Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2009) > Ankara Havası
Ankara Havası
DDD (Doğan’ın Davos Davası): Türkiye için kaygılanmak!
Başbakan Erdoğan “Daha Davos’a gelmem” dedikten sonra yerel seçim sürecinde Davos’u istismar etmeyeceğini de söyledi. Ancak görünen o ki, İsrailli Tuğgeneral Mizrahi bile sussa Doğan Grubu susmayacak. Erdoğan’ın Davos çıkışının Türkiye’ye maliyeti konusunda herkesten çok onlar kaygı duyuyor. Doğan Medya, ısrarla yaklaşan tehlikeyi haber verirken, bir de Cumhurbaşkanı Gül, Suudi Arabistan’a gidivermesin mi? Maazallah, bu ondan da büyük tehlike!
Davos’tan itibaren grubun yayınlarında üç aşamalı bir tavırlar dizisi gözlemleniyor:
1.      Başbakan’ın Davos tepkisinin sıcaklığıyla köşe yazarlarında ikiye bölünmüşlükle birlikte, haber sayfalarında “sinir bozucu bir tarafsızlık” vardı. Bazen tarafsız görünmenin en açık tarafgirlik olabileceğini -haksızlık karşısında tarafsız kalmak haksız olanın yanında yer almaktır- bilenler açısından gerçekten sinir bozucu bir durumdu.
2.      Derken toplumsal ibrenin güçlü bir biçimde Başbakan Erdoğan’dan yana olduğunun anlaşılması ile CHP muhalefetinin gecikmeli ve şartlı (Davos’un iç politika malzemesi yapılmaması) desteğinin aynısı grubun gazetelerinin sayfalarında görüldü.
3.      Son aşamada ise Türkiye’deki Musevilerin acıklı halleri üzerine haber ve röportaj yayınları başlatıldı. Cemaatin önde gelenleriyle, özellikle Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya’yla yapılan söyleşilerde, muhatabın söylemeyerek eksik bıraktığı alanlar(!) editoryal tercih kullanılarak tamamlandı. Bu konuda da muhalefetin Doğan Grubu ile ne kadar iç içe bir strateji izlediği ortaya çıktı; Baykal da eş zamanlı olarak “Türkiye’de zaten var olan Musevi karşıtlığının körüklenmemesi” konusunda hükümeti uyardı.
Ancak gerek Başbakan Erdoğan’ın, gerek sözcüsü Cemil Çiçek’in ve gerekse Cumhurbaşkanı Gül’ün aynı günlerde Türkiye’deki Musevilere yönelik verdikleri “müsekkin” demeçler bu konudaki reel ve sanal kaygıları izale etti.

Tavsiye Et
Museviler için Şalom’dan daha çok kaygılanmak!
Burada dikkat çekici olan Musevi cemaatine yönelik yayın yapan haftalık Şalom gazetesinin Doğan Grubu’ndan daha sakin ve soğukkanlı tavrıydı. Şalom, devletin en üst katından gelen yatıştırıcı açıklamaları düzenli bir biçimde yansıtmaya özen gösterdi.
Başbakan Erdoğan’ın “Yahudilere bir şey yapmayı düşünen karşısında beni bulur” sözlerini manşete çıkaran Şalom, Cumhurbaşkanı Gül’ün “Ben neysem Musevi vatandaşlarımız da o” sözlerine de ilk sayfada yer verdi. Davos olayı ise Şalom’da “Davos’ta soğuk zirve” başlığıyla ve olayın sorumluluğu “moderatörün yanlış tutumu”na bağlanarak aktarıldı. İvo Molinas’ın kaleme aldığı “Umut” başlıklı başyazıda 13 Kasım 2007 günü Şimon Peres ile Mahmud Abbas’ın TBMM’de yaptıkları “tarihî konuşma” söz konusu edilerek iki konuşmadan alıntıların ardından “Umut tek oksijenimiz” yargısıyla nokta konuluyordu. Son yıllarda uluslararası ve İsrail’deki gelişmelere daha duyarlı bir yayın çizgisi izlediği, buna bağlı olarak zaman zaman sertleşebildiği görülen Şalom gazetesi, Doğan gazetelerine nispetle “sakin” ve “soğukkanlı” bir tutum sergiledi.
Peki Hürriyet, Vatan ve Milliyet ne yaptı? Bütün bir ayı, kulağı Amerikan Yahudilerinden gelecek açıklamalarda, gözü Yahudi lobisinin etkisindeki İngiliz ve Amerikan medyasında olduğu halde geçirdi.
Medyacılık yorucu iş vesselam.

Tavsiye Et
Radikal bir analiz
Doğan Grubu ile Başbakan Erdoğan 2008 Eylül’ünden beri kapışmaya devam ediyor. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın “Ciğerim” dediği Akif Beki, Doğan medyasının liberal-sol kitlenin nabzını tutmaya çalıştığı Radikal gazetesinde yazmaya başladı.
Biliyorsunuz, Radikal’de Hasan Celal Güzel de yazıyor, Mehmet Ali Kışlalı da… Bu iki Radikal yazarının bazen ortak noktalarda buluştuğu oluyor; hadi Namık Kemal Zeybek’i bile Cengiz Çandar ile “uyuşturduk” diyelim… Altan Öymen’i, Nuray Mert’i, Oral Çalışlar’ı, Türker Alkan’ı aynı gemide bir arada tutmak gerçekten takdir edilecek bir iş.
Arıza çıkarmaya meyyal arı sosyalistleri hafta sonu eki Radikal 2’ye atarsın; Tanıl Bora gibi kökten ideolojik bir kafaya da “spor” olsun diye yazı yazdırırsın, olur biter.
Kim ne derse desin, Radikal, Tüccar Aydın Doğan’ın matbuat alanında sergilediği en yüksek performanslardan biridir. Hatırlayın, onun benzeri Yeni Yüzyıllar, Binyıllar bir bir piyasadan çekildi. Yeni Şafak bile kabuk değiştirip muhafazakâr entelektüel sınıfa hitap etmekten vazgeçerek renklendi; kendisine sermaye sağlayan muhafazakâr orta sınıfın sesi haline geldi. Arkasına AK Parti rüzgarını aldıktan sonra bile ancak böyle ayakta kaldı.
Bu nedenle, Akif Beki’nin Radikal’de yazmaya başlaması, Başbakan Erdoğan açısından ne ifade ediyor bilemem ama Aydın Doğan açısından bir sentez başarısıdır.

Tavsiye Et
“Erdoğan’ın Harfleri”nden sonra Erdoğan’a tavsiyeler
İşin Akif Beki kısmına gelince… Beki, Ahmet Hakan’ın saf değiştirmesi kadar köklü bir tavrı gösterecek cesarete sahip değil gibi. Her ne kadar Ahmet Hakan’dan “Elini korkak alıştırma” nasihatini aldıysa da, Beki’de, ihtiyatı elden bırakmayan; tersine her zaman iktidara açık kapı bırakan bir hesabilik var.
Ama cesur görünmek için yanıp tutuşan bir yanı da var Beki’nin. Mesela eski arkadaşlar mevzuuna giriyor, Aykut Z. Akman’ın okeyde yakalanmasını, Turgut Altınok’un kaset olayını kalemine dolamaktan çekinmiyor. Kendisine hesap sorulabilecek akreditasyon ve Erdoğan’ın Harfleri konularında da doğrusu iyi ön alıyor. Ama bu üslupta sanki bir şeyler hep eksik kalıyor; en fazla ironi düzeyinde tezahür eden bir cesaretten ötesine geçemiyor.
Şimdilik, ondan bir Ahmet Hakan olmasını beklemek mümkün değil. Muhatabı açık seçik karşısına koyan ve ihanetle suçlanmaktan çekinmeyen bir ses çıkmadı Beki’den.
Yani konu seçimi cüretkâr, ama içerik yetersiz.

Tavsiye Et
Danışman-gazeteciliğin sorunu
Bir de stratejik yetersizlik sorunu var. Mesela “Başbakan’a ‘kara yılan’ teklifim” başlığına bakınca “Herhalde Beki, Erdoğan’ı kızdırmaya karar verdi” diye düşünüyorsunuz. Fakat onun teklifi, fahri bir danışmanlık işlevinden başka bir şey değil. Danışmanlığı gazete köşesinde de sürdürmeye çalışıyor ve Diyarbakır’a giden Başbakan’a Sezai Karakoç’un “Kara Yılan” şiirini okumasını öneriyor. Gerekçesi ise şiirde geçen “Güneyli çocuk” ifadesinin Diyarbakırlılar tarafından kabul göreceği…
Acaba miting meydanında toplanan on binlerce Diyarbakırlı, İkinci Yeni’nin soyut mısralarını barındıran bu şiirde en çok neye kulak kesilir?
Ya da; dördü art arda, başlık dâhil toplam altı kez tekrarlanan “Kara Yılan” ifadesi, Diyarbakır’daki kalabalığa ne anlatır?
Beki, PKK lideri Murat Karayılan’ın bölgede Sezai Karakoç’un “Kara Yılanı”ndan daha fazla tanındığını bilmiyor olmalı. Ya da Murat Karayılan’ı tanımıyor.
Her iki halde de bir yetersizlik yok mu?
 
  
Kara Yılan
Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin
 
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elinde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
 
Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
 
Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
 
Sezai Karakoç
 

Tavsiye Et