Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Yapısal dönüşümün zamanı gelmedi mi?
Ömer Bolat
9 ARALIK 1999’da İMF ile 17. Stand-by anlaşmasını imzalayan Türkiye’de 5 yılı aşkın bir süredir kamu maliyesini ve finansal sektörü rehabilite etmeye yönelik politikalar uygulanıyor. Bu politikaların uygulanmaya başlanmasından kısa bir süre sonra yaşanan iki büyük finansal krize rağmen, görece istikrarın sağlandığı son 3 yıldır hızlı bir toparlanmanın işaretleri görülüyor. 2002-2004 döneminde ekonomi birikimli olarak %25 oranında büyüdü, ihracat 3 katına yükseldi, enflasyon tek haneli rakamlara geriledi ve bütçe açığı büyük ölçüde düşürüldü. Ayrıca, hâlâ yüksek olan reel faizlere rağmen, Hazine’nin borçlanma maliyeti de 2001-2002 yıllarına kıyasla bir hayli düşük seviyelerde.
Makroekonomik göstergelerde ortaya çıkan bu olumlu tabloya rağmen, hem makro hem mikro düzeyde yapısal dönüşüm sıkıntıları yaşanmaya devam ediyor. Gerek kamu borç stoku gerekse cari açık yüksek rakamlara ulaştı. Geçtiğimiz yıl 644 bin yeni istihdam imkânı sağlanmasına rağmen işsiz sayısı 2,5 milyonunaltına düşürülemedi. Bugüne kadar kamu kesimi ve finansal sektörün rehabilitasyonuna odaklanılırken, reel sektörün sorunları ve yapısal dönüşüm ikinci planda bırakıldı. Ekonomi yönetimi için artık Türkiye ekonomisinin gerçekleriyle yüzleşmenin vakti gelmiş, hatta geçmektedir. İMF ile 19. Stand-by anlaşmasını imzalayan hükümet, bundan sonra “faiz-kur-borsa” dar üçgenine sıkışmış kısa vadeli makro ekonomik hedeflerden, uzun vadede sürdürülebilir bir yapının oluşmasını sağlayacak şekilde, ekonomideki alt sektörlere ve toplumsal önceliklere yönelmelidir. Bugüne kadar elde edilen başarıları kalıcı kılabilmek için Türkiye, mikro alanda piyasalarda yaşanan durgunluğu aşacak, reel sektör temsilcilerinin ve iş dünyasının yüzünü güldürecek projeleri vakit kaybetmeden hayata geçirmek zorundadır. 2005 yılının ilk yarısında imalatçı KOBİ kesimi ile esnaftan gelen piyasalardaki durgunluk şikayetlerinin had safhaya ulaşması, önümüzdeki dönem için kritik sorunun ne olacağını açıkça gösteriyor: “Ekonomideki iyileşme, hem ekonomik dinamizm hem sosyal yapı açısından hayatî önem taşıyan orta kesimin yaşam standartlarına ve reel sektör işletmelerinin cirosuna nasıl yansıyacak?”
Türkiye’de son dönemlerdeki istihdam artışına rağmen, işsiz sayısında bir azalma kaydedilemedi. Bu durum hükümetin işsizlikle etkin bir şekilde mücadele edemediğini değil, ekonominin yapısal sorunlarını henüz aşamadığını gösteriyor. İç ve dış rekabetin şiddetlendiği yükselen sektörlerde nitelikli eleman açığı oluşurken, rekabet edemeyerek gerileyen sektörlerde ise vasıfsız işsizlerin sayısı hızla artıyor. Bu bağlamda meslekî eğitim başta olmak üzere kapsamlı bir eğitim reformunun hayata geçirilmesi ve sektörel değişimi yönetebilecek bir projenin uygulanması gerekiyor. Ayrıca hizmet sektörü başta olmak üzere istihdam yoğun sektörler de desteklenmelidir.
Son 2 yılda ekonomik büyümeden arzu edildiği ölçüde yararlanamayan kesimlerden birisi de KOBİ’ler. Ekonomideki gelişme daha çok büyük firmaların işine yararken, KOBİ’ler, pazar paylarını sürekli artıran büyük firmalarla rekabet etmekte giderek zorlanıyor. Küçük işletmeler ayakta kalabilmek için birleşerek büyümek zorundalar. Ne var ki, KOBİ’lerin bunu kendi başlarına gerçekleştirmelerini beklemek istenen gelişmeyi sağlamıyor. Bu nedenle hükümet teşvik, destek ve vergi uygulamalarıyla küçük işletmelerin birleşmelerini cazip hale getirmelidir. Ancak bu teşvikler, her çivi çakana değil, Türkiye’nin gelecek vizyonunda mukayeseli üstünlükler açısından stratejik anlam ifade eden, katma değer ve istihdam oluşturan, yerli girdi kullanma kapasitesi yüksek, teknoloji ve bilgi transferine açık sektörlere konsantre bir şekilde ve disipline dayalı olarak verilmelidir.
Yine, 2004 yılında milli gelirin %5,4’üne ulaşan cari açığın hem finansman yöntemi hem de çıkış nedeni dikkate alındığında sürdürülemez olduğu kesindir. Büyük oranda hammadde ve aramalı ithalatı nedeniyle ortaya çıkan cari açık, üretime belli ölçüde katkı yapsa da, olumsuz kur etkisiyle birleşince aramalı üreten ve istihdam sağlayan yan sanayinin çökmesine neden olacak tarzda gelişiyor. Bu durum, ekonomideki büyüme ve soğuma sürecinin daha iyi yönetilmesini gerekli kılıyor. Hızlı büyüme dönemi disiplin altında tutulurken, ekonominin kısmen frenleneceği yeni dönemde hangi sektörlerin soğutulacağına iyi karar verilmelidir.
Ekonomideki %9,9 oranındaki büyümeye, ağır mali disipline ve rekor faiz dışı fazla oranına rağmen, bütçe açığı devam ettiği için kamu borç stokunun miktarı hem YTL, hem de döviz cinsinden artıyor. Milli gelire oranı adeta kemikleşmiş şekilde sabit kalmaya devam eden iç borç stoku nedeniyle kamu maliyesinde kur, faiz ve vade riski varlığını koruyor. Bu kısır döngünün kırılabilmesi için hükümet, başlıca piyasa yapıcı aktörlerle de anlaşarak, kararlı bir şekilde siyasî istikrar ortamının devamını sağlamalıdır.
Son zamanlarda sıkça rastladığımız, sunî gündemler ve siyasî alanda istikrarsızlık oluşturma çabaları Türkiye’yi çözümsüzlük anaforuna çekmekle eşanlamlıdır. Halkımızın gerçek gündeminin iş, aş ve özgürlüklerin genişletilmesi olduğunu hatırlardan çıkartmamakta yarar var. AB ile 3 Ekim 2005 tarihinde başlayacak müzakere süreciyle Türkiye’nin ekonomik ve siyasî arenasında yeni bir sayfa açılacak. Türkiye bu süreçte demokrasisini güçlendirmeli ve ekonomide çıtasını yükselterek yapısal reformlara devam etmelidir. Toplumda, AB’ye girilemediği takdirde hayal kırıklığına yol açacak bir ortamın oluşması da önlenmelidir.
Milletçe ekonomide, siyasette, sosyal alanda ve dış politikada yeniden yapılanma sürecine devam etmek ve mutlaka başarmak zorundayız. Özel sektörde, kamuda, kısaca her alanda etkinliğin, verimliliğin ve tasarrufların arttırılması için çalışmalıyız. Ayrıca unutulmamalı ki; ekonomide en hakiki teşvik, siyasî ve ekonomik istikrar ortamının devam ettirilmesidir.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR