Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2009) > Memleket Hali > “Kağıt parçası” deyip geçme!
Memleket Hali
“Kağıt parçası” deyip geçme!
Yücel Bulut
“ERGENEKON” adı verilen illegal oluşuma yönelik operasyonlar, her geçen gün elde edilen yeni bilgi ve belgelerle, kamuoyunu dehşete düşüren yeni boyutlar kazanıyor. Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanan sanıklardan avukat (emekli Yüzbaşı) Serdar Öztürk’ün bilgisayarında -silinmesine karşın özel programlar yardımıyla- ele geçirilen, tamamı 300 sayfa civarında olduğu belirtilen ve 4 sayfalık kısmı 12 Haziran’da Taraf gazetesinde yayınlanan “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” da Ergenekon Davası’na yeni boyutlar ekleyen bu yeni bilgi ve belgelerden. Türkiye, Haziran ayının geri kalan kısmını -belgenin altındaki Kıdemli Kurmay Albay Dursun Çiçek’in imzasının gerçek olup olmadığından başlayarak nerede hazırlandığına ve kimleri/neyi hedef aldığına varıncaya kadar- bu belge etrafındaki tartışmalarla geçirdi. Ergenekon savcıları tarafından sorgulanan Çiçek, nihayetinde 30 Haziran gecesi tutuklandı.
Plan 2008 ve 2009 yıllarına ait -her ay güncellenmek suretiyle geliştirilen- değerlendirmelerin son halini içeriyor. Planın önceki versiyonlarına ise ulaşılabilmiş değil henüz. Taraf gazetesinde yayınlanan ve altında Albay Çiçek’in imzasının bulunduğu “stratejik değerlendirmeler” içeren plan, temelde Ergenekon operasyonları kapsamında, başta irticai kesimlerden gelmek üzere, TSK’yı yıpratıcı eylemlerin varlığına dikkat çekiyor ve bu yıpratıcı girişimlerin sona erdirilmesi için, medyanın kullanımından suikast ve bombalı eylemlere varıncaya kadar bir dizi tedbiri salık veriyor.
Belgenin aslının elde olmaması nedeniyle fotokopisi üzerinde TÜBİTAK’ın yaptığı incelemeler sonucunda, üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmadığı, başka bir deyişle belgenin “sahte” değil “gerçek” olduğu ve “asıl” belge olarak değerlendirilmesinde herhangi bir sakıncanın bulunmadığı yargısına varıldı. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın “karargâhta hazırlanmadığı”na ilişkin açıklamasına rağmen, belgenin altında imzası olan şahsın TSK’da halen muvazzaf bir subay olması, STK’ları hedef alan 2006 tarihli bir başka andıçın altında da imzasının bulunması ve o dönemde Genelkurmay tarafından bu konuda herhangi bir işlem yapılmaması gibi durumlar dikkate alındığında, belgenin ya kurum içi işleyiş çerçevesinde ya da emir-komuta zincirinin dışında, fakat her halükarda yaşanan gelişmelerden rahatsızlık duyan askerî bürokrasi içinde hazırlanmış olduğu izlenimi kuvvetleniyor. Bu ise Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamalarının kamuoyu tarafından pek de kabul görmemesi sonucunu ve daha tatmin edici, somut adımlar atması beklentisini doğuruyor.
 
Ergenekon, Darbeci Zihniyetin Adıdır!
Genelkurmay Başkanı’nın Nisan ve Mayıs aylarında yaptığı konuşmalarda, Ergenekon operasyonlarının vardığı noktadan ve -isim vermemekle birlikte kamuoyunca malum- bir dinî cemaatin gerek toplum içerisinde gerekse Türk siyasetinde ağırlığını hissettirmesinden duyduğu rahatsızlıkları dile getirdiği hatırlanacaktır. Her iki rahatsızlığın da, netice itibarıyla, Ergenekon operasyonunu yürüten savcılık makamını hedef aldığı, yaygın olarak kabul gördü. Söz konusu dinî cemaatin, Ergenekon sürecinde taraf olarak öne çıktığı/çıkarıldığı dikkatlerden kaçmıyor. Bu söylem, belki bir “doğru”yu ifade ediyor, belki de askerî bürokrasinin gelişmelerden duyduğu rahatsızlıkla sürece müdahale etmek için kendisine “meşru” bir gerekçe yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor. Her iki açıdan da hedeflerine henüz ulaşabilmiş değiller. Ancak meseleye bir diğer açıdan bakacak olursak, Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarıyla “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın hem mevcut siyasi iktidarın hem de söz konusu cemaatin etkinliğinin sona erdirilmesine yönelik içeriğinin birbiriyle çok fazla örtüştüğü görülüyor. Bu yönüyle “belge”, Genelkurmay Başkanı’nın rahatsızlıklarını ve konuyla ilgili görüşlerini birebir yansıtır nitelikte. Başbuğ’un gerek Ergenekon operasyonu/davası gerekse bu son belgeye ilişkin basın toplantılarında yaptığı tatmin edici olmaktan uzak açıklamalar ve kullandığı küçümseyici, tehdit içeren üslup da bu örtüşmenin bir göstergesi olarak değerlendirilmeli.
Yıllardır yaşadığımız süreç, “Ergenekon”un, yalnızca illegal bir oluşumun değil, aynı zamanda anayasal düzenin, hukuk devletinin ve demokrasinin kendi kuralları doğrultusunda işleyişinden rahatsızlık duyduğunda “durumdan vazife çıkarma” anlayışıyla, demokratik hukuk düzenine müdahale etme hakkını kendinde gören bir zihniyetin adı olduğunu gösterdi. Bu yönüyle dava kapsamında tutuklananlar, buzdağının yalnızca görünen yüzünü temsil ediyorlar. “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”, bu darbeci zihniyetin, mevcudiyetine yönelik tehditler karşısında hukuki konumlarında kalmak gibi bir düşünceleri olmadığını ve her fırsatta kaybettiklerini geri almak, daha fazla kazanım sağlamak için bir mücadele içinde olduklarını bir kez daha belgeliyor. Başka bir deyişle, kamuoyunda Gülen cemaatini ve AKP’yi bitirmeye dönük olarak algılanan ve sunulan Eylem Planı, bu iktidar mücadelesinin dışa vurumu. Ortada bir mücadele varsa, taraflar da var demektir. Gerek Eylem Planı’nın hazırlanması ve sürekli güncellenmesi gerekse açığa çıkarılması, mücadelenin taraflarının sürekli teyakkuz halinde olduklarını gösteriyor. Eylem Planı’nı hazırlayanlar, belgeye verdikleri başlıktan da anlaşılacağı üzere, mücadelenin taraflarını “irtica” ile “laik rejim” olarak göstermek ve kabul ettirmek istiyorlar. Ortaya çıkan durum ise mücadelenin, demokrasi ile demokratik işleyişe müdahale etmek isteyen taraflar arasında cereyan ettiğini gösteriyor.
Kamuoyuna yansıyan bilgiler ışığında, ortada bir suçüstü yapma durumu dikkati çekiyor. Mesele bu kadar açık olmasına karşın, özellikle muhalefet partileri, görünürde “hukuk sistemi”ni ve “demokrasi”yi savunur söylemlerine rağmen -Anayasa’ya yönelik suçların sivil mahkemeler tarafından yargılanmasını düzenleyen kanun değişikliğine ilişkin yaklaşımları da dâhil- samimiyetten uzak ve işi sulandırmaya yönelik bir uğraş içerisindeler. Hükümetin demokrasi dışı girişimlere karşı sürdürdüğü ilkeli duruş ise meyvelerini veriyor. Başbuğ’un 26 Haziran’da bütün komuta kademesini arkasına alarak gerçekleştirdiği basın toplantısındaki savunmacı ve tehditkar açıklamalarına karşın Başbakan Erdoğan, kamuoyunda Gülen cemaatini ve AKP’yi Bitirme Planı olarak da bilinen -Başbuğ’un “bir kağıt parçası” olarak küçümsediği- “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın kaynağını bulma konusunda ısrarlı. Yaptığı konuşmalarda, sürekli olarak “TSK’nın da kendi içinde bu tür çalışmalar yapanların olup olmadığını araştırması” gerekliliğini vurguladı.
 
Askerî Bürokrasi Siyasette Yeniden Konumlandırılıyor
Geçen zaman, “Ergenekon” adı verilen oluşumun, sunulmak istendiği ölçüde basit, dar, marjinal ve sığ bir örgütlenme olmadığını, daha vahimi ise TSK’nın legal boyutunun da sanıldığı kadar bu oluşumun dışında bulunmadığını gösterdi. En azından mevcut komuta kademesi “Ergenekon”a karşı beklendiği kadar dışlayıcı, reddedici ve cezalandırıcı bir tavır sergilemedi. Başbuğ’un göreve gelmesinden sonra, bir generali tutuklu emekli generalleri ziyarete göndermesi ve “topraktan fışkıran” silahlarla ilgili olarak yapmış olduğu basın toplantısında sergilediği kimi zaman sert kimi zaman küçümseyici üslup, Ergenekon sanıklarına karşı daha sahiplenici bir tavır içinde olduğunu gösteriyor. Başbuğ’un son basın toplantılarını arkasına tüm komuta kademesini alarak yapması da, bu tavrında yalnız olmadığının bir göstergesi olsa gerek. Böyle bir tavrın nereden kaynaklandığı; Başbuğ’un, bu oluşumla somut bir ilişkisi olup olmadığından başlayarak, söz konusu oluşum çerçevesinde tutuklanan ve önemli bir kısmı sağlık vs. gerekçelerle tahliye edilen paşaların yaptıklarını “durumdan vazife çıkarmak” olarak veciz bir şekilde özetlenen “kanunlar çerçevesinde kendilerine tanınmış bir hakkın kullanımı” olarak mı değerlendirdiğine varıncaya kadar elbette sorgulanmalı.
Ülkenin çeşitli illerinde yapılan kazılar sonucu elde edilen toprağa gömülü silahlar ve özellikle de Başbuğ’un geçtiğimiz aylarda yaptığı basın toplantılarındaki açıklamaları, mevcut komuta kademesinin Ergenekon operasyonuna/davasına ilgisinin ve elbette rahatsızlığının arttığının bir işareti. Bunu da yüksek sesle dillendiriyorlar. Özellikle Nisan ayındaki konuşmalarında adını açıkça zikretmese de, kamuoyunca malum “bir dinî cemaat”in etkinliğinden duydukları rahatsızlığı dillendirmesi ve diplomatik bir dille yaptığı tehditle birleştirildiğinde, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın ilk planda Ergenekon operasyonuyla ilişkilendirilmesi sanırım yanlış olmaz. Fakat bu rahatsızlığı yalnızca Ergenekon davasının mevcut haline yönelik bir durum olarak görmek de sınırlı bir yaklaşım olacaktır. Genelkurmay Başkanlığı’nın ya da TSK’nın içinde varlığını sürdüren Ergenekon’la ilişkili bir kesimin duyduğu rahatsızlık, tersine, Ergenekon davasının sınırlı bir alanda kalmayıp kapsamını gittikçe artıran bir davaya/operasyona dönüşmüş/dönüşebilecek olmasındandır. Anayasal düzene yönelik suçlar kapsamında değerlendirilen “darbecilik suçları”nı yargılama görevinin askerî yargıdan alınarak sivil yargı organlarına verilmesini temin eden Ceza Mahkemeleri Kanunu’ndaki ilgili iki maddede değişiklik yapan kanunun TBMM tarafından kabul edilmesi etrafında gerçekleştirilen hararetli tartışmalar da dikkate alındığında, Ergenekon örgütüne yönelik operasyonların ve uygulamaların, illegal bir oluşumla mücadelenin sınırlarını aştığı ve Türkiye’nin tüm siyasal hayatını yeniden düzenleyecek, askerî bürokrasinin Türk siyasetindeki ağırlığını sınırlayacak bir nitelik kazandığı anlaşılmaktadır. Yaşanan son gelişmelere, meselenin bu boyutunu da dikkate alarak baktığımızda, Türkiye’nin tarihî bir dönüm noktasında olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Paylaş Tavsiye Et