Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Medeniyet, aile ve çocuk
Mustafa Ruhi Şirin
ÇOCUKLUĞA dair soracağımız sorular düne ait ise işimiz zordur. Çocukluk tarihinden öğreneceğimiz sınırlı çocuk bilgisi ile kadim zamanlarda yaşamış çocukluğu tanımamız yalnızca zor değil, imkânsız gibidir. Her medeniyet dairesinde farklı çocukluğun yaşandığı ise, medeniyetler tarihinin bir gerçeğidir.
Çocuk, Hz. Adem’den bu yana en büyük insanlık gerçeği, en anlamlı ve en evrensel ‘evet’dir. Yakın bir döneme kadar, kadim çocukluktan bu yana çocuğun ve çocukluğun bütün anlamlarının bilineceğini sanışım boşunaymış. Çocukluğun anlamının bilinemeyişi çocukluğun sorunu değil, yetişkin kimliğine göre biçimlendirilmiş zihniyet sorunudur. Geçmiş çocukluk hakkında sınırlı bilgi sahibi olmamızın nedeni de çocukların küçük yaşlardan itibaren yetişkin kimliği alarak çocukluktan hızla uzaklaşmalarıdır. Çocukluk yaşının uzamasında rol oynayan ilk kurum ise okuldur. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğine kadar devam eden bu süreç, modern iletişim sayesinde çocuk ve yetişkini tekrar birbirine yaklaştırmıştır. Çocuk, hızla yetişkinler dünyasına karışırken; yetişkin de çocuklaşmaktadır.
Çocuğu yeni bir toplumsal kategori olarak kavramlaştıran modern çocukluk teorisi, Rönesans’ın “en insancıl tasarımı” kabul edilse de, bugün bütün iddiasını kaybetmiştir. Hem yön, hem de uygarlık ekseni olarak modern Batı uygarlığına ait bu çocuk paradigması, yapay bir çocukluk kurgusuna dönüşmüştür. İki yüzyılı aşkın bir tarih evresinde onun bütün dünya çocuklarını, “birörnekleştirici” tutumu henüz kırılma noktasına gelmemiştir. Buna karşılık, dünyayı kuşatan çocuk kültürünün büyüsü bozulmuş; “Mavi Kan” ütopyasını yitirmiştir. Çünkü modern Batı uygarlığı yorgun düşmüştür.
Yeni binyılda çocuğun yükselen bir değer olduğu iddiası da Batı’nın yeni çocuk çığlığıdır. Çocukluğun yok oluşunun farkına varanların bulduğu bu can yeleği, çocukları kıyıdan kurtarmaya yetecek mi? Bu, en azından çocukluğu evrelere ayırarak parçalı çocukluğun cılkını çıkaran, çocuğu tüketim metaı olarak kullanan pedagog ve psikologların işi değil. Bütün yeryüzü çocuklarını etkileyen bu kuşatmaya seyirci kalmaktan başka yapacağımız hiçbir şey yok mudur? Mutlaka vardır ve bu hikâye medeniyetimizin çocuk idealine dair iradesini gösterdiği zaman yeniden başlayabilir.
O halde, “medeniyet fikri ile çocuk yetiştirmek nasıl mümkün olabilir?” ana sorusunu sormak ilk amacımız olmalıdır. Medeniyetimizin insanını yetiştirmek, medeniyetimizin temel varlık nedenidir. Çocuğu başlangıç noktasına alarak medeniyetin yenilenmesi ise, medeniyet rüyasının çocukla devam edeceğini kabul etmektir.
Dünya bize çocukların mirasıdır. Ancak, medeniyet bize miras değildir ve yeni kuşaklara öğretilerek yaşayabilir. Bu yüzden biz, çocuk’ta buluşmanın en kuşatıcı anlamını medeniyet merkezli yaklaşımda bulabiliriz. Çünkü çocuklar için ortak iyinin en geniş ölçeği medeniyet dairesinde vardır.
Medeniyet geleneğimizde çocuk yetiştirme anlayışı sosyal, manevî ve düşünce gelişimi üçgeni içinde davranış eğitimi olarak biçimlenir. Çocuk, Allah’ın emanetidir. Çocuğu iki dünya anlayışına göre yetiştirmek esastır. Ahlak, irade, vicdan ve adalet duygusunun gelişimine odaklanan bu eğitime yön veren esas felsefe hakikate ulaşacak nesillerin yetiştirilmesidir. Yeteneğe ve zekâya göre eğitim yöntemi uygulanır. Çocuğun en temel hakkının, çocuk olma hakkı olduğu kabul edilir. Bu yüzden çocuk eğitimi çocuk merkezlidir. Çocuğa yaşının dili ile yaklaşılır. Sevgi ve ödev ahlakı çocuk eğitiminde esastır. İnsanın, çocukluğunun üzerinde yükseldiği ve insanlaştığı kabul edilir. Çocukların zihinleri sade ve temiz olduğu için her tarafa yönelebileceğinden hareketle, aşırı koruma anlayışı hâkim karakterdir. Bugün ise medeniyetimizin çocuk yetiştirme geleneği ve pratiğini büyük ölçüde kaybettiğimiz söylenebilir. İnsanlık tarihinin en köklü ve en çocuk yüzlü kültürüne sahip olan İslam medeniyetinin yaşandığı coğrafyalarda eşsiz bir çocukluk hayatının yaşandığını ileri süremeyiz. Medeniyet alanımız içinde şimdi yaşanan ise tam bir değer kaybı krizidir. O halde bu toplumsal koma hali nasıl aşılacaktır? Hiç şüphe yok ki; medeniyet insanını yetiştirme geleneğini hayata geçirerek. Bunun için de çocuktan yola çıkarak ve çocuğu başlangıç kabul ederek yeni bir medeniyet atılımı yapmak zorundayız.
Medeniyet açısından aslî hedefimiz, medeniyetimizi yeniden dirilişine hazırlamak olmalıdır. Köklerimize dönmenin en büyük projesi medeniyet ölçekli olmadıkça insanlığa dair ödevimizi de yerine getiremeyiz.
Medeniyet, 19. yüzyılın başlarından itibaren askerî yenilgiye uğradığı Batı karşısında, kendine dönüşü henüz başlatamamıştır. Batı’nın başarılarını ise teknolojisine odaklayarak açıkladık. Teknolojisinin elde edilmesiyle problemlerimizin çözümünü erteledik. Bunun sonucunda medeniyet krizimizi çözmek için henüz çıkış yolu da bulmuş sayılmayız. Sorunları çözecek bilgiye de henüz sahip değiliz. Düşünce alışkanlığımız kısırlaştı. Toplumsal aklı harekete geçirecek irademizin olduğu da söylenemez. Hayata, dünyaya ve geleceğe ait sorunları çözmeye yönelik medeniyet atılımından yoksunuz. Verili, kurgulu, yapay bir dünya tarafından kuşatılmışız. Medeniyetimiz kendi yörüngesinde gelişme gösteremediği için kültürel yoğunluğunu yitirmeyi sürdürmüştür. Bu değişim karşısında atacağımız cılız adımların, değişimin aleyhimize işlemesine yol açacağı muhakkaktır.
Medeniyetimizin atılımında çocuk, ilk başlangıç öznemiz olmalıdır. Bunun için de medeniyet merkezli çocuk bakışına ihtiyacımız vardır. Medeniyet merkezli çocuk bakışı; bize, çocuğu soyutlayarak algılamak yerine, çocuğa verilen değeri anlamamızı sağlar. Çocuğa uzak duruşumuza ise çocuğu soyut düzeyde anlamaya çalışan bir zihnî yapıda oluşumuz neden olmaktadır. Çocuğa gerçekçi yöneliş, onun yaşadığı toplumda ve dünyada onun gerçeğine sahip çıkmakla ancak mümkün olabilir. Çocuğa bütün yönleriyle eğilmek ise, medeniyetin ortak çocuk kabullerinin hayata geçirilmesi sayesinde gerçekleşebilir.
Henüz medeniyetimize özgü kendi modernliğimizi üreterek çocuk teorimizi kavramlaştırdığımız söylenemez. Çocuk yetiştirme geleneğimizin genel ilkelerini biliyoruz; çocuk konusunda çok az düşünüyoruz. Bugün kullandığımız çocuk bilgisi hem eski, hem de kültürel değerlerimize göre üretilmemiş, modern Batı uygarlığının çocuk bilgisidir. Çocuklar birbirine benzer. Bu doğru. Ancak bu, modern çocukluk paradigması merkezli çocuk bilgisinin bize yabancı bir musiki olduğu gerçeğini değiştirmez. Dünyada hâkim çocuk anlayışına rağmen geleneksel çocuk eğitimini savunanların da bir hayli fazla olduğunu biliyoruz. Kendilerini birer terbiyeci kabul ediyor ve günü kurtarmak istiyorlar. Kafalarındaki çocuk tipi ise bir muamma. İdealize ettikleri çocukluk ise ne dün vardı, ne de bugün var olabilir. Tanımladıkları çocukluğun haklarını da bilmiyorlar. Çünkü “medeniyet bakışı”ndan habersiz çocuk eğitimi ortaya koyuyorlar. Yeni çocukluğun çocuk tuzağına düştüklerini söyleyince de gelenek savunuculuğu yapıyorlar. Biçimden ibaret, içi boşaltılmış bir gelenek ne işe yarar ki!
Henüz işin çok başındayız. Madalyonun diğer yüzü de eciş bücüş. Batı merkezli çocuk eğitimi geleneğini benimseyenler de bu çocuk bilgisini tüketiyor. Bunu modernliğin şartı kabul edenlerin oranı ise bir hayli yüksek. Geleneksel çocuk anlayışı çocuğu korumaya özen gösterirken; Batı merkezli çocuk modernleşmesini savunanların düşüncelerinde kültürel kodlarımıza ilişkin değerler hiç yer almıyor. Çocuğu, büyük ölçüde Batılı kültürel kodlara ve çocuk bilgisine göre tanımlıyorlar.
Dünyada tek tip çocuk anlayışının egemen durumda olduğunu hatırda tutarak; medeniyetimizin çocuk ödevini ihmal ettiği gerçeğini kabul etmeliyiz. Sezai Karakoç, medeniyet insanını yetiştirmede dirilişi öngörüyor: Diriliş, ruhumuzun en temel derinliğinden başlayarak, kimliğimizi gelişimden öteye götürme, var oluşumuzu köklüleştirme ve ilerlemeyi, toplumun ihtiyacı olan en yüksek hıza kavuşturma düşünce, duyuş, inanış ve iradesinin bütününe verdiğimiz addır. Karakoç çocukluktan itibaren medeniyet fikri ile çocukların yetiştirilmesinde şu esas hedefi belirliyor: Millî eğitimin temeli, kendi medeniyetimizden kaynaklanan bir ruhla, millet bilincine ermiş idealist bir gençlik yetiştirmektir. Eğitim ve öğretimin amacı, kendi medeniyetimizin insanını yetiştirmektir.
Dünyanın bütün çocuklarını sentetik uygarlığın çocukları olmaktan kurtarmak evrensel en büyük çocuk ödevimizdir. Çocuğun ilahî mimarisine uygun çocuk bilgisi ile eğitilmesi medeniyet merkezli çocuk eğitiminin amacı olmadıkça medeniyetimizin çocuk atılımını gerçekleştiremeyiz. Öncelikle medeniyetimizin çocuk bilgisi, çocuğa verilen değer ve çocuk özneye göre kavramlaştırılmalıdır. Bu kavramlaştırma yapılırken, modern dünyadaki çocuk doğasına uygun çocuk bilgisi de doğru kullanılmalıdır. Çocuk merkezli eğitimde ana yöntemin özü sevgi, şefkat ve çocukla arkadaş olmayı benimsemektir. Medeniyetin “çocuk bakışı”na uygun yeni çocuk paradigmasını temellendirmedikçe kendi modernliğimizi de üretemeyiz. Bunun için de önce çocuğu hayatın biricik ödevi durumuna getirmeliyiz. Çünkü insanlığı çocukların ilerleteceğini düşünen her insanın çocuktan daha büyük ödevi yoktur.

Paylaş Tavsiye Et