Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Seküler ‘düğüm’den dinî ‘çözüm’ bulmak
Nazife Şişman
FRANSA’YI yakıp kavuran Mağripli gençlerin isyanının hemen ardından geldi AİHM’nin Leyla Şahin davası ile ilgili kararı. Başbakan’ın Fransa’daki şiddet olaylarını “başörtüsü yasağı”na bağlayan ifadesi, indirgemecilik ve fevrilik olarak değerlendirildi; stratejik açıdan yanlış bulundu. Haklı eleştirilerdi. Fakat dinin kamusal ifadesi ve laiklik gibi pek çok meselenin Fransa’da da, Türkiye’de de başörtüsü üzerinden tartışıldığı gerçeği de aşikâr.
Fransa AB’ye giriş sürecinde yaşadığı pek çok çelişkiyi başörtüsü üzerinden tartışageldi. Irkçılık, yabancı düşmanlığı gibi Avrupa’nın eski hastalıkları, hep başörtüsü zemininde kendini görünür kıldı. Laiklik, cumhuriyetçi eşitlikçilik ve demokratik vatandaşlık geleneğinin nasıl muhafaza edileceği de, Müslüman ülkelerden göç edenlerin Fransız topraklarında doğmuş üçüncü kuşak çocuklarının varlığı ile ortaya çıkan çokkültürlülük baskısına nasıl mukavemet edileceği de başörtüsü sorunu üzerinden tartışıldı hep Fransa’da. Seyla Benhabib, küresel dönemde eşitlik ve farklılık konularını ele aldığı Claims of Culture adlı kitabında, Fransız millî kimliğinin küreselleşme ve çok kültürlülük çağında karşılaştığı bütün çelişkilerin, başörtüsü meselesi üzerinden ifade edilebileceğini söylüyor.
Bir açıdan bakıldığında Türkiye için de aynı şeyler söylenebilir. Avrupalılığımız, modernliğimiz, laikliğimiz, rejime sadakatimiz, hep başörtüsü meselesi üzerinden sorgulanıyor ve ifade ediliyor. Bazen bir iktidar savaşının simgesi oluyor başörtüsü, bazen de her şeyin üzerini kapatan bir örtü. Ama işin ilginç tarafı, Avrupa’nın, Fransa örneğinde görüldüğü gibi bir çözüm bulamadığı meselede, Türkiye’de başörtüsü yasağına taraftar olanların da, yasağa karşı çıkanların da Avrupa’yı referans göstermesi. Yasağa taraftar olanlar AİHM kararına sarılırken, karşı olanlar, AKP’li siyasetçiler başta olmak üzere, “gerçek Avrupalılık” iddiasını ortaya atıp oradaki uygulamaya, yani üniversitede örtünün serbest oluşuna sığınıyor. Elbette bu karar dolayımından AİHM’nin iç çelişkisi tartışılabilir. Fakat Avrupa’nın kendi içindeki Müslümanlarla yaşadığı sorunlar, eşitlik, kimlik ve dinin kamusal izharı gibi konularda yaşadığı sancılar görmezden gelinir ve “gavur meseleyi çözmüş” mantığının kolaycılığına yaslanılırsa, daha pek çok konuda çözümsüzlüğe davetiye çıkarılmış olur.
Başörtüsü yasakları etrafındaki tartışmalar, Türkiye’de demokratikleşme sorununun AB sürecine kilitlendiğini gösteren en bariz örnek. Evet, laiklik anlayışını Fransa’dan aldı Türkiye. Doku uyuşmazlığı yaşadığımız, bu nedenle “sorun” olarak kodlanan pek çok şeyi de ithal ettik bu arada. Ama “çözüm”ü de ithal edebileceğimiz ısrarı, belki Avrupa’daki Müslümanlar için de çözümsüzlük demek olacak. Çünkü Avrupa ortak değerleri denilen özgürlükler siyasetten bağımsız olarak belirlenmiyor. Kanlı savaşlara sahne olan sekülerleşme sürecinin hafızalardaki izi bir taraftan eşit vatandaşlık ideali ve göçmenler, yabancılar gibi ekonomik ve kültürel sorunlar, diğer taraftan da dinin kamusal izharı konusunda ciddi endişeler duymasına neden oluyor Avrupa’nın.
Türkiye’de de yasak taraftarları dinin kamusal izharını, rejimin bekasına ve kendi varoluşlarının, yaşam tarzlarının güvenliğine bir tehdit olarak algılıyorlar. Cumhuriyetin kuruluş dönemi reflekslerinden kaynaklanan korku bu endişenin bir boyutu. Fakat asıl besleyici unsur, bir sembolle dindarlığını görünür kılan kimsenin, dindarlığa bir standart getirerek karşısındakinin Müslümanlığı yaşama biçimini sorguladığı hissine kapılması. AİHM’nin verdiği kararda da bu toplumsal baskı hissinin hakikatinin onaylanmış olduğunu söylüyor yasak taraftarları. Bunun karşısında yasak karşıtlarının yaslanabileceği tek seçenek ise din ve vicdan özgürlüğü. Fakat ne yazık ki bu özgürlük de AİHM’nin öncelikli özgürlüklerinden değil.
Avrupa’nın öncelikleri üzerinden gidilecek olursa, yasak karşıtlarının sığınabileceği alan eşitliğe karşı farklılık, tek tip vatandaşlığa karşı çoğulculuk ve çok kültürlülük. 90’lı yıllardan itibaren ‘başörtüsü meselesi’ artık din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde değil; farklı kimliklerin temsili, ‘hayat tarzları’na saygı çerçevesinde ele alınmaya başlandı. Burada dikkat çekici husus, dinin kendi emrettiği pratiklerin ve seçimlerin bile ‘hayat tarzları seçimi’nin tamamen seküler diliyle sunuluyor olması. Bu dilin özelliklerini en bariz şekilde eşcinsel haklarının savunuluşunda tespit edebiliriz. Yani doğrudan dinin emrettiği bir pratik olan baş örtme, bugün sosyal ve siyasal zeminde bu pratiğin mantığına uygun bir dil ve üslupla, yani doğrudan dinin kendi referanslarına müracaatla tartışılamıyor. Bu da tercüme çözümlerin ne derece isabetli olduğu konusunda dindarların düşünmesi gereken hususlardan biri.
AİHM’de ve genelde Batı’da entelektüel ve siyasî söylemde öncelikli bir diğer alan ise kadın hakları. Başörtüsü yasağıyla baş etmeye çalışanlardan bazıları bu önceliğe yaslanarak hemcinslerinden yardım bekliyor ve “nerede kadın dayanışması?” serzenişinde bulunuyor. Hatta daha da ileri gidip “eğer mesele insanların görüşleri ve inançları ise, erkekler de cezalandırılsın” diyerek çağdaş kültürde önemli bir yer tutmaya başlayan “ayrımcılık”, hem de “kadına karşı ayrımcılık” söyleminden güç devşirmeye çabalıyorlar. Yasak taraftarlarının ve karşıtlarının söylemlerinin birbirine karıştığı alanlardan biridir bu. Çünkü Türkiye’de kadın haklarını korumak üzere başörtüsü yasağını savunanlar var. Fransa’daki başörtüsü meselesinde de kadın haklarını savunan bazı gruplar başörtüsünün baskıcı niteliği üzerinde durmuşlardı. Yasak uygulamasıyla devlet, kadınları baskıcı bir uygulamaya karşı koruduğu iddiasındaydı. Yasak taraftarları “bu din kadınları örtüye sokarak kadınlara ayrımcılık yapıyor” derken, yasağa karşı olanlar “yasak erkeklere uygulanmıyor” diyerek, aynı ayrımcılık ve hak söylemini kullanıyorlar.
Görüldüğü gibi genelde Batı’nın, özelde de AB’nin öncelikleri (öncelikli değer ve özgürlükleri) açısından bakıldığında, başörtüsü “düğüm”ünü çözmek oldukça zor görünüyor. Çünkü dinî özgürlüklerin öncelikli olmadığı, dinin kamusal izharının bir baskı unsuru olarak görüldüğü seküler bir kamusallıkta, sorunu değil başörtüsünü “çözmek” daha tercih edilir bir durum. O halde ilk başta dindarlardır, Türkiye’nin kendi önceliklerini, kendi tarihsel ve toplumsal konumunu dikkate alarak, kendi şartları içinde çözülmesi gereken bir sorunu AB kurumlarına havale etmekten vazgeçmesi gerekenler.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR