Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
İslamcılığın muhafazakâr demokrasiyle imtihanı
Fahrettin Altun
AK PARTİ kurulalı dört, hükümete geleli üç yıl oldu. Bu yazıyı partinin iktidara geldikten sonraki “performans”ını değerlendirmek amacıyla kaleme almıyorum. Performans değerlendirmesi yapmak isteyenler derginin orta sayfasını açıp oradaki çeteleye başvurabilir. Benim bu yazıda ele alacağım mesele, AK Parti’nin kurulduğu ve özellikle iktidara geldiği tarihten itibaren üretmeye çalıştığı siyaset felsefesi ve bu felsefe uyarınca İslamcılıkla girdiği ilişki biçimi olacak.
AK Parti, kuruluş sürecini tamamlamadan, henüz birinci olağan kongresini dahi yapamadan iktidar olmuş bir parti. Hem de, Türk siyasî hayatında örneğine ender rastlanır bir biçimde, iç ve dış konjonktür gereği pek de kimsenin iktidara gelmek istemediği bir dönemde, büyük bir oy oranıyla ve hem ulusal hem uluslararası destek ile iktidara gelmiş bir yapı AK Parti.
Gerek kurucu kadrosunun, gerek onu destekleyen toplum kesimlerinin içerisinde can buldukları gelenek, AK Parti’nin İslamcılıkla ilişkisini daha en başından tartışmaya konu etmiştir. AK Parti’nin, kurulduktan ve özellikle iktidara taşındıktan sonra üretmeye çalıştığı siyaset felsefesinin can damarı İslamcılıkla kendisi arasında çizmeye çalıştığı sınır çizgisi oldu. Her ne kadar Türkiye’deki İslamcı bakiye AK Parti’nin zihinsel ve toplumsal varoluşunun en temel dayanak noktalarından bir tanesini oluşturmuşsa da, AK Parti daha kuruluş aşamasında iken bile bu bakiyeyi yüzleşilmesi ve kurtulunması gereken bir tarihsel yük olarak telakki etti. AK Parti’nin geçtiğimiz yıllarda bu çelişkinin çözümü için harcadığı çaba bizi “muhafazakâr demokrasi” isimli yepyeni bir siyaset felsefesi ile tanıştırdı.
Daha en başından belirtelim, muhafazakâr demokrasi, AK Parti’nin İslamcılıkla yüzleşme girişimidir ve gücünü de buradan almaktadır. Kuruluşundan itibaren kimlik temelli bir siyasetin Türkiye’de gerilim ürettiği ve toplumsal çatlakları derinleştirdiği kanaatini serdeden AK Parti’nin önerisi muhafazakâr bir demokrasi anlayışını bayraklaştırmak oldu. Parti, Avrupa ve Amerika ile rahat ilişki kurma imkânı bahşedecek, sermaye, medya ve askerî bürokrasi nezdinde meşruiyet problemini ortadan kaldıracak ve kendi toplumsal tabanı ile de sıcak bir ilişki kurmaya elverecek bir kavramla kendisini anlatma gereği duydu ve bu da muhafazakâr demokrasi oldu. Ancak tüm bunların yanında muhafazakâr demokrasi kuramının icadı hâlihazırdaki İslamcı gündem ve birikimin yeniden biçimlendirilmesini de içeren bir projeydi.
İlk olarak, birinci sayısında İslamcılığın yeniden bir kurtuluş imkânı olarak görülmesi gerektiği iddiasıyla yayın dünyasına merhaba dediğini belirten Bilgi ve Düşünce dergisinin 3 Kasım seçimlerinden kısa bir süre sonra çıkan üçüncü sayısında,Siyasal İslam’dan Muhafazakâr Demokratlığa başlıklı bir makalede formüle edilen kavram bir yıllık bir süre içerisinde partinin ideolojik amentüsünün belkemiğini oluşturdu. Bu süre zarfında söz konusu makalenin yazarı da muhafazakâr demokrasinin ne olduğunu anlatan, parti açısından resmî hüviyeti haiz bir kitapçık kaleme aldı. Bahse konu makalede dikkat çeken nokta, muhafazakâr demokrasinin ne olduğundan çok İslam tarihinde din-siyaset ilişkisine nasıl bakıldığı ile ilgili uzun uzun yorumlar yapılmasıydı. Bu tarz tuttu ve sonraki süreçte de muhafazakâr demokrasinin ne olduğundan çok ne olmadığı üzerinde duruldu. İktidardaki bir parti böylelikle ilk kez siyasal bir temsile dahi sahip olmayan bir ideoloji ile çeşitli söylemler düzeyinde hesaplaşmaya başlamış oluyordu.
AK Parti’nin muhafazakâr demokrasiyi keşfi yalnızca kendisine bir yol haritası çizmek için değildi. AK Parti böylelikle İslamcılığa da bir yol haritası çizmiş oluyordu. AK Parti, her ne kadar İslamcı bir gelenekten gelse de, hiçbir zaman İslamcılık iddiasında bulunmadı. Ancak bu durum onu İslamcılığa bir yol haritası çizmekten de alıkoymadı.
Bunun AK Parti açısından bir çelişki olduğunu kim iddia edebilir? Zira AK Parti, gücünü tam da buradan aldığının bilincinde. AK Parti, 28 Şubat iradesinin doğrudan karşısına aldığı bir siyasî geleneğe mensup isimlerin kurduğu bir parti. Bu isimler, siyasete “biz oyunun kurallarını biliyoruz” diyerek başladılar ve ilk siyasî başarıları sistemin ötekileştirdiği bir partiyi çökertmek oldu. AK Parti, Irak Savaşı’nın kapıda olduğu bir dönemde, dünya sisteminin Türkiye’de toplumla barışık bir iktidara ihtiyacı olduğu bir vakitte hükümet oldu. “Oyunun kurallarını biliyoruz, kendimizi ve rakiplerimizi tanıyoruz” diyenler, iktidara geldikten sonra “oyun yok, devlet var!” nidaları atmaya başladılar. Velhasıl AK Parti, siyasette yer almanın ve dahi iktidarda bulunmanın bedelini üstlenerek sahnedeki yerini aldı.
AK Parti İslamcılara yol haritası çizerken, peki İslamcı entelektüellerin buna karşı takındıkları tavır ne oldu? Cevabı çok zor bir soru değil bu. İslamcı entelektüeller, içinden çıkıp geldiği geleneğe dayanarak AK Parti’nin önüne koyduğu siyasî hedeflerdeki başarılarını İslamcılığın başarısı olarak yorumlamak yönünde bir pragmatizm sergilediler. İslamcı entelektüeller bu süreçte kelimenin tam anlamıyla “muhafazakâr”laştılar. Onlar AK Parti’nin ne geç dönem Fransız siyaset kuramından devşirilen “kimlik-ötesi siyaset” formülüne, ne kapitalizm anlayışına (vahşi kapitalizm sevdasına demek daha mı doğru?), ne Protestan İslam yorumuna, ne de Avrupa Birliği politikalarına dönük ciddi eleştiriler geliştiremediler. Ve bu durum zamanla onları gündemsiz bıraktı. Şu anda Türkiye’de İslamcı entelektüellerin bir gündemlerinin olduğunu kim söyleyebilir? İslamcı söylemin odak noktasına başörtüsü meselesi ve kısmen de imam-hatipler mevzuu oturmuştur. Diğer taraftan AK Parti’nin uygulamaya koyduğu makro politikaların yarattığı toplumsal tahribat ve çözülme adeta görmezden gelindi. İslamcı seçkinlerin AK Parti’nin yükselişi ile İslamcılığın yükselişi arasında kurdukları paralellik bir süre sonra onları müzmin birer AK Parti destekçisine dönüştürdü.
AK Parti, İslamcı olmayan hâli ve muhafazakâr demokrat kimliğiyle, aslında son derece çelişkili bir biçimde, ekonominin alanına girmekten imtina eden, siyasî taleplerde bulunmayan ve kültürel bir sistem öngörmeyen bir İslamcılık önerisinde bulunmuş olmaktadır. Bu noktada AK Parti’nin en büyük yardımcısı, bir entelektüel kamu üretemeyen İslamcı entelektüellerdir.
İslamcı entelektüeller, AK Parti’nin muhafazakâr demokrasi kurmacasının onların varlık alanlarını daraltan bir senaryo olduğunu görmek bir yana, AK Parti’ye “toplumun talepleri”ni hatırlatırken ona “muhafazakar demokrat” kimliğine sahip çıkmasını ve bu talepleri karşılamasını salık vermektedirler. Oysa AK Parti’nin toplumun Batılılaştırılmasından gündelik hayata yeni bir “ritim” kazandırılmasına, ülkenin uluslararası sermaye için bir yatırım mekânına dönüştürülmesinden daha pek çok şeye kadar ortaya koyduğu icraatlar muhafazakâr kimliğiyle uyum içerisindedir. Türk siyasî tarihi göstermiştir ki, münasip görülen değişimi hızlandırmak ve meşrulaştırmakta en mahir olanlar “muhafazakârlar”dır. Lazım geldiğinde değişimin önünü kapamak da yine onlarca büyük bir beceri ile yerine getirilir. “Maslahat”ı muhafazakârlardan daha iyi gözetenler olmadığı gibi, hassas dengelere riayet hususunda da onların üstüne yoktur.
AK Parti, muhafazakâr demokrat kimlikle siyaset yapmanın pek çok faydasını görüyor özetle. Bir yandan kendi toplumsal tabanına mesaj vermeye devam ediyor, diğer yandan içerideki ve dışarıdaki güç odaklarına itimat telkininde bulunuyor. İslamcılığı da dönüştürmeyi ihmal etmiyor. İslamcılardaki sükûnet ise son derece ilginç. Susmaları bir onay mı barındırıyor bünyesinde, yoksa pasif bir dirence mi işaret ediyor, ne dersiniz? Eğer bir onay içeriyorsa, o zaman AK Parti doğru yolda ilerliyor demektir. Yok, eğer pasif bir direnç anlamına geliyorsa bu suskunluk, bu direncin hakikaten de çok pasif olduğunu da teslim etmek gerekiyor.
AK Parti, bugün muhalefetsizliğin keyfini sürüyor. Ancak keyif hali, siyaseten hiç de sahici bir hal değildir. Kendi toplumsal tabanının taleplerini rahatlıkla ertelemesi de, yarattığı ideolojik dönüşümlerin bu denli etkin olması da bu muhalefetsizlikle ilişkili. AK Parti’nin iktidarda kaldığı süre zarfında arz ettiği derli toplu görünüm, onu, misyonu ile daha bir barışık kılıyor.

Paylaş Tavsiye Et