Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Büyüme neden herkesi memnun etmedi?
Ömer Bolat
TÜRKİYE ekonomisi 2004 yılında %9,9 oranında büyüdü. 2004’ün üçüncü çeyreğindeki yavaşlamaya rağmen ilk iki çeyrekteki yüksek büyüme rakamları nedeniyle yıl genelinde %9’a yakın bir büyüme tahmin ediliyordu. Ancak, açıklanan rakam beklentilerin üzerinde oldu ve Türkiye 2004’te son yılların en hızlı büyüyen ekonomisi Çin’i de geride bıraktı.
Türkiye ekonomisi böylece kriz yılı olan 2001’deki %9,5’lik daralmadan sonra üç yıl üst üste reel büyüme kaydetmiş oldu. 2002-2004 yılları arasında ekonomideki birikimli büyüme %25’e ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 2001 yılında gerilediği 2.160 dolarlık seviyesinden 2004’te 4.172 dolara yükseldi. Neredeyse 2 katına ulaşan bu artışı “hormonlu” bulan iktisatçıların da sıkça ifade ettiği gibi, bu performansta, TL’nin dolar karşısında değer kazanması etkili oldu. Ancak, kişi başına milli gelir TL bazında da bu dönemde reel olarak %19 oranında artış gösterdi.
Ekonominin üç yıl üst üste büyümesine rağmen, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ’ler) ile ücretli kesimin gelirlerinde iyileşme sağlanmadığına ilişkin yakınmalar sık sık dile getiriliyor. 2004 yılındaki yüksek büyümenin istihdama etkisinin de sınırlı olduğu anlaşılıyor. 2004’te istihdam 644 bin kişi artarken, işsizlik oranı işgücüne yeni katılımlar nedeniyle, sadece %0,2’lik bir azalma göstererek %10,3’e geriledi. Öte yandan, 2003’te 203 milyar dolar olan konsolide bütçe toplam borç stokunun 2004’te 236 milyar dolara yükselmesi, cari açığın milli gelire oranının %5’i geçmesi, ihracatın ithalatı karşılama oranının %68’den %64,8’e gerilemesi, toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payının artmaya devam etmesi ve reel faizlerin hâlâ çok yüksek seyretmesi gibi bazı olumsuz göstergeler, büyümenin gerçekçi olup olmadığının sorgulanmasına yol açıyor.
Öncelikle %9,9’luk büyümenin gerçek bir büyüme olduğunu belirtmekte yarar var. Büyüme, üretilen mal ve hizmetlerin reel artışıdır. Dolayısıyla, yukarıdaki faktörler büyümenin sahici olup olmamasıyla değil, olsa olsa sağlıklı olup olmamasıyla ilgilidir. Ancak, büyümenin toplumun bütün kesimleri üzerinde neden aynı etkiyi yapmadığını anlamak için ekonominin dinamiklerini incelemek gerekiyor.
Türkiye 1994’teki krizden sonra ciddi bir atılım yaptı, 1999’a kadar olan 4 yıllık dönemde yıllık ortalama %6,8 büyürken, GSMH de 170,1 milyar dolardan 206,6 milyar dolara yükseldi. 1995-1999 yılları arasındaki büyüme KOBİ’lerin gelirlerine de yansıdı. Ancak, 2002-2004 yılları arasında yaşanan ekonomik büyümede benzeri bir gelişme gözlenmedi. Bu da KOBİ’ler ile küçük esnafın şikayetlerinin temel noktalardan birisini oluşturuyor. Ücretli kesimin durumu açısından da, karşımızda buna yakın bir tablo var. 2001 yılında %13,5, 2002’de %8, 2003’te ise %6,3 oranında gerileyen reel ücretler, 2004’te küçük bir toparlanmayla %1,4 artış gösterdi. Ne var ki, bu artış 2001-2003 yılları arasındaki kayıplarla kıyaslandığında çok düşük kalıyor.
2002’den beri devam etmekte olan dezenflasyonist sürecin, iş yapma biçimlerini ve iş modellerini ciddi biçimde değiştirdiğini geçen ayki yazımızda dile getirmiştik. Enflasyondaki düşüşle birlikte üç durumun ön plana çıktığını görüyoruz: Birincisi, bütün üretim faktörlerinin getirileri (kâr marjları, reel ücretler, vb.) daralıyor. İkincisi, verimlilik artışı ön plana çıkıyor. Verimlilikteki artış reel ücretlerin daralmasıyla alakalı olduğu kadar, sabit maliyetlerini azaltan, değişken maliyetleri üzerindeki kontrol imkanlarını da artıran firmaların ölçek ekonomisinden yararlanmasının bir sonucu. Bu iki faktörün kaçınılmaz sonucu olarak da enflasyonist ortamda alışılan kesintisiz fiyat artışı ve maliyet+kâr yapılı esnek fiyatlama imkansız hale gelirken, rekabeti iyiden iyiye kızıştıran yeni bir fiyatlama modeli doğuyor. Üçüncüsü ise, reel faizlerin gerilemesi nedeniyle firmalar, daha önceki dönemlerde olduğu gibi esas faaliyetlerinden uğradıkları zararları faiz gelirleriyle telafi etme imkanını büyük ölçüde kaybediyor. Bu durum, küçük firmaların herhangi bir talep dalgalanmasında ayakta kalmasını neredeyse imkansız kılıyor.
Bu üç faktör, firmaları ölçekleriyle orantılı bir biçimde etkiliyor. Enflasyonun düşmesi ve hızlı büyüme büyük firmalara avantajlar sunarken, KOBİ’ler bu avantajlardan mahrum kalıyor. Bunun yanı sıra, alışveriş de küçük marketler ve esnaftan, kredi kartları kullanımı ve taksitlendirme imkanları sunan, fiyatlama avantajına sahip büyük mağaza ve firmalara kayıyor.
2004 yılında Türkiye ekonomisinin gösterdiği performansın temelinde 2000-2001 krizleriyle ağır darbe alan güven ve istikrar ortamının yeniden tesis edilmesi yatıyor. Ekonominin büyümesi için gereken istikrar ortamının sağlanmasında en ciddi katkı enflasyonla mücadelede elde edilen başarıdan geldi. 2002’de siyasi çalkantılar ve seçim, 2003’te ise Irak Savaşı’nın olumsuz etkileri nedeniyle krizden beri ertelenmekte olan talep, 2004’e gelindiğinde istikrarın yerleşmesiyle canlandı. Büyümenin bileşenlerine baktığımızda, dayanıklı tüketim malı harcamalarının 2004 yılının ilk üç çeyreğinde sırasıyla %48, %61,4 ve %28,9 arttığını görüyoruz. Tüketim talebindeki bu patlamada reel faizlerin düşmesi, dolayısıyla tüketici kredilerinin artması, kredi kartı kullanımının ve taksitli satışların yaygınlaşması da önemli rol oynadı. Artan talep, sanayi üretimini ve ticareti olumlu etkiledi. Üç aylık sanayi üretim endeksi verilerinin dayanıklı tüketim malı harcamalarıyla paralel hareket etmesi, talep artışının üretim üzerindeki etkisini ortaya koyuyor.
2004 yılı büyümesinin lokomotifi olan yatırımlardaki artış için de benzer bir yorum yapılabilir. Firmaların yatırım talebinin en iyi göstergesi olan özel sektör makine teçhizat yatırımları son çeyrekte yavaşlamasına rağmen, yılın ilk üç çeyreğinde %92,1, %85,3, %54,3’lük yüksek artışlar kaydetti. 2004’te 97 milyar dolara ulaşan ithalatın %87’sini ara ve sermaye malları oluşturdu. 2004’te firmalar için yatırımları cazip kılan faktörlerin başında tüketim talebinde olduğu gibi, güven ve istikrarın tesis edilmesi ile enflasyondaki gerileme gelirken, TL’nin değer kazanması sonucu ithal ara ve sermaye mallarının ucuzlaması da bu süreçte önemli rol oynadı. Verimliliklerini artırmak isteyen firmalar, üretim girdilerinde, TL üzerinden değerlendirildiği için fiyatı görece artan emek yerine, ucuz sermaye mallarını ikame etmeye başladılar. Sermaye yatırımlarının gelecekte sağlayacağı verimlilik artışları da firmaların bu şekilde davranmasında etkili oldu. Dolayısıyla, teknoloji yoğun ve ithal girdi kullanan otomotiv, dayanıklı tüketim ürünleri, büro işlem makineleri ve makine sektörleri büyümeden aslan payını alırken, yerli girdi kullanımı yüksek ve emek yoğun tekstil-konfeksiyon, inşaat ve gıda-tarım sektörlerinde büyüme düşük kaldı. Öte yandan bu durum, piyasaların canlanması sonrasında, daha önceki âtıl güçlerini devreye sokan firmaların yeni işçi alımına yönelmemesiyle birlikte değerlendirildiğinde, %9,9’luk büyümenin istihdam üzerindeki etkisinin neden sınırlı kaldığı da ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin 2004’te kaydettiği %10’luk büyüme ve 63 milyar dolarlık ihracat bir başarıdır. Ancak, büyümenin uzun vadeli ve sürdürülebilir olması için sektörel olarak daha dengeli hale getirilmesi, toplumun bütün kesimlerini kapsaması, yenilik ve teknolojik gelişime dayanması gerektiği unutulmamalıdır.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR