Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Türkler ve Kürtler: ‘Kardeş’ mi, ‘arkadaş’ mı?
İsmail Yaylacı
AVRUPA Bir­li­ği ile mü­za­ke­re­le­rin baş­la­ma­sı­nın ari­fe­sin­de ve mü­za­ke­re­le­re ko­nu ola­cak me­se­le­ler et­ra­fın­da­ki tar­tış­ma­la­rın ha­ra­ret­len­di­ği bir za­man­da, Tay­yip Er­do­ğan’ın en yet­ki­li ağız sı­fa­tıy­la ‘Kürt so­ru­nu’ ad­lan­dır­ma­sı­nı ka­bul et­me­siy­le T.C.’nin Kürt hal­kı­na yö­ne­lik si­ya­se­ti üze­rin­den Türk ve Kürt mil­li­yet­çi­lik­le­ri tek­rar tar­tı­şıl­ma­ya, dev­le­tin po­zis­yo­nu ye­ni­den de­ğer­len­di­ril­me­ye baş­lan­dı. Ni­ce­lik iti­ba­riy­le bi­ri ço­ğun­lu­ğun, di­ğe­ri azın­lı­ğın mil­li­yet­çi­li­ği­ni ya­pan bu iki ucun mü­ca­de­le­si ‘gü­ven­lik/bü­tün­lük’ ve ‘öz­gür­lük/de­mok­ra­tik­leş­me’ sar­ka­cın­da sü­rü­yor. ‘On yıl­da on beş mil­yon genç ya­ra­tan’, ‘ya sev ya ter­ket’çi ço­ğun­luk mil­li­yet­çi­li­ği, bir tip gü­ven­lik an­la­yı­şı­na ve onun et­ra­fın­da­ki kay­gı­la­ra yas­la­na­rak bes­le­nir­ken, azın­lık mil­li­yet­çi­li­ği de bir tip de­mok­ra­tik­leş­me­nin ve öz­gür­lük an­la­yı­şı­nın sa­vu­nu­su üze­rin­den ken­di­si­ni, dev­le­tin ar­ka çık­tı­ğı mil­li­yet­çi­li­ğin ‘kon­tra’sı ola­rak ko­num­lan­dı­rı­yor.
Bu­gün her iki­si için ge­çer­li ol­sa da özel­lik­le Kürt mil­li­yet­çi­li­ği, bü­yük öl­çü­de se­kü­ler elit­ler eliy­le yü­rü­tül­mek­te olan se­kü­ler bir pro­je­dir. Bu ya­zı, ‘Kürt so­ru­nu’ ola­rak yüz­leş­ti­ği­miz ve mü­za­ke­re­ler sü­re­cin­de AB ül­ke­le­ri ta­ra­fın­dan ‘bir şe­kil­de’ çöz­dü­rül­me­ye ça­lı­şı­lan me­se­le­nin, özel­lik­le elit for­mas­yo­nu açı­sın­dan, as­lın­da Tür­ki­ye’nin ken­di se­kü­le­rizm an­la­yı­şı­nın doğ­ru­dan so­rum­lu ol­du­ğu bir prob­lem ola­rak okun­ma­sı­nın da­ha doğ­ru ola­ca­ğı­nı sa­vu­nu­yor. Di­ğer bir ifa­de ile, Kürt me­se­le­si as­lın­da ana ren­gi se­kü­ler­lik olan tür­deş ulus-in­şa­sı sü­re­ci­nin bir so­nu­cu ola­rak ele alın­ma­lı­dır.
İlk dö­nem Cum­hu­ri­yet kad­ro­la­rı, tür­deş bir si­ya­sal ce­ma­at in­şa ede­bil­me­nin yo­lu­nu üni­ter, cum­hu­ri­yet­çi ana­ya­sal va­tan­daş­lık an­la­yı­şın­da gör­müş­ler­di. Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ne va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­lı olan­lar Türk’tü. Bu, dev­le­tin din, dil, et­ni­si­te, mez­hep gi­bi fark­la­rı gö­zet­mek­si­zin her­ke­se eşit me­sa­fe­de ol­du­ğu li­be­ral bir an­la­yı­şı tem­sil edi­yor­du. Bu ev­ren­sel­ci li­be­ral tav­ra yas­la­na­rak et­no-kül­tü­rel ta­raf­sız­lık id­di­a ede­bi­li­yor­du. M. Wal­zer li­be­ra­liz­min dev­let ile et­ni­si­te­nin ke­sin bi­çim­de bir­bi­rin­den ay­rı tu­tul­ma­sı­nı şart koş­tu­ğu­nu söy­ler. Tek Par­ti dö­ne­mi, dev­let ile et­ni­si­te­nin iç içe geç­ti­ği bir dö­nem­di. Ana­ya­sal va­tan­daş­lı­ğın ‘ka­nun önün­de eşit­lik’ pren­si­bi et­ra­fın­da­ki gö­re­ce ev­ren­sel, ta­raf­sız söy­le­mi, özel­lik­le Tür­ki­ye ör­ne­ğin­de bü­yük bir oto­ri­ter pro­je­nin va­sı­ta­sı ha­li­ne gel­di. Fark­lı un­sur­la­rı bir ara­da tu­ta­bil­me­nin yor­da­mı ola­rak bu fark­lı­lık­la­rın hep­si­ne ken­di­le­ri­ni ifa­de ede­bi­le­cek­le­ri ya­şam alan­la­rı aç­mak ye­ri­ne on­la­ra yö­ne­lik in­kâr, asi­mi­las­yon ve im­ha si­ya­se­ti yü­rüt­me­yi ter­cih et­ti.
Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti, ana­ya­sal ola­rak fark­lı­lık­la­ra kar­şı ‘kör’ olan, va­tan­daş­la­rı­nın din, dil, et­ni­si­te, mez­hep, sı­nıf gi­bi ti­kel­lik­le­ri­ni ‘gör­me­yen’, her­ke­se eşit ya­kın­lık­ta ve uzak­lık­ta olan bir dev­let­ti. Bu ilk dö­nem için olum­lu bir adım ola­bi­lir­di. Ne var ki ulus-dev­let­ler to­ta­li­ter tür­deş­leş­tir­me pro­je­le­rin­de dev­le­tin ‘kör­lü­ğü’nü bir araç ola­rak kul­lan­dı­lar. Tür­ki­ye’de de öy­le ol­du. Will Kymlic­ka gi­bi isim­le­rin sa­vu­na­gel­di­ği üze­re bu eşit­lik/ta­raf­sız­lık söy­le­mi, as­lın­da bir ti­kel­li­ğin ge­nel­leş­ti­ril­me­si an­la­mı­na ge­li­yor­ ve bu an­lam­da “et­no-kül­tü­rel ada­let”i çiğ­ni­yor­du. Ni­te­kim Tek Par­ti dö­ne­mi mil­li­yet­çi­li­ği, dı­şa­rı­da yük­se­len fa­şi­zan dal­ga­dan da güç ala­rak, ır­kî vur­gu­su­nu iyi­den iyi­ye ar­tır­mış­tı.
Cum­hu­ri­yet, J. Es­po­si­to’nun ta­bi­riy­le “se­kü­ler bir fun­da­men­ta­lizm” pro­je­siy­di. Top­lu­mu ku­ran, ona ze­min teş­kil eden te­mel de­ğer­ler se­kü­ler ala­na kay­dı­rıl­mış­tı. Di­nin bir re­fe­rans çer­çe­ve­si ola­rak pa­ran­te­ze alın­dı­ğı bu an­la­yış içe­ri­sin­de, fark­lı un­sur­la­rın rı­za­sı­nı ala­cak, ita­ati­ni sağ­la­ya­cak, dev­le­ti on­lar gö­zün­de meş­ru kı­la­cak ana ens­trü­man, ana­ya­sal va­tan­daş­lık­tı. Fa­kat 1925 son­ra­sın­da bir ırk ola­rak ‘Türk­lük’e atıf ya­pan dış­la­yı­cı et­nik mil­li­yet­çi­li­ğin hem söy­lem­le­re, hem de pra­tik­le­re yan­sı­ma­sı üze­ri­ne, Türk ol­ma­yan et­nik un­sur­la­rın dev­let­le sağ­lık­lı bir ir­ti­bat kur­ma­sı için baş­ka bir ze­min kal­ma­mış­tı: Müs­lü­man­lar­dı, fa­kat sis­tem İs­lam’ı bir re­fe­rans ola­rak al­mı­yor, onun ka­mu­sal ve hat­ta özel alan­da­ki ifa­de im­kân­la­rı­nı kı­sıt­lı­yor ya da yok edi­yor­du. Do­la­yı­sıy­la Müs­lü­man ol­ma­la­rı, dev­let­le kur­duk­la­rı iliş­ki­ye in­şa edi­ci, olum­lu bir kat­kı­da bu­lun­mu­yor­du. Va­tan­daş­lar­dı, fa­kat ya­sa önün­de­ki eşit­lik ha­ya­ta yan­sı­mı­yor­du. Dev­le­tin sos­yo-eko­no­mik ola­rak ken­di­ni Kürt hal­kının gö­zün­de meş­ru kı­la­cak cid­di bir ham­le­si yok­tu. Sos­yo-kül­tü­rel ola­rak da va­tan­daş­lık, res­mî kül­tü­re asi­mi­las­yon ve kök­le­ri­ni in­kâr an­la­mı­na ge­li­yor­du.
Di­ni pa­ran­te­ze ala­rak önem­li bir ma­ne­vî meş­rui­yet da­ma­rı­nı ko­pa­ran, mil­li­yet­çi­li­ği et­nik/ır­kî bir an­la­yış­la uy­gu­la­ya­rak ve böl­ge­de sos­yo-eko­no­mik re­fah üret­me ira­de­si gös­ter­me­ye­rek mad­dî meş­rui­yet ze­mi­ni­ni kay­be­den dev­let, se­kü­ler fun­da­men­ta­liz­mi­ni yan­sıt­tı­ğı eği­tim sis­te­miy­le de se­kü­ler elit­ler üret­ti. Bu, İs­lam’ın sun­du­ğu bü­tün­leş­ti­ri­ci ba­ğı ve o ba­ğın ha­ya­ta yan­sı­dı­ğı Os­man­lı ta­rih­sel mi­ra­sı­nı in­kâr eden se­kü­ler bir seç­kin­ler gru­buy­du. Prob­lem el­bet­te ki çok kar­ma­şık, fa­kat ge­li­nen nok­ta­da Kürt hal­kı adı­na ko­nu­şu­yor ol­ma sı­fa­tıy­la, AB ül­ke­le­ri ta­ra­fın­dan mu­ha­tap alı­nan Tür­ki­ye’de­ki Kürt elit­le­rin bu so­run­lu sü­re­cin bir ma­mu­lü ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz.
Da­ha­sı, se­kü­ler­leş­me, Kürt hal­kı içe­ri­sin­de Ba­tı’nın ay­dın­la(n/t)ma­sı­na zi­hin­le­ri­ni aç­mış elit­ler­den dal­ga dal­ga top­lu­ma da ya­yıl­mak­ta, ta­rih bo­yun­ca Türk­le­ri, Kürt­le­ri ve di­ğer un­sur­la­rı bir ve be­ra­ber tu­tan de­ğer mer­kez­li bağ­lar da­ha da za­yıf­la­mak­ta. Bu da me­se­le­nin da­ha faz­la va­ha­met kes­bet­ti­ği an­la­mı­na ge­li­yor.
De­mok­ra­tik si­ya­se­tin, dev­le­tin ka­tı se­kü­ler­ci ve mil­li­yet­çi tav­rı­na kar­şı üret­ti­ği çö­züm, dö­nüp do­la­şıp çok-kül­tür­lü­lü­ğe ve kim­lik si­ya­se­ti­ne da­ya­nı­yor. Mo­dern dev­le­tin to­ta­li­ze eden yö­nü dü­şü­nül­dü­ğün­de çok-kül­tür­lü­lük meş­ru bir al­ter­na­tif el­bet­te. Fa­kat kim­lik, bir ‘öte­ki’ne gö­re öz­ne­yi ko­num­lan­dı­rır, di­ya­lo­jik­tir. Üze­ri­ne şah­si­ye­tin bi­na edil­di­ği ha­ya­tî bir far­ka yas­la­nı­la­rak, o far­kın sa­vu­nu­suy­la yü­rü­tü­lür. O yüz­den Amy Gut­man’ın de­di­ği gi­bi, kim­lik si­ya­se­ti­nin içe­ri­sin­de bir ‘fark­lı­lık fe­ti­şiz­mi’ var­dır. Çok-kül­tür­lü va­tan­daş­lık bu fark­la­rın ku­ru­cu ol­du­ğu var­sa­yı­mı­na da­ya­nır. Asır­lar­dır bu fark­la­rı İs­lam or­tak pay­da­sı içe­ri­sin­de­ki bir zen­gin­lik ka­bul ede­rek ya­şa­tan ve ya­şa­yan­lar için bu fark­la­rın prob­le­ma­ti­ze edil­di­ği, pa­zar­lık/ta­viz ko­nu­su ya­pıl­dı­ğı bir çer­çe­ve­yi ka­bul et­mek el­bet­te bir ge­ri adım olur. Bu ‘kar­deş­lik’ten ‘ar­ka­daş­lık’a ge­ri­le­mek an­la­mı­na ge­lir.
Ak­lı­se­lim, çö­zü­mün bir şe­kil­de İs­lam’ın bir de­ğer­ler bü­tü­nü ola­rak tek­rar ha­ya­tı­mı­za dön­me­sin­de ol­du­ğu­nu söy­lü­yor. Bu yolda aşıl­ma­sı ge­re­ken en bü­yük en­gel, sos­yo-eko­no­mik prob­lem­le­rin ya­nın­da/öte­sin­de, an­la­yış, his­se­diş ve id­rak dü­ze­yin­de­ki bu bü­tün­leş­ti­ri­ci de­ğer­le­rin ha­ya­ta ak­ta­rıl­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak ens­trü­man­la­rın ek­sik­li­ği­dir. Bu­nun için ken­di­si­ni iç gü­ven­lik­le il­gi­li pa­ra­no­ya­la­ra ki­lit­le­yen si­vil/as­ker bü­rok­ra­si­nin, “se­kü­ler fun­da­men­ta­lizm”in sad­ra şi­fa ol­ma­dı­ğı­nı, bi­zi en ni­ha­ye­tin­de ya ta­ri­he kar­şı he­sa­bı­nı ve­re­me­ye­ce­ği­miz bü­yük ha­ta­la­rın eşi­ği­ne ge­ti­re­rek ya da ne­re­ye gö­tü­re­ce­ği bel­li ol­ma­yan as­ke­rî ted­bir­le­rin ve in­san onu­ru­nu çiğ­ne­yen si­ya­sal bas­kı­la­rın or­ta­sı­na bı­ra­ka­rak ya­ra­yı de­rin­leş­tir­mek­ten baş­ka bir işe ya­ra­ma­ya­ca­ğı­nı gör­me­si ge­re­ki­yor.

Paylaş Tavsiye Et