Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Türk solunun buhranı
Yücel Bulut
“SOL”, Fransız İhtilali esnasında tesis edilen Kurucu Meclis’teki oturma biçiminden türemiş bir kavramdır. Başkanlık Divanı’nın sağında Aristokratlar, solunda ise halkın temsilcisi olarak mecliste bulunan patriyotlar oturmuşlardı. Fakat işin ilginç tarafı, “sol”un kısa sürede önce kendi içinde “solun sağı” ve “solun solu” şeklinde ikili, ardından da “solun solu”nun dörtlü bölünmelere uğraması ve “halkın temsilcisi” olarak değerlendirilip yurtseverler olarak adlandırılan bu grubun büyük çoğunluğunun monarşi ve aristokrasi taraftarı olmakla, hatta -General La Fayette örneğinde olduğu gibi- burjuvaziyi yoksul halkın saldırılarından korumakla tanınmış olmalarıdır.
Türkiye’deki “sol”un durumu da aslında farklı bir tablo sunmuyor. Sol akımlara ilişkin -olumlu anlamda- belli yakıştırmalar çok yaygın. Ancak bu yakıştırmaların gerçeğe ne kadar tekabül ettiği, yoksul-ezilen halk kesimleri ile onların temsilcisi olma iddiasıyla ortaya çıkan sol grup, hareket ve partiler arasında organik bir ilişkinin olup olmadığı ya da söz konusu sol grupların temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumsal güçler karşısında hangi konumda durdukları gibi soruların cevapları ise çoğunlukla “olumsuz”dur.
 
Türk Solunun Tarifi Sorunu
Türkiye soluna ilişkin değerlendirmelerde bulunmak, ülkemizdeki diğer ideolojiler için olduğu gibi, hatta onlardan çok daha fazla zorluklar içeriyor. Bu durumun bir sebebi, netice itibariyle Avrupa kaynaklı bu ideolojinin, gümrükten geçerken Türkiye’nin özgün koşullarına uygun hale getirilmesidir. Buna bağlı bir diğer sebep de, karşımızda son derece karmaşık ve parçalı bir yapının bulunuyor olmasıdır. Fraksiyon, örgüt, parti ve lider isimlerinin alt alta sıralanması dahi sayfalar doldurmaya yeter. Bu kadar çok parçalı bir yapıyı ve unsurlarını takip etmek ve kavramak da büyük zorluk arz ediyor.
Öyle bir hareketle karşı karşıyayız ki, onda her türden eğilimin izlerini bulmak mümkün: Yeşili de var, kızılı da, rengarenk olanı da. Resmî ve gayr-i resmî TKP’si var. Ulusal olanı da var, enternasyonalist olanı da. Marksist-Leninist, Troçkist, Maoist, Stalinist, Enver Hocacı, Castrocu vb. olanları var. Legali var, illegali var. Demokratik mücadele taraftarı olanı var, silahlı mücadele yanlısı olanı da. Şehir gerillacıları da var, kır gerillacıları da. Halkın partisi de var, işçi ve işçi-köylü partileri de. Sosyal demokrat olanı da var, anarşist olanı da. Güler yüzlü olanı da var, asık suratlı olanı da. Ortanın solu da var, solun solu da. Aydınlıkçısı, kurtuluşçusu, ilericisi var. Millî demokratik devrimcisi var. Konformisti, revizyonisti, hatta “sosyal faşist”i bile var. “Teori”si de var, “Eylem”i de. Dergi isimlerini bir araya getirmek suretiyle, gramer açısından düzgün cümleler kurmak bile mümkündür. Mesela: “Aydınlık” ve “Kurtuluş” “Yön”ünde hareket eden “İleri”ci ve “Devrim”ci “Kadro”... Kısacası, Osmanlı’da amele hareketleri şeklinde kendisini gösteren ve yüzyılı aşkın bir tarihe sahip bu harekette ne ararsak bulmamız mümkün. Fakat belli dönemlerdeki kısmî kitlesel başarılarına ya da edebiyat alanındaki etkinliğine rağmen, solun Türkiye’de “sahici bir muhalefet” yaptığından, Türkiye’deki mevcut yapının dönüşümünde, “birey” ve “halk/millet” lehine kalıcı kazanımlar elde ettiğinden bahsetmek mümkün müdür? Bu soruya, bugünkü durum itibariyle “evet” cevabını vermek o kadar da mümkün gözükmüyor.
27 Mayıs askerî darbesine kadar sol, önemli ölçüde marjinal konumda kaldı. İhtilal sonrasında Türkiye, bütün kurumlarıyla yeniden düzenlenirken, sosyalist düşünce de ilk defa kanunlar çerçevesinde “meşru bir fikir akımı ve politik hareket olarak ortaya çıkma ve kendisini ifade etme” fırsatı buldu. Sol olarak adlandırılan çevrelerde düşünsel bir canlılık yaşanmaya başlandı. TİP, Millet Meclisi’ne girdi. Türkiye’de o dönem gündemde olan kalkınma, toplumsal yapı gibi tartışma konularına katıldı. Üniversite gençliği içerisinde örgütlendi.
1960 sonrası düzenlemelerde, DP’nin iktidar olduğu dönemin izlerini görmek mümkündür. İdarî ve hukukî yapıdaki ve meclis sistemindeki düzenlemelerle Cumhuriyetin kurucu değerleri güvence altına alınmak istenmiştir. Belli siyasal düşüncelerin anayasal çerçevede kendilerini ifade etmelerine imkan sağlanması suretiyle de; bir yandan DP’ye oy veren kitlelerin bölünmesine, diğer yandan da DP’nin dayandığı kesimlerin karşısında konum alacak ve aynı zamanda mevcut bürokratik yapının sahip olduğu temel değerlere ve uygulamaya soktuğu politikalara destek sağlayacak kesimlerin oluşturulmasına gayret edildi. Bu gelişmelerde, gerek Orta Doğu’daki ve gerekse de dünyanın geri kalan kısımlarındaki hareketlenmelerin etkisini görmek mümkündür.
 
Başarısızlığın Nedenleri
Türkiye’de sol hareketin başarısızlığının sebepleri üzerinde, bizzat sol düşünce içerisinde yer almış olanlar ayrıntılı olarak durmuşlardır. Bu sebeplerin en başta geleni, “Kemalist miras” ve buradan tevarüs edilen en zararlı husus ise, Türk halkına yukarıdan dayatılan radikal modernleşmeci politikaların solda da aynen kabulü olarak gösterilmektedir. Gerçekten de, sol hareket pek çok iddiasını zaman içerisinde unutmasına rağmen, aydınlanmacı-pozitivist zihniyetin Türk halkına dayatılması noktasındaki gayretlerinden hiç vazgeçmedi ve kolaylıkla, modernleşmeci değerlerin halka taşınması görevini üstlendi. Söz konusu misyon, Behice Boran’ın ve TİP sözcülerinin sıklıkla kullandığı “toplumun tarihsel gelişme doğrultusu” şeklindeki ifadelerinde somutlaşır. Toplumların tarihsel evrimine dair Avrupa-merkezci yaklaşımın yoğun izlerini taşıyan bu bakış açısıyla ülke meselelerine bakılınca da; Türkiye’nin, geleneksel toplumdan modern topluma, başka bir deyişle, tarımsal üretimin egemen olduğu bir yapıdan sanayinin egemen olduğu bir yapıya, köysel yaşantının gereklerinin yerine kentsel yaşantının gereklerinin hâkim kılındığı bir toplum hâline kavuşturulması takip edilmesi gereken nihaî çözüm olarak benimsendi. Böylesi bir düşüncenin, Türkiye’deki asker-sivil bürokrasinin de hedeflerine denk düştüğü açıktır. Söz konusu değerlendirmeler daha da ilerilere götürülünce; Türk solu, kurtarmak adına yola çıktığı geniş halk kesimlerini ve değerlerini -elbette onların iyiliği için- mücadele edilmesi gereken kesimler ve değerler konumuna indirgedi. Bu ise, zaten mevcut modernleşmeci politikalara tepki duyan halkın, sol hareketlere şüpheyle bakmasına ve tepki göstermesine sebep oldu. Daha başlangıçta, kültürel ve dinî değerler noktasında yaşanan bu soğukluk, sol hareketlerin bilinçlendirmeyi hedefledikleri kesimlerden kopmaları ve bir anlamda, üniversite kampüsleri ve dar entelektüel çevreler içerisinde sıkışıp kalmaları sonucunu doğurdu.
Türkiye’nin toplumsal yapısının ve toplumsal güçlerinin bu şekildeki analizinden çıkan bir diğer sonuç, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalist güçlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin, içeride verilecek bir mücadele ile de perçinlenmesi gerektiği şeklindeki düşünceydi. Feodal ağalara ve işbirlikçi burjuvaziye yönelik bir mücadelenin gerekliliğine ilişkin bu çıkarsamalar, anti-emperyalist mücadelenin içe dönük bir mücadele haline dönüşmesine yol açtı. Buna bağlı olarak da, bu savaşta sivil-asker bürokrasi “ilerici” safta konumlandırıldı ve doğal müttefik olarak görüldü. Bunun sonucundaysa, sol hareket sıklıkla “sol cunta” için zemin hazırlayan bir duruma düştü.
Türkiye’deki sol hareket için yapılacak değerlendirmelerin birçoğunun, diğer ideolojik hareketler için de yapılabilecek nitelikler taşıması altı çizilmesi gereken bir husustur. O nedenle, Türkiye solunu anlamanın Türkiye’yi anlamaktan geçtiğini söylemek sanırım abartı olmaz. Aynı şeyi, diğer ideolojik hareketler için de söyleyebiliriz. Belki de bu gerçeği en başta anlaması gerekenler, bizatihi söz konusu ideolojik hareketlerdir.

Paylaş Tavsiye Et