Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2009) > Ankara Havası
Ankara Havası
Demokrasi Kahramanı Hilmi Özkök
2004-2005 yıllarında memleketin ne denli zor zamanlar geçirdiği bugün gittikçe daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Teknolojiyi hesaba katamamış, Erdal İnönü’nün deyişiyle “gerçeğin önünde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğu”na inanmayan bazı paşaların ve sivil kuvvetlerin darbe özlemi artık kamuoyunun malumu.
Eli silah tutanın her zaman ruhunda fırtınalar kopmaya müsaittir. Nasıl ki bazı siyasetçilerin beyni ile dili arasındaki mesafenin kısa olmasını eleştiriyorsak, asker için de en kırılgan nitelik, beyni ile eli arasındaki mesafenin kısa ve kontrol edilmesi güç oluşudur.
Bazen silahına gider eli, bazen de klavyesine ve günlüğünün satırlarına…
İyi ki paşaların bir kısmı günlük tutma alışkanlığı edinmiş. Darbe “başarı”ya ulaşsaydı “zafer anıları” halini alacak olan günlükler, şimdilerde savcılıkta delil olarak değer kazanmış durumda.
En fazla “Ben onları delete etmiştim” tepkisi verip 16-17 yaşındaki bilgisayar kurdu yeniyetmeleri bile gülümseten sözler duyuluyor. Ne TSK’dan ne de emekli paşalardan biri de çıkıp “Türk ordusunun darbe yapıp demokrasiyi sekteye uğratmak gibi bir niyet ve teşebbüsü olamaz” diyebiliyor.
Elbette burada bir kişiyi ayırmak lazım: Emekli Orgeneral Hilmi Özkök.
Bizim demokrasiye geçişimizi bile askere mal edenler vardır. Onların argümanları ayrıca tartışılır; ama Hilmi Özkök’ün bir asker olarak tarihin militarist tarafından çok demokrasi sayfasına adının yazılacağına kuşku yok.
Karanlık döneme ait gerçekler açığa çıktıkça, birileri açık düşerken, Özkök Paşa’nın alnı daha da açık hale geliyor.
Onun savcıya verdiği ifade, muhtemelen tarihe geçen bir tanıklık olacak.

Tavsiye Et
Hukuk devrimi yapılacaksa onu da biz yaparız!
28 Şubat postmodern darbesi sırasında ve Sarıkız, Ayışığı darbe girişimlerinin yaşandığı günlerde “Apoletli medya”nın amiral gemisi rolünü üstlenmiş olan medya grubu, şimdilerde zor günler geçiriyor. Kritik günlerde yaşanan gazeteci-asker taifesi arasındaki ilişki trafiğinin biraz daha belirginleşmesiyle bu zorluklar artacak.
Fakat o gün postala selam duranlar, bugün şaşırtıcı çıkışlar da yapmıyor değiller. Mesela Ergenekon Davası ile bazı üst düzey komutanların yargılanmaya başlamalarını demokrasi açısından bir devrim, hatta hukuk devrimi olarak gören programlar yayınlıyorlar.
Ama sıkı durun; programın ana teması şu: Askeriyenin Hukuk Devrimi!
Ortada hiçbir delil yokken, emekli paşalar ve muvazzaf subaylar ordu içi denetim mekanizmasının işletilmesiyle yargı önüne çıkarıldı da, biz mi habersiziz?
Demokrat görünüp militaristlik yapmanın bundan ötesi var mı? Söz konusu emekli ve muvazzaf subaylar sivil yargının ve kamuoyunun kelle koltukta verdiği onca mücadeleden sonra, kerhen adalete teslim edilmedi mi? Apoletli medyacı arkadaşlar, darbe döneminde demokrat olamadılar, bari demokrasi döneminde askercilik oynamasalar…

Tavsiye Et
TSK’yı kim yıpratıyor?
Madem bizim ıskaladığımız bir “hukuk devrimi” gerçekleşti, niçin hâlâ her türlü eleştiriye “TSK’yı yıpratmaya yönelik girişim”, “TSK hakkındaki görüşleri iyi bilinen kişi” gibi Soğuk Savaş retoriğini hatırlatan çıkışlarla karşılık veriliyor?
Askeriyede hukuk devrimi yaşandığını ilan eden gazeteci arkadaşlar; anlaşılan sizin o katlarda sözünüz geçiyor.
O halde “elçiye zeval olmaz” deyip şöyle bir arzda bulunursanız makbule geçer:
Lütfen komutanlar, her eleştiri sahibini zımnen hain ilan etmeye dönük bu bıktırıcı retorik yerine, açık seçik bir dil ve yeterli argümanlar kullanarak beyanda bulunsunlar.
Ve de konuşurken, (b)ellerinde silah olduğunu ihsas ettirmesinler.
Zira düşman ile değil, bu ülkenin vatandaşlarıyla konuşuyorlar.
TSK’yı asıl yıpratan, bu ağdalı üslubun müphemliğinden doğan şaibeli ve karamsar havadır.

Tavsiye Et
Erke Dönergeci’ni açıklıyorum
O kadar yazdık, sorular sorduk; hiçbir ses seda yok. Şiirler döktürdük, yine de karşılık bulamadık. Artık -var mıdır psikoloji ilminde bu tür bir sendrom bilmem ama- “platonik bir obsesyon”a dönüşmesinden korktuğum için, Erke Dönergeci’nin niteliği ile ilgili bir tahminde bulunup ardından bazı şifreleri açıklayacağım.
Bir yalanlama gelecek mi, bekleyip göreceğiz. Gelmezse sükût ikrardandır deyu, tahminin gerçeğin ta kendisi olduğunu ilan ederim, ona göre!
Tahmin: 21 Kasım 2006 tarihinde düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulan ve 2007 yılında halkımızın kullanımına sunulacağı” söylenen Erke Dönergeci, aslında 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi için planlanan bir darbenin şifreli ilanıdır!
Şimdi bu ilanın şifrelerine gelelim:
Bir: Erke Dönergeci bir “devridaim makinesi” olarak tanıtılmıştı. Darbeciler de bu ülkede darbelerin belli periyotlarda “devridaim” ettiği izlenimini uyandırarak meşruiyet aradılar.
İki: Dönergeç için “çağın buluşu” nitelemesi yapılmıştı. 2000 yılında girilen yeni yüzyılda henüz bir darbe ile karşılaşmamıştık. Yeni çağ için farklı bir darbe biçimi düşünülmüş olsa gerek.
Üç: Ayrıntılı teknik açıklama talebi “güvenlik” gerekçesiyle reddedildi. Darbe öncesi dönemlerde ketum olmak, hedefe ulaşmak açısından her şeyden önemlidir.
Dört: Dönergecin, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve ulusal bağımsızlık ülküsüne bağlı olduğu vurgulandı. Benzer söylemlere hemen hemen bütün darbeciler başvurur.
Beş: Basın toplantısına eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, emekli Orgeneral Necati Özgen, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, emekli Orgeneral Fikret Boztepe, emekli Korgeneral Köksal Karabay ve eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş gibi isimler katıldı. Ergenekon Davası’na geleceğim; ama devam eden davayla ilgili yorum yapılmaz!
Altı: Dönergecin, maddenin atalet ilkesinden hareketle enerji üreteceği belirtildi. 2007 Nisan’ında darbeyi gerçekleştiremeyip e-muhtıra ile yetinen ve 2008’in Nisan’ına erteleyip kapatma davası açanlar da benzer bir ataletten medet umuyor olmalılar.
Ne demişler: Nerede atalet, orada bereket!

 

 


Tavsiye Et
Irak Türkiye’ye artık daha yakın
Türkiye yerel seçim ve Ergenekon Davası’nı tartışırken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sessiz sedasız “ilkler” gerçekleştirmeye devam ediyor.
Şubat sonunda Tanzanya ve Kenya’ya cumhurbaşkanı düzeyinde ilk resmî ziyareti yapan Abdullah Gül, yanında iki yüze yakın iş adamı olduğu halde milyonlarca dolarlık bağlantı gerçekleştirmişti. Krizden feryat eden basın ise gezinin leopar sevme ve safari kısımlarına gösterdiği ilgiyi bu iş bağlantılarından esirgedi.
Mart sonunda ise Saddam sonrasının Irak’ına cumhurbaşkanı düzeyinde ilk ziyareti gerçekleştiren Gül, yapıcı bir diplomasi izleyerek ülkedeki bütün taraflarla görüştü.
Gül’ün bir ağabey muamelesi görerek karşılanması bir yana, bizdeki savaşkan medyanın daha birkaç yıl öncesine kadar “Ensesine binelim, vuralım” dediği Celal Talabani ve Neçirvan Barzani’den PKK konusunda açık destek alması diplomasinin silaha üstünlüğünü göstermesi bakımından kayda değerdi.
Önümüzdeki günlerde merakla beklenen gelişme ise Talabani’nin PKK’ya yaptığı “Ya silahı bırak, ya Irak’ı terk et” çağrısının sonucu olacak.
Türkiye’nin bir içerisi var, bir de dışarısı; ikisi birbirine benzemez.

Tavsiye Et