Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Sinan’ın mirası, Cansever’in ufku
Faruk Deniz
İS­LAM dün­ya­sı bir­kaç asır­dan be­ri­dir, ma­zi­de ger­çek­leş­tir­di­ği her şe­ye, an­la­şıl­maz ve te­dir­gin bir ruh hâ­li ile ba­kı­yor. İçin­den ge­çi­len sert dö­ne­meç­ler, Müs­lü­man­la­rın iyi, gü­zel ve doğ­ru ha­yat te­lak­ki­si­ni bes­le­yen sü­rek­li­lik un­sur­la­rı­nı ke­sin­ti­ye uğ­rat­tı. Te­dir­gin ruh hâ­li ta­rih­sel, top­lum­sal ve bi­rey­sel öz­gü­ve­ni de yok et­ti. Ha­ta kim­ler­dey­di, ne­re­dey­di? Sert dö­ne­meç­le­re ken­di ha­ta­sıy­la mı, yok­sa baş­ka­la­rı­nın it­me­siy­le mi gir­miş­ti? Ka­dim tar­tış­ma­nın key­fi­yet­ten yok­sun­lu­ğu­nun, Müs­lü­man­la­rı eni so­nu ken­di üze­ri­ne na­sıl ko­nu­şa­maz ve dü­şü­ne­mez bir ac­zi­ye­te sü­rük­le­di­ği­ni kim­se an­la­ma­dı. Son­ra­sın­da ise er­dem­le­ri ve gü­nah­la­rı ile yüz­leş­mek­ten ka­çın­dı, baş­ka­la­rı­nın bu ko­nu­lar­da­ki ha­zır re­çe­te­le­ri­ni be­nim­se­me­ye da­ha ha­zır gö­zük­tü: İs­lam fel­se­fe­sin­den, dü­şün­ce­sin­den bah­se­di­le­me­ye­ce­ği gi­bi, sa­na­tın­dan ve mi­ma­rî­sin­den de bah­se­di­le­mez­di.
1920 do­ğum­lu Mi­mar Tur­gut Can­se­ver’in 2005 yı­lı­nın son gün­le­rin­de ya­yın­la­nan Mi­mar Si­nan ki­ta­bı, bü­yük us­ta­nın eser­le­rin­den ha­re­ket­le İs­lam mi­mar­lık sa­na­tı­nın im­kân­la­rı­nı ve sı­nır­la­rı­nı tar­tış­ma­ya açı­yor. Ki­tap en çok da, yi­tik bir öz­gü­ven ve te­dir­gin bir ruh hâ­li için­de mo­dern ka­pi­ta­liz­min ya­nıl­gı­la­rı­na or­tak ol­ma­ya ça­lı­şan İs­lam dün­ya­sı için bir reh­ber özel­li­ği ta­şı­yor.
Can­se­ver, ki­ta­bın gi­riş kıs­mın­da İs­lam dün­ya­sı­nın kül­tü­rel ve di­nî kim­lik­le­ri­ni red­det­me­si­nin so­nu­cu ola­rak, ken­di mi­mar­lık mi­ras­la­rı­nı Ba­tı­lı ya­yın­lar­dan öğ­ren­me du­ru­mun­da kal­ma­la­rı­nın yol aç­tı­ğı tah­ri­ba­ta ve ga­ra­be­te işa­ret edi­yor. Ona gö­re, İs­lam âle­mi, ila­hî ha­ki­ka­tin ve ma­zi­sin­de­ki tec­rü­be­nin şu­u­ru va­zi­fe­siy­le, hem ken­di­si­ni bu ga­ra­bet­ten kur­ta­ra­bi­lir hem de in­san­lı­ğın bu kao­tik du­rum­dan kur­tul­ma­sı hu­su­sun­da çö­züm­ler sağ­la­ya­bi­lir. Can­se­ver’in bu tes­bit­le­ri, Mi­mar Si­nan ki­ta­bı­nın ben­zer­le­ri ile ara­sın­da­ki kes­kin ay­rı­mı­nın ne ola­ca­ğı­nın ipuç­la­rı­nı su­nu­yor. Si­nan hak­kın­da ya­zı­la­ge­len­le­rin or­tak özel­li­ği, onun eser­le­ri­nin sa­de­ce ta­rifini, tas­vi­ri­ni yap­mak ve tek­no­lo­jik me­se­le­le­ri­ni zik­ret­mek. Can­se­ver, bu­nun­la ye­ti­ni­le­me­ye­ce­ği­ni ve bu ne­den­le de Si­nan’ın “eser­le­ri­nin ta­şı­dı­ğı sa­nat ka­li­te­siy­le” doğ­ru­dan te­mas kur­ma ça­ba­sı ve öze­ni için­de ola­ca­ğı­nı be­yan edi­yor. Can­se­ver’in, Si­nan’ın eser­le­ri­ni İs­lam-Os­man­lı sa­nat ve mi­mar­lık ta­ri­hi­nin kök­le­ri­ne da­ya­lı bi­çim bü­tün­lük­le­ri ola­rak ta­nım­la­ma­sı, mi­ma­rın için­den geç­ti­ği kül­tü­rün ve ta­ri­hin ay­rıl­maz bir par­ça­sı ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yu­yor. Mi­ma­rî eser de, el­bet­te, bir me­de­ni­ye­tin var­lık, bil­gi, de­ğer, kâi­nat ve ha­yat ta­sav­vu­ru gi­bi sü­rek­li­lik un­sur­la­rın­dan ay­rı dü­şü­nü­le­mez. İn­sa­nın ya­pıp et­tik­le­ri­nin, his­le­ri­nin, inanç­la­rı­nın, er­dem­le­ri­nin, ze­ra­fe­ti­nin tim­sa­li; gü­cü­nün, gu­ru­ru­nun in­cel­miş, sü­zül­müş hâ­li; iç ve dış koz­mik­le kur­du­ğu bağ; ‘kral sa­nat’, ‘ka­çı­nı­la­ma­yan sa­nat’ şek­lin­de­ki mi­mar­lı­ğa iliş­kin ta­nım­la­ma­lar, tar­tış­ma­nın öne­mi­ni ve ku­şa­tı­cı­lı­ğı­nı gös­te­ri­yor.
Can­se­ver, Si­nan’ın Şeh­za­de Meh­met Kül­li­ye­si, Sü­ley­ma­ni­ye Kül­li­ye­si ve baş­ya­pı­tı Se­li­mi­ye Ca­mii baş­ta ol­mak üze­re ilk, ara ve son dö­nem eser­le­ri­nin in­ce­lik­li bir çö­züm­le­me­si­ni yap­mak­ta. İs­lâm’ın var­lık ta­sav­vu­ru ve koz­mo­lo­jik id­ra­ki­nin Si­nan’ın bü­tün eser­le­rin­de na­sıl bir sa­nat for­mu­na dö­nüş­tü­ğü eş­siz fo­toğ­raf­lar eş­li­ğin­de gös­te­ri­li­yor. Fo­toğ­raf­lar, mi­mar­ca bir gö­zün nes­ne­de ne­yi keş­fe­dip, ne­yi fark ede­ce­ği­ni ve ne de­re­ce his­se­de­ce­ği­ni ve ni­ha­yet na­sıl an­la­yıp, id­rak ede­ce­ği­ni gös­te­ri­yor. Sü­ley­ma­ni­ye Ca­mi­i’nin en müs­tes­na gö­rü­nü­mü­nün an­cak Ha­liç ta­ra­fın­dan ba­kı­lın­ca gö­rü­le­bi­le­ce­ği­ni, bu ki­tap ve­si­le­si ile öğ­ren­me­miz şa­şır­tı­cı ol­ma­sa ge­rek. Ge­rek Si­nan’ın eser­le­rin­de­ki bir­bi­ri­ni ta­mam­la­yan bü­tün­lük­lü in­ce­lik­ler ve ge­rek­se Can­se­ver’in bu in­ce­lik­le­ri ay­nı bü­tün­lük içe­ri­sin­de ele al­ma us­ta­lı­ğı; şim­di­ler­de bam­baş­ka an­lam­lar yük­le­nen, tü­ke­tim me­ta­ı hâ­li­ne ge­ti­ri­len ve bu an­lam­da as­lî an­la­mı­nı yi­ti­ren gü­zel/lik mef­hu­mu­nu bi­ze ye­ni­den ha­tır­la­tı­yor. Tıp­kı yü­ce­lik gi­bi gü­zel­lik de, her da­im içe dö­nük bir key­fi­ye­tin te­za­hü­rü­dür. Oy­sa mo­dern ka­pi­ta­list sis­tem ile gü­zel­lik, in­sa­nın ebe­dî ve doğ­ru ha­yat ara­yı­şı­nın ka­dim öl­çü­sü olan bir key­fi­yet­ten, ta­ma­men gö­rü­nü­mü ve ge­çi­ci­li­ği tem­sil eden bir ke­mi­ye­te dö­nüş­tü. Can­se­ver, Mi­mar Si­nan’ın eser­le­rin­de­ki yük­sek es­te­tik du­yu­şu, Hz. Pey­gam­ber’in “İn­sa­nın esas va­zi­fe­si dün­ya­yı gü­zel­leş­tir­mek­tir” ha­dis-i şe­ri­fi­nin de­rin et­ki­le­ri­ne da­yan­dı­rı­yor. Can­se­ver, Si­nan’ın ay­nı za­man­da ya­pı­lar­dan dün­ya­ya na­sıl ba­kıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni de gös­ter­di­ği­ni ve bu­nun da dün­ya­nın gü­zel­leş­ti­ril­me­si ge­rek­ti­ği bi­lin­cin­den kay­nak­lan­dı­ğı­nı ifa­de edi­yor.
Can­se­ver, Si­nan’ın eser­le­rin­de, ba­sit­lik, sa­de­lik, uyum ve ahenk ile hu­zur ve sü­kû­ne­tin na­sıl bir ara­ya gel­di­ği­ni; gu­rur, ki­bir ve is­raf­tan na­sıl ka­çı­nıl­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor. Bu, İs­lam mi­ma­rî­si­nin ilk adı­mı olan, “her şe­yi doğ­ru ye­ri­ne koy­mak” ya­ni ada­let il­ke­si ile ya­kın­dan ala­ka­lı. Can­se­ver’in, Si­nan’ın taş, ah­şap, cam, çi­ni, ışık ve renk kul­la­nı­mın­da­ki mun­ta­zam ve öl­çü­lü us­ta­lı­ğı­nı sık­lık­la vur­gu­la­ma­sı, Hz. Pey­gam­be­rin oğ­lu İb­ra­him’in def­ni son­ra­sın­da ifa­de et­tik­le­ri­ni ha­tır­lat­mak­ta. Mar­tin Lings, İbn Sa‘d’dan ak­ta­rı­yor: “Pey­gam­ber (s.a.v.) ce­na­ze na­ma­zı­nı kıl­dır­dı ve kab­rin ba­şın­da du­a et­ti. Me­za­ra top­rak atıl­dı­ğın­da hâ­lâ me­za­rın ba­şın­day­dı. Da­ha son­ra bir kır­ba su ge­tir­me­le­ri­ni ve me­za­rın üs­tü­ne serp­me­le­ri­ni em­ret­ti. Atı­lan top­ra­ğın yü­ze­yin­de dü­zen­siz­lik­ler var­dı, bu­na işa­ret ede­rek: ‘Siz­den bi­ri­niz bir şey yap­tı­ğın­da, onu mü­kem­mel yap­sın’ de­di. Top­ra­ğı eli ile dü­zel­te­rek, yap­tı­ğı iş için; ‘Bu ne bir fay­da sağ­la­dı, ne de za­rar ver­di, fa­kat ke­der­li gö­nül­le­ri ra­hat­lat­tı’ de­di.” Bu çar­pı­cı uya­rı, in­sa­nın yap­tı­ğı iş ile ken­di­si ara­sın­da bir me­sa­fe bı­rak­ma­ma­sı, ke­za, in­sa­nın çev­re­si­ni kul­la­nış­lı, sağ­lam ve gü­zel bir şe­kil­de dü­zen­le­me­si ge­rek­ti­ği­ni or­ta­ya ko­yu­yor.
Vic­tor Hu­go, ye­di çey­rek asır ön­ce­ki Pa­ris’in gö­rü­nü­mü­ne ba­ka­rak, “Mi­mar­lık öl­dü, hem de di­ril­me­me­ce­si­ne öl­dü; ba­sıl­mış ki­tap ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dü; öl­dü­rül­dü çün­kü da­ha pa­ha­lı­ya ge­li­yor­du” di­ye yaz­mış­tı. Bu­gün Tür­ki­ye’de, iki asır­dan be­ri ya­şa­nan­la­ra ba­ka­rak, mi­mar­lı­ğın gün­dem­de ol­ma­dı­ğı, pa­ha­lı­ya gel­di­ği, bu ne­den­le de öl­dü­rül­dü­ğü id­dia­sı hak­lı ola­rak öne sü­rü­le­bi­lir. Ne var ki, Si­nan’ın ku­şa­tı­cı ve bü­yük mi­ra­sı, Can­se­ver’in bil­ge­li­ği ve uf­ku, bi­zi umut­landırıyor. Bu mi­ras ve bu ufuk, bir im­kân ola­rak İs­lâm’dan ay­rı dü­şü­nü­le­mez.
 

Paylaş Tavsiye Et