endişelerin yükseldiği bir dönemde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan sera gazı emisyonuna ilişkin veriler kaygıları artıracak boyutta. TÜİK’in verileri Türkiye’nin 1990’da toplam 170,1 milyon ton CO2 eşdeğerinde olan toplam sera gazı emisyonunun 2004 yılında %74 artışla 296,6 milyon ton CO2 eşdeğerine yükseldiğini gösteriyor. Aynı dönemler arasında eski 15 AB ülkesi ise sera gazı emisyonlarını alınan katı önlemler sayesinde %0,9 oranında düşürmeyi başardı. Sera gazı emisyonundaki hızlı artışa rağmen Türkiye’nin kişi başına gaz emisyonları birçok Avrupa ülkesine kıyasla hâlâ oldukça düşük seviyelerde bulunuyor.


Tavsiye Et