Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Huntington ve demokrasi
A. Kemal Bersay
HAR­VARD pro­fe­sö­rü Sa­mu­el Hun­ting­ton’ın po­pü­la­ri­te­si­ni borç­lu ol­du­ğu “me­de­ni­yet­ler ça­tış­ma­sı” te­zi üze­ri­ne çok şey söy­len­di. ‘Tez’, bi­lim­sel ge­çer­li­li­ği pek ol­ma­sa da, baş­ka bir açı­dan, özel­lik­le Bush’la be­ra­ber Ame­ri­ka’da yö­ne­ti­me ge­len ne­o-con­la­rın uy­gu­la­ma­ya koy­duk­la­rı po­li­ti­ka­la­ra meş­rui­yet ka­zan­dır­ma­sı ba­kı­mın­dan bir hay­li işe ya­ra­dı. El­bet­te Hun­ting­ton, Me­de­ni­yet­ler Ça­tış­ma­sı ve Dün­ya Dü­ze­ni­nin Ye­ni­den Olu­şu­mu’nu 1993’te ya­yın­la­ma­dan ön­ce de bu fik­ri sa­vu­nan­lar var­dı. Fa­kat o, bu­nu aka­de­mik dü­zey­de en iyi ifa­de eden isim ol­du. Hun­ting­ton’ın te­mel­len­dir­di­ği yak­la­şım, Ba­tı dı­şın­da­ki me­de­ni­yet­le­ri Ba­tı’ya bir teh­dit ola­rak gö­rü­yor ve özel­lik­le İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin “et­ki­siz ha­le ge­ti­ril­me­si­ni” ön­gö­rü­yor. Bu gö­rü­şün yol aç­tı­ğı po­li­ti­ka­lar or­ta­da; özel­lik­le 11 Ey­lül’den be­ri Müs­lü­man­lar, bu­nun acı­sı­nı en faz­la his­se­den grup ol­du. 90’la­rın ba­şın­dan be­ri, İs­la­mî can­lan­ma­la­rı ez­mek için İs­lam dün­ya­sın­da 28 Şu­bat­va­ri ope­ras­yon­lar Ame­ri­ka’nın giz­li ve­ya açık des­te­ğiy­le yü­rü­tü­lü­yor. Zi­ra bi­lin­di­ği gi­bi Sov­yet son­ra­sı dö­nem­de İs­lam, dün­ya sis­te­mi için bir nu­ma­ra­lı teh­dit ha­li­ne ge(ti­ri)lmiş du­rum­da.
Öner­di­ği ‘çö­züm’ü ABD’li ve ba­zı Av­ru­pa­lı dış po­li­ti­ka ya­pım­cı­la­rı ta­ra­fın­dan uy­gu­la­ma­ya ko­nu­lan Hun­ting­ton, bun­dan son­ra “iç po­li­ti­ka”ya yö­nel­di; Ame­ri­ka’nın “en önem­li iç so­ru­nu” ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ğü “kah­ve­ren­gi azın­lı­ğa”... Biz Ki­miz? (Who are We?) isim­li son ki­ta­bın­da Hun­ting­ton, ki­ta­bın baş­lı­ğı­nın da ima et­ti­ği gi­bi, ken­di­ne gö­re bir “Ame­ri­kan kim­li­ği” ta­ri­fi ya­pı­yor ve bu kim­li­ğin ha­ya­ti­ye­ti­ne yö­ne­lik en bü­yük teh­di­din ül­ke­de sa­yı­la­rı git­tik­çe ar­tan His­pa­nik/La­ti­no (Gü­ney Ame­ri­ka kö­ken­li) in­san­lar ol­du­ğu­nu söy­lü­yor. Özel­lik­le Mek­si­ka­lı­la­rın her gün yüz­ler­ce­si­nin -bü­yük kıs­mı ka­çak ola­rak- sı­nı­rı ge­çip Ame­ri­ka’nın gü­ney ve do­ğu eya­let­le­ri­ni ‘is­ti­la’ et­ti­ği­ni, bu gi­diş­le kı­sa sü­re son­ra La­ti­no­la­rın ço­ğun­luk ha­li­ne ge­le­ce­ği­ni, böy­le­ce Ame­ri­ka’nın ‘ge­le­nek­sel’ (ya­ni be­yaz­la­rın hâ­kim ol­du­ğu) nü­fus ya­pı­sı­nın de­ği­şe­ce­ği­ni, bu­nun da Ame­ri­ka­lı kim­li­ği için bir teh­dit oluş­tur­du­ğu­nu be­lir­ti­yor. Böy­le­ce ken­di­si yi­ne bir­çok ki­şi­nin dü­şün­dü­ğü şe­yi, be­yaz­la­rın ‘si­yah­lar’ ve ‘kah­ve­ren­gi­ler’ üze­rin­de­ki si­ya­sî, eko­no­mik ve kül­tü­rel ta­hak­kü­mü­nün de­vam et­me­si ge­rek­ti­ği­ni, aka­de­mik bir kı­lıf için­de sun­ma­yı ba­şar­mış ol­du. İl­ginç olan, Hun­ting­ton bun­la­rı söy­le­dik­ten kı­sa bir sü­re son­ra, Ame­ri­ka’da mil­let­ve­ki­li se­çim­le­ri­nin ya­pı­la­ca­ğı bu yıl, ko­nu­nun ka­mu­sal alan­da gün­de­me gel­me­si. Sa­yı­la­rı 12 mil­yo­nu bu­lan izin­siz göç­men­le­re kar­şı -yer yer ırk­çı­lı­ğa va­ran- bir si­ya­sî/med­ya­tik kam­pan­ya­ya dö­nü­şen bu gö­rüş, hem Bush’un Cum­hu­ri­yet­çi Par­ti­si, hem de mu­ha­le­fet­te­ki De­mok­rat­lar ta­ra­fın­dan des­tek­le­ni­yor; hat­ta Cum­hu­ri­yet­çi­le­rin bir kıs­mı Bush’u His­pa­nik­lere kar­şı ye­te­rin­ce sert ol­ma­mak­la suç­lu­yor. İki par­ti­nin çı­kar­ma­ya ça­lı­şıp he­nüz ba­şa­ra­ma­dı­ğı ka­nu­na gö­re ‘ka­çak’ göç­men­ler­le on­la­ra yar­dım eden­ler ha­pis­le ce­za­lan­dı­rı­la­cak.
De­mek ki Hun­ting­ton ne­ye el at­sa, o ko­nu po­pü­ler ha­le ge­li­yor ve güç­lü­le­rin elin­de bir ara­ca dö­nü­şe­rek güç­süz grup­lar için dra­ma­tik so­nuç­la­ra yol açı­yor. Hâl­bu­ki bu meş­hur ‘tez­le­ri’ or­ta­ya at­ma­dan ön­ce de Hun­ting­ton -aka­de­mi dı­şın­da ol­ma­sa da- si­ya­set bi­li­min­de nis­pe­ten ta­nın­mış bir isim­di. Özel­lik­le de­mok­ra­si üze­ri­ne ça­lış­ma­la­rıy­la, bil­has­sa “3. Dal­ga” te­ori­siy­le ken­di­ne li­te­ra­tür­de bel­li bir yer edin­miş­ti. 1992’de ya­yım­la­dı­ğı ki­ta­bın­da Hun­ting­ton, dün­ya­da 90’la­ra ka­dar üç de­mok­ra­tik­leş­me ‘dal­ga­sı’ ya­şan­dı­ğı­nı ile­ri sür­dü. Bun­la­rın bi­rin­ci­si 19. yüz­yı­lın or­ta­la­rın­dan iti­ba­ren Ba­tı’da -İn­gil­te­re, Fran­sa, Al­man­ya, ABD, Ka­na­da-; ikin­ci­si ise 1950’ler­de Tür­ki­ye de dâ­hil ol­mak üze­re As­ya, Av­ru­pa, Af­ri­ka ve Gü­ney Ame­ri­ka’nın bir kıs­mın­da ya­şan­dı. Bu dö­nem­de 25 ka­dar ül­ke oto­ri­ter­ya­nizm­den de­mok­ra­si­ye geç­ti. Üçün­cü ve son dal­ga ise 1974’te Por­te­kiz’de dik­ta­tör­lü­ğün so­na er­me­siy­le baş­la­dı; yi­ne bu dört kı­ta­da 80’li yıl­la­rın so­nu­na ka­dar 30 ül­ke­de de­vam et­ti. (Hun­ting­ton’ın de­ğin­me­di­ği, Do­ğu Blo­ğu’nda 90’lı yıl­lar­da ya­şa­nan de­mok­ra­si­ye ge­çiş­ler ise dör­dün­cü dal­ga sa­yı­la­bi­lir.) An­cak Hun­ting­ton isa­bet­le dün­ya öl­çe­ğin­de de­mok­ra­tik­leş­me­nin, bi­zim meh­ter adı­mı gi­bi, iki ile­ri bir ge­ri (da­ha doğ­ru­su üç ile­ri iki ge­ri) şek­lin­de ol­du­ğu­nu be­lir­ti­yor. İlk iki dal­ga­dan kı­sa sü­re son­ra de­mok­ra­tik re­jim­ler­den ge­ri­ye dö­nüş­ler ya­şan­dı: 1930’lar­da Al­man­ya, İtal­ya, İs­pan­ya, Por­te­kiz’de; 1960’lar­da Tür­ki­ye ve Yu­na­nis­tan ile Ar­jan­tin, Bre­zil­ya, Mek­si­ka gi­bi bir­çok Gü­ney Ame­ri­ka ül­ke­sin­de. Hun­ting­ton 3. dal­ga­nın ise he­nüz bir ge­ri dö­nüş ya­şa­ma­dı­ğı­nı be­lir­ti­yor -ta­bii ken­di­si 28 Şu­bat’ı gör­me­miş­ti o za­man! (Fa­kat si­ya­sî kar­ga­şa­nın as­ke­rin mü­da­ha­le­siy­le gi­de­ril­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lirt­ti­ği As­ker ve Si­ya­set ad­lı ki­ta­bın­da dar­be­le­rin meş­ru ola­bi­le­ce­ği­ni id­di­a edi­yor.)
Son dal­ga­nın se­bep­le­ri­ni açık­lar­ken Hun­ting­ton -ti­pik bir mo­dern­leş­me teo­ris­ye­ni ola­rak- eko­no­mik ge­liş­me­ye vur­gu ya­pı­yor. Bu­na gö­re kü­re­sel ka­pi­ta­liz­me ‘ba­şa­rıy­la’ en­teg­re ol­mak ik­ti­sa­dî kal­kın­ma­yı, o da ne­re­dey­se oto­ma­tik ola­rak de­mok­ra­tik­leş­me­yi be­ra­be­rin­de ge­ti­rir. Hun­ting­ton ay­rı­ca as­ke­rî/dik­ta­tor­yal re­jim­le­rin ya­şa­dı­ğı meş­rui­yet kri­zi, Ka­to­lik ül­ke­ler­de Ki­li­se’nin tu­tum de­ği­şik­li­ği ve bir ül­ke­de ya­şa­nan de­mok­ra­si­ye ge­çi­şin kom­şu ül­ke­le­re yap­tı­ğı “kar­to­pu et­ki­si” gi­bi fak­tör­le­re de de­ği­nir. An­cak ona gö­re en önem­li fak­tör­ler­den bi­ri “dış güç­le­rin”, özel­lik­le ABD ve AB’nin olum­lu et­ki­le­ri­dir. Ba­tı, dün­ya ba­rı­şı (ya­ni ka­pi­ta­list sis­te­min ra­hat­sız edil­me­den ge­niş­le­me­si) için en uy­gun si­ya­sî re­ji­min li­be­ral de­mok­ra­si ol­du­ğu­na ka­rar ver­di ve 70’ler, 80’ler bo­yun­ca bu­nu uy­gu­la­dı.
Hak­lı­lık pa­yı bu­lun­sa da, bu tes­pit önem­li bir ger­çe­ği göz­ler­den uzak tut­ma­ya ya­rı­yor: Ya­zar, yi­ne ay­nı dö­nem­de özel­lik­le ABD’nin hem dik­ta­tör­lük­le­ri, hem de de­mok­ra­si­ye kar­şı gi­ri­şi­len dar­be­le­ri des­tek­le­di­ği­ni, hat­ta ba­zen biz­zat ter­tip­le­di­ği­ni gör­mez­den ge­li­yor. Ör­ne­ğin -ken­di­si­nin pek de­ğin­me­di­ği- Or­ta Do­ğu’da ABD ge­le­nek­sel ola­rak dik­ta­tör­lük­le­ri des­tek­le­miş, hat­ta on­la­rı ken­di halk­la­rın­dan ko­ru­muş­tur. Ame­ri­ka S. Ara­bis­tan, Mı­sır, Ür­dün gi­bi ül­ke­ler­de bu­gün bi­le ay­nı po­li­ti­ka­la­rı gü­dü­yor; çün­kü dün­ya sis­te­mi ve ka­pi­ta­liz­min âli men­fa­at­le­ri bu­nu ge­rek­ti­ri­yor. Di­ğer yan­dan ABD, Tür­ki­ye’de de hem 12 Ey­lül, hem de 28 Şu­bat’ta de­mok­ra­si­nin ke­sin­ti­ye uğ­ra­tıl­ma­sı­nı ak­tif bi­çim­de des­tek­le­miş­ti. Hat­ta 12 Ey­lül’de CI­A’in önem­li rol­ler üst­len­di­ği, 28 Şu­bat’ın plan­la­rı­nın da kıs­men Was­hing­ton’da ha­zır­lan­dı­ğı bi­li­ni­yor. (Ni­te­kim da­ha bir­kaç yıl ön­ce CI­A, Ve­ne­zü­el­la Dev­let Baş­ka­nı Hu­go Cha­vez’e kar­şı dar­be ter­tip­ler­ken su­çüs­tü ya­ka­lan­mış­tı.) İle­ri­de 28 Şu­bat’a da­ir ger­çek­ler ta­ma­men ay­dın­lı­ğa ka­vuş­tu­rul­du­ğun­da ABD’nin (ve İs­ra­il’in) sü­re­ce yap­tı­ğı giz­li-açık “post­mo­dern kat­kı­lar” da­ha da be­lir­gin ha­le ge­le­cek­tir.
Do­la­yı­sıy­la Hun­ting­ton’ın gör­mez­den gel­di­ği nok­ta önem­li­dir: Dün­ya sis­te­mi­nin lord­la­rı, men­fa­at­le­ri ge­rek­ti­ri­yor­sa, Af­ga­nis­tan ve Irak sa­vaş­la­rı­nın da gös­ter­di­ği gi­bi yüz­bin­ler­ce ma­sum in­sa­nın kat­le­dil­me­si de dâ­hil, her tür­lü yön­te­mi kul­lan­ma­yı mu­bah gö­rü­yor­lar. Fa­kat “tu­zak ku­ran­la­rın en ha­yır­lı­sı” olan Al­lah’ın da bir bil­di­ği var­dır.

Paylaş Tavsiye Et