Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Türk-Amerikan ilişkilerinde BOP gölgesi
Sevinç Alkan Özcan
BAŞBAKAN Erdoğan’ın Haziran başında Amerika’ya yaptığı son ziyareti, önceki iki ziyarete kıyasla, daha dolu bir gündeme sahipti. Son görüşmeden, ikili ilişkilerdeki gergin havayı giderdikleri mesajıyla ayrılan taraflar, aslına bakılırsa, Kıbrıs, Afganistan, Irak gibi temel uluslararası meselelerde duymak istediklerini duydular ve stratejik ortaklığı devam ettirmede kararlı olduklarını beyan ettiler. Bush yönetimi, Kıbrıs’a uygulanan uluslararası tecridin kaldırılması, bu çerçevede somut bir adım olarak Ercan Havalimanı’nın doğrudan uluslararası uçuşlara açılması ve Rumların çözüm için müzakere masasına çekilmesi konularındaki taleplere olumlu baktığını açıkça ortaya koydu. Ancak Türkiye, ikinci önemli hassasiyetini oluşturan PKK ile mücadelede somut adımlar atılması talebine, aynı içtenlikli karşılığı alamadı.
Kıbrıs, Afganistan ve hatta Irak konularında verilen ortak mesajlar bir yana, son görüşmenin en önemli gündem maddesi, hiç şüphesiz, ABD’nin Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi ve bu projeye Türkiye’nin vereceği destek idi. Bush her ne kadar projeye verdiği destekten dolayı Erdoğan’a teşekkür etse de, ABD’nin BOP çerçevesinde uyguladığı yöntemler ve Türkiye’den beklediği rol, Türkiye’nin bölgeye yönelik geleneksel dış politikasıyla örtüşmüyor. Bilindiği gibi BOP, ABD’nin 11 Eylül sonrasında, uluslararası hukuku ihlal eden tek yanlı eylemlerine yenilerini eklemek için ihtiyaç duyduğu uluslararası meşruiyet arayışının bir ifadesi. 11 Eylül sonrası Bush yönetimi, uluslararası terörizmi ve buna destek veren ülkeleri yeni tehdit tanımlaması içine koymuş; uluslararası hukuktaki “meşru müdafaa” kavramını yeniden tanımlama eğilimi içerisine girmişti. Henüz bir saldırı olmadan da meşru müdafaa yapılabileceği ilkesini yaygınlaştırmaya çalışan ABD, “önleyici saldırı” kavramı adı altında uluslararası hukuku kendi uygulamalarına uyarlamaya çalışıyor. Bu nedenle ABD, Türkiye’den, başta Suriye ve İran olmak üzere, bölge ülkeleriyle ilişkilerini BOP çerçevesinde yeniden ele almasını; Suriye’nin “demokratikleşmesi”, İran’ın da nükleer silahlar konusunda işbirliği yapması konusunda Türkiye’nin bölge ülkelerine baskı yapmasını istiyor. Ancak Amerika’nın genel tavrı, bu ülkelerin rejimlerinin askerî yöntemlerle iktidardan indirilmesi yönünde.
Türkiye’nin özellikle 1960’lı yılların ilk yarısında şekillenen, sonraları “geleneksel” olarak adlandırılacak olan dış politikasının temel prensiplerinden biri, Batı ile ilişkilerinin ve NATO çerçevesindeki rolünün, bölge ülkeleriyle olan ilişkilerine zarar vermemesine özen göstermektir. Bu çerçevede Orta Doğu’da çıkacak problemleri bölge ülkelerinin kendi inisiyatifleriyle çözmesi ve bölge dışı bir gücün sorunlara müdahil olmaması ilkesi söz konusu prensibin tamamlayıcısı olarak görülebilir. Bölgeye yönelik politikada kullanılacak araçlar konusunda ise Türkiye, uluslararası hukukun ihmal edilmemesi ve diplomatik araçların yoğun olarak devreye sokulması yönünde tavır koyuyor.
Soğuk Savaş sonrasında Türk dış politikasının Orta Doğu’ya yönelik ilkeli tutumunu devam ettirme konusunda ciddi problemlerle karşı karşıya kaldığını söylemek mümkün. Bunun en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, ABD’nin uluslararası hukuku ihlal eden tek yanlı eylemlerine Türkiye’yi ortak etmeye çalışması. Özellikle 11 Eylül sonrasında ABD’nin yaptığı yeni küresel tehdit tanımlaması karşısında Türk dış politikasının geleneksel ilkeleri, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermede yetersiz kaldı. Örneğin, Afganistan krizinde Türkiye, BM kararlarının yetkilendirmediği tek taraflı Amerikan müdahalesinden sonra, yurtdışına asker göndermeyi içeren yetki tezkeresini Meclis’ten geçirmiş ve neredeyse müdahaleye ortak olmuştu. Fakat operasyonun kısa sürmesi ve BM’nin 1386 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla Uluslararası Destek ve Güvenlik Gücü (ISAF)’nün oluşturulması, Türkiye’yi zor durumdan kurtarmıştı. Benzeri bir durumun Irak işgali sonrasında da gerçekleştiğini söylemek mümkün. 1 Mart tezkeresini reddeden ve ABD’nin tek yanlı eylemine ortak olmak istemeyen Türkiye, Irak’a asker gönderilmesini içeren ikinci tezkereyi Meclis’ten geçirerek uluslararası meşruiyetin sınırlarını zorladı. Ancak Irak’taki grupların ve ABD’nin, Türk askerine “hayır” demesiyle Türkiye yine uçurumun kenarından döndü.
Büyük Orta Doğu Projesi’ne kendisinden istenilen destek konusunda Türkiye son derece dikkatli olmak zorunda. 1 Mart tezkeresinin reddiyle hem Avrupa, hem de Orta Doğu ülkeleri nezdinde itibar kazanan Türkiye, bölgedeki ülkelerin demokratikleşmesi konusunda Amerika ile aynı düşünüyor. Ancak farklılık, uygulanacak yöntem konusunda ortaya çıkıyor. Türkiye, İslam ülkeleriyle yapılan toplantılarda bölgedeki değişimin dış müdahalelerle değil, ülkelerin kendi iç dinamikleriyle gerçekleşmesi gerektiği telkininde bulunuyor. Aslına bakılırsa bu son derece yerinde bir üslup; zira ülkeler kendileri reform yapmazlarsa, BOP yürürlüğe girdiğinde, bölgede ABD yanlısı yeni otoriter yönetimlerin işbaşına gelme ihtimali yüksek. Suriye ile son dönemde geliştirilen yakın ilişkilerde de Türkiye, Amerika’nın isteğinin aksine, Suriye’yi baskıcı bir üslupla değil, telkin yoluyla reforma zorluyor. Ancak ABD, bunu yeterli görmediğini Erdoğan’ın son ziyaretinde de belli etti. Türkiye’nin özelde Suriye’ye, genelde ise tüm bölge ülkelerine karşı geliştirdiği üslubu, Amerika’nın istekleri doğrultusunda değiştirmesi beklenmemeli. Zira böylesi bir üslup değişikliği Türkiye’nin 1 Mart tezkeresiyle bölgede kazandığı itibarı kaybetmesi anlamına gelecek. Oysa bölge ülkeleri ve halklarının BOP’a dair ciddi şüpheleri varken ve Amerikan karşıtlığı almış başını giderken, Türkiye’nin böyle bir projede Amerika’nın istediği yöntemler çerçevesinde yer alması mümkün değildir.
Erdoğan’ın ziyareti sırasında ele alınan konulardan biri de Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı idi. ABD’nin bir yandan bölgedeki ülkelerin demokratikleşmesi gerektiğini söylerken, diğer yandan Türkiye’ye, Amerikan karşıtı kamuoyunu baskı altına alması gerektiğini öğütlemesi, BOP içinde Türkiye’ye sadece model ülke olarak bakılmadığının bir göstergesi. Amerika’nın son dönemde anti-Amerikanizm ile ilgili olarak gösterdiği tavır, İsrail’in anti-semitizm konusundaki tavrına çok benziyor. İsrail’in dış politikasını eleştiren hemen herkes nasıl anti-semitizm ile suçlanıyorsa, aynı şekilde Amerikan’ın dış politikasını eleştiren herkes ve her ülke de adeta insanlığa karşı suç işliyormuşçasına anti-Amerikancılıkla suçlanıp günahkâr ilan ediliyor.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR