Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Laikçi paranoyanın türban takıntısı
Nazife Şişman
BA­ŞÖR­TÜ­SÜ/TÜR­BAN, bir şey­le­ri ört­mek üze­re gün­dem­de­ki tar­tı­şıl­maz ye­ri­ni al­dı yi­ne. Ne ya­zık ki çok acı bir ka­yıp da ya­şan­dı. Ama da­ha ya­sı tu­tul­ma­dan si­ya­sal bir he­sap­laş­ma­nın ara­cı ha­li­ne ge­ti­ril­di ka­yıp. Ta­raf­lar be­lir­len­di, teç­hi­zat der­di­ne gi­ril­di. Sal­dı­rı, sa­vun­ma, kar­şı sal­dı­rı der­ken; mer­mi­le­ri med­ya sar­ma­lın­dan ge­çe­rek hız ka­za­nan ke­li­me­ler olan bir mey­dan mu­ha­re­be­si­nin için­de bul­duk ken­di­mi­zi.
Tür­ki­ye’de si­ya­sî tar­tış­ma­la­rı, “la­ik­lik yan­lı­sı” ve “tür­ban yan­lı­sı” şek­lin­de ge­çir­gen ol­ma­yan ku­tup­la­ra iten ye­ni bir ana­fo­ra yol açan Da­nış­tay’a sal­dı­rı­nın ol­du­ğu gün, te­sa­düf ese­ri, Sa­dık Yem­ni’nin Mu­hab­bet Evi ad­lı ro­ma­nı­nı ye­ni al­mış­tım. O gün ve er­te­si gün ki­ta­bı okur­ken, ro­ma­nın ko­nu­su­nu teş­kil eden film yö­net­me­ni The­o Van Gogh’un 2004 Ka­sı­mı’nda öl­dü­rül­me­sin­den son­ra Hol­lan­da’da or­ta­ya çı­kan at­mos­fer­le, Tür­ki­ye’de Da­nış­tay üye­si­nin öl­dü­rül­me­si son­ra­sın­da ya­ra­tıl­mak is­te­nen or­tam ara­sın­da is­ter is­te­mez pa­ra­lel­lik­ler kur­dum.
El­bet­te olay­lar ve ki­şi­ler ara­sın­da bir pa­ra­lel­lik de­ğil­di bu. Bü­yük oran­da med­ya­nın des­tek­le­di­ği ve Yem­ni’nin ta­bi­riy­le NEP (nef­ret, en­di­şe, pa­ra­no­ya) sal­gı­nı ba­kı­mın­dan bir ben­zer­lik, kas­tet­ti­ğim. Hol­lan­da’da söz ko­nu­su olay son­ra­sın­da asıl­sız ön­yar­gı­lar ve ze­hir­li ide­olo­ji üre­ti­mi had saf­ha­day­dı ve bu, özel­lik­le Müs­lü­man­la­ra ve si­yah ten­li­le­re kar­şı bir ya­ban­cı düş­man­lı­ğı şek­lin­de te­za­hür edi­yor­du. Ta­raf­la­ra bö­lün­mek is­ter is­te­mez, kar­şı­da­ki­ni düş­man­laş­tır­ma ve te­kin­siz­li­ğe hap­set­me ame­li­ye­si­ne hız ka­zan­dı­rı­yor­du. Bu düş­man­laş­tır­ma ve te­kin­siz­lik, fan­tas­tik ve ta­bi­atüs­tü bir ta­kım güç ve ener­ji­le­rin dev­re­ye gir­me­siy­le de des­tek­le­ni­yor ro­man­da. An­cak dev­re­ye gi­ren kö­tü­cül güç­ler­le açık­la­na­bi­lir­di zi­ra, bu den­li te­kin­siz bir du­rum.
Tür­ki­ye’de bu kö­tü­cül güç­le­rin ye­ri­ni, de­rin güç­ler al­mış du­rum­da. Ama ta­raf­la­ra bö­lün­me ve en­di­şe, kor­ku ve pa­ra­no­ya sal­gı­nı ba­kı­mın­dan ben­zer sü­reç­ler dev­re­de. “İs­la­mî fa­şizm”, “İs­la­mî te­rör” gi­bi ta­bir­ler ve “van­dal eği­lim­le­ri” sa­de­ce din ile bağ­lan­tı­lan­dır­ma te­şeb­büs­le­ri ise, 11 Ey­lül son­ra­sı ya­şa­nan düş­man ya­rat­ma­ya da­ya­lı si­ya­se­tin bir ben­ze­ri­ni tec­rü­be et­me­ye zor­lan­dı­ğı­mı­zın işa­ret­le­ri­ni ve­ri­yor.
Ju­dit But­ler, 1990’lar­dan bu ya­na fe­mi­nist ku­ra­mın ön­de ge­len isim­le­rin­den bi­ri. Kı­rıl­gan Ha­yat (Pre­ca­rio­us Li­fe, 2004) ad­lı ki­ta­bın­da, 11 Ey­lül son­ra­sın­da ABD’de ka­mu­sal eleş­ti­ri­nin na­sıl sus­tu­rul­du­ğu­nu ele alı­yor. Af­ga­nis­tan ve Irak iş­ga­li­ne kar­şı çı­kan­la­rın te­rör ta­raf­ta­rı ve ha­in, İs­ra­il po­li­ti­ka­la­rı­na kar­şı çı­kan­la­rın ise an­ti­se­mi­tist di­ye yaf­ta­la­nıp sus­tu­rul­du­ğu bir bas­kı or­ta­mı hâ­kim ol­muş­tur Ame­ri­kan top­lu­mu­na. Bu or­ta­mı bes­le­yen un­sur ise gay­rı in­sa­nî öte­ki an­la­yı­şı­dır. Bu an­la­yış doğ­rul­tu­sun­da Gu­an­ta­na­mo’da­ki­ler ‘tut­sak’ ve iş­gal es­na­sın­da ölen Irak­lı­lar da ‘ölü’ sa­yıl­ma­mış­tır.
But­ler’e gö­re “ka­mu­sal alan kıs­men gö­rü­ne­bi­lir olan ta­ra­fın­dan ku­ru­lur, gö­rü­nüm ala­nı­nı dü­zen­le­mek ne­yin ger­çek sa­yı­lıp ne­yin sa­yıl­ma­ya­ca­ğı­nı da be­lir­le­me­nin bir yo­lu­dur. Ay­nı za­man­da bu, kim­le­rin ha­yat­la­rı­nın ha­yat, kim­le­rin ölüm­le­ri­nin ölüm sa­yı­la­ca­ğı­nı be­lir­le­me­nin bir yo­lu­dur.” Bu öy­le bir yol­dur ki ABD ka­muo­yu, öl­dü­rü­len Irak­lı ço­cuk­la­rı gör­me­miş, gör­se bi­le on­la­rı “in­sa­nî olan” ta­nı­mı içi­ne al­ma­mış­tır. Bu ne­den­le de on­lar ger­çek ma­na­da ‘ölü’ sa­yıl­ma­dık­la­rı için yas­la­rı tu­tul­ma­ya da de­ğer bu­lun­ma­mış­lar­dır.
Ki­mi ya­şam­lar ya­şam sa­yıl­ma­dı­ğı, ki­mi in­san­la­rın in­san sa­yıl­ma­dı­ğı, hat­ta ki­mi ölüm­le­rin ya­sı tu­tul­maz sa­yıl­dı­ğı bir at­mos­fe­re kar­şı çı­kı­yor But­ler ki­ta­bın­da. Şid­de­ti hak­lı­laş­tı­ran, in­sa­nî ile­ti­şi­mi en­gel­le­yen ve ka­mu­sal ala­nı ka­bul edi­le­bi­lir bir ko­nuş­ma ala­nı ol­mak­tan çı­ka­ran bir at­mos­fer­dir bu. Ve de­vam­lı­lı­ğı­nı, sus­tur­ma­ya ve düş­man­lar ya­rat­ma­ya borç­lu­dur.
Düş­man­lar ya­ra­tan, şid­de­ti hak­lı­laş­tı­ran ve ka­mu­sal ala­nı ka­bul edi­le­bi­lir bir ko­nuş­ma ala­nı ol­mak­tan çı­ka­ran bu at­mos­fer, sa­de­ce ABD ile sı­nır­lı de­ğil. Dün­ya glo­bal bir kö­ye dö­nü­şür­ken, şid­de­tin ve kor­ku­nun di­li de ay­nı­la­şı­yor. Si­ya­se­ti, düş­man ya­rat­ma, kor­ku nes­ne­si icad et­me ve bun­la­rı her da­im bes­le­me üze­rin­de ic­ra, Tür­ki­ye için de söz ko­nu­su. Ama el­bet­te bu ame­li­ye fark­lı sem­bol­ler üze­rin­den ic­ra edi­li­yor. Son yir­mi yıl bo­yun­ca ba­şör­tü­sü/tür­ban bu ba­kım­dan hiçbir he­sap sa­hi­bi­nin ümit­le­ri­ni bo­şa çı­kar­ma­dı de­ni­le­bi­lir. Da­nış­tay’a ya­pı­lan sal­dı­rıy­la il­gi­li pek çok komp­lo te­ori­si sı­ra­la­na­bi­lir ar­dı ar­dı­na. Fa­kat asıl önem­li olan, la­ik-din­ci ge­ri­li­mi­ni bes­le­yen ve si­ya­sal ma­nev­ra­la­rı­nı, ba­şör­tü­sü/tür­ban sem­bo­lün­de kes­kin­le­şen bir ta­raf­tar­lık üze­rin­den yü­rü­ten bir sü­re­cin hız­lan­ma­sı.
Bir kez “tür­ban yan­lı­sı” ve “la­ik­lik yan­lı­sı” gi­bi kes­kin bir ay­rım ya­pıl­dı­ğın­da, or­tak ka­mu­sal di­lin al­tı­na di­na­mit ko­nul­muş olu­yor. Hâl­bu­ki “la­ik­lik yan­lı­la­rı”nın bel­li bir kıs­mı, ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı­nı an­ti-de­mok­ra­tik ve in­san hak­la­rı ih­la­li say­mak­ta, “tür­ban yan­lı­la­rı” da la­ik­li­ğin ta­nı­mı­nı tar­tış­sa da cum­hu­ri­ye­ti be­nim­se­mek­te­dir. Asıl teh­li­ke­li olan, bu ‘yan­lı’ şek­lin­de­ki bö­lün­me­dir. Çün­kü bu bö­lün­me, ka­mu­sal ola­rak ko­nu­şu­la­bi­lir alan­la­rı da­ralt­mak­ta ve şid­de­ti hâ­kim dil ha­li­ne ge­tir­mek­te­dir. Yem­ni’nin yu­ka­rı­da bah­se­di­len ro­ma­nın­da NEP (nef­ret, en­di­şe, pa­ra­no­ya) sal­gı­nın­dan ka­çıp sı­ğın­dı­ğı, bir­lik­te­lik­ten kar­şı­lık­lı ya­rar üre­ti­le­bi­le­cek ye­ri, mu­hab­bet me­ta­fo­ru üze­rin­den ifa­de et­me­si çok ma­ni­dar.
Böy­le bir du­rum­da kol­lek­tif so­rum­lu­lu­ğu­mu­zu de­fa­at­le vur­gu­la­mak­ta fay­da var. Kol­lek­tif so­rum­lu­lu­ğu­muz, bu ko­şul­la­rın na­sıl mey­da­na gel­di­ği­ni sor­ma­mı­zı ve bi­zi da­ha iyi ayak­ta tu­ta­cak te­mel­le­re da­ya­nan top­lum­sal ve si­ya­sal ko­şul­la­rı ye­ni baş­tan ya­rat­ma ce­sa­re­ti­ni gös­ter­me­mi­zi ge­rek­ti­ri­yor.

Paylaş Tavsiye Et