Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Suudi Arabistan, kaldığı yerden...
Hatice Boynukalın Şenkardeşler
ARAP dünyasının en uzun ömürlü ve istikrarlı krallık yönetimi olarak bilinen Suudi Arabistan, tahtta 23. yılını dolduran Kral Fahd’ı geçtiğimiz ay son yolculuğuna uğurladı. Yüz yılda beş kral tarafından yönetilen bu ülkenin altıncı kralı ise, Kral Fahd’ın 1995 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu felç olmasından itibaren ülke yönetimini de facto olarak elinde bulunduran üvey kardeşi Abdullah bin Abdülaziz oldu.
Yeni kralın tahta çıkmasıyla iktidar yeniden tek merkezde toplandı. Kral Abdullah’ın karar alma süreçlerini hızlandırmasının yanı sıra, ekonomik ve siyasî değişime de ivme kazandıracağı düşünülebilirse de, bunun sınırlarını nereye kadar vardıracağı konusu halen büyük bir soru işareti olarak karşımızda duruyor.
Kral Abdullah’ın önünde, Suudi Arabistan’ın yerel ve bölgesel konumundan kaynaklanan birçok iç ve dış sorun duruyor.
 
Ekonomik Durum ve İşsizlik Sorunu
Prenslerin müsrif yaşamı, kamu yolsuzluklarının artması, ekonominin gittikçe kötüleşmesine rağmen zengin ve orta tabakanın harcamalarındaki artış vb. Bunlar 80’li yıllardan itibaren Suudi ekonomisine en fazla zarar veren etkenler olarak gösterilebilir. Son araştırmalar Arabistan’da erkekler arasında işsizlik oranının %11,93 oranında olduğunu gösteriyor. Nitekim 1981 yılında 18.000 doları bulan kişi başına millî gelir, 2002 yılında 8.424 dolara geriledi.
Ancak petrol fiyatlarının şu anda bulunduğu yüksek seviye, Suudi Arabistan’ın uzun süredir içinde bulunduğu sıkıntılı yıllar boyunca en iyi dönemi yaşamasına imkan sağlıyor.
 
Din ve Devlet İlişkileri
Suud ailesinin Arabistan’ın Necd bölgesine hâkimiyet kurması ve giriştiği mezhep savaşlarını kazanmasında, kendisine meşruiyeti sağlayan dinî müessesenin (eş-Şeyh Ailesi) ayrıcalıklı bir konumu bulunuyordu. Bu müessese; kadılık makamı, müftülükler ve kız okullarının yönetimini elinde bulunduruyordu. Abdullah, Fahd döneminde kız okullarının yönetimini Eğitim Bakanlığı’na bağlayarak eş-Şeyh ailesinin ayrıcalıklarına ilk darbeyi vurmuştu. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Kral Abdullah’ın, dinî müessesenin yönetime karışmasına bir son vermesi beklenebilir.
ABD-Suudi İlişkileri ve Reformlar
11 Eylül sonrasında 15 Suudi vatandaşının bu eyleme karışmakla suçlanması, ardından ABD’de Suudi Arabistan’a karşı medyanın savaş açması ve insan hakları kuruluşlarının bu ülkede yaşanan ihlalleri gözler önüne sermesi, iki ülke ilişkilerinin gerilmesine sebep oldu. Ancak ABD’nin Suudi petrollerine olan bağımlılığı, iki taraf arsındaki ekonomik ilişkiler ve Suudi Arabistan yönetiminin varlığını sürdürebilmek için ABD’ye ihtiyaç duyması, iki ülke arasındaki bağın kopma noktasına gelmesini engelliyor.
Gerçi Abdullah, ABD’den uzak durduğu ve Kuveyt Savaşı sırasında bu ülkeye asker gönderilmesine karşı çıktığı söylentileri sebebiyle, ABD’nin tercih ettiği bir isim değildi. Ancak Abdullah’ın vekil kral olarak son iki yıldır Washington’la olan ilişkilerini düzeltme yolunda büyük çaba harcaması ve Nisan 2005’te ABD Başkanı Bush’un çiftliğine yaptığı ziyaret sırasında Bush’la el ele fotoğraf çektirmesi, şimdilik bu krizin aşıldığını gösteriyor.
Ancak Kral Abdullah’ın prensliği döneminde Rusya ve Fransa’ya dış geziler yapması ve son zamanlarda çeşitli ülkelerle temaslara girmesi, dış politikada yeni açılımlar peşinde koştuğunun kanıtı olarak gösterilebilir. ABD’nin Orta Doğu’ya demokrasi ihraç edeceği ülkeler listesine Suudi Arabistan’ı da eklemesi üzerine Prens Abdullah’ın, Ocak 2003’te siyasî açılım ve reform sözü vermesi, ABD’ye bir göz kırpma şeklinde de değerlendirilebilir. Bu noktada birçok entelektüelin katıldığı “ulusal diyalog toplantıları” düzenlenmesi, katılımcılar arasında Sünni ve Şii liderler ile kadınların bulunması, siyasî reform alanında ilk gerçek adım olarak gösterebileceğimiz belediye seçimlerinin yapılması ve insan hakları konusunda başkent Riyad’da bir sempozyum tertip edilmesi, Suudi Arabistan tarihinde ilk kez yaşanan gelişmeler olarak öne çıktı.
Halkla yapılan bu istişarelerin ve diğer gelişmelerin önemi yadsınmamakla birlikte, bu adımların gelecekte yapılacak reformların lokomotifi olup olmayacağı tartışılıyor. Üstelik açılımların, toplumun öfkesini yatıştırmak, göz boyamak, vakit kazanmak ve ülkeyi tehdit eden terörün üstesinden gelebilmek için hükümetin başvurduğu bir oyalama taktiği olduğu da sıkça dillendiriliyor.
Nitekim 14 Ekim 2004 tarihinde sürgündeki muhalif Suudiler tarafından kışkırtılan ve Riyad’da köklü reform yapılması talebiyle protesto gösterisi yapan yaklaşık yüz kişinin yarısından fazlasının gözaltına alınması ve yine değişim talebiyle öne çıkan kişilerin tutuklanması, Abdullah’ın bundan sonra yapacaklarının ipuçları olarak nitelendirilebilir. Kral Fahd’ın ölümü sonrasında Abdullah’a yapılan biat törenleri de, siyasî reformların çok geniş bir alana yayılmayacağının işaretlerinden biri sayılabilir.

Paylaş Tavsiye Et