Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Hatırlıyorum
Mevlâna Bendesi Şefik Can Dede / Bölüm II
Hazırlayan: Cihat Arınç
Son icazetnameli Mesnevîhan
 
Şefik Can, her zaman Konya’yı çok sevdiğini söylerdi ve bu sebeple de vefatından sonra oraya defnedilmek istediğini ifade etmiş ve Üçler Mezarlığı’nda mezar taşını hazırlatarak diktirmişti. Mezar taşına, şeyhi Mithat Baharî hazretlerine ait şu beyti yazdırdı: “Varlığa ben seninle âgâhım / Var olan, sensin ancak Allah’ım!” İsminin başına ise “kulların en hakiri” manasına gelen ahkâri ‘ibâd lâfzını...
 
Seçkin Meclislere Devam Etmesi
ŞEFİK Can gençlik yıllarında dünya klasiklerini, en tanınmış şairlerin kitaplarını okur. On bin ciltlik bir kütüphane kurar. Ayrıca askerî okullarda öğrendiği Fransızcayı Kadıköy’de bir papazdan ders alarak ilerletir, sonra İstanbul’da Highschool’da gece derslerine devam eder ve kendi gayretiyle İngilizce öğrenir. Eski Yunan ve Lâtin edebiyatına da ilgi duyar ve bu konular üzerine Klasik Yunan Mitolojisi isimli bir eser telif eder. Şefik Can bu hususta şöyle diyor: “Hz. Mevlâna’ya körü körüne bağlanmadım; bütün dünya edebiyatını okudum, araştırdım, hepsinin üzerinde çalıştım. Sonunda bütün bunların hepsi Mevlâna’nın eserlerinin yanında bana çok boş ve lüzumsuz geldi.” O dönemlerde Bahariye’deki Mevlevîhane’ye de sıklıkla gidip gelir ve Şeyh Mithat Baharî (Beytur) hazretlerine (k.s.) intisap ederek dervişlik hırkası giyer ve bu ulu kişinin sohbetlerinden istifade eder. Ayrıca kendi döneminin önemli şahsiyetleriyle de münasebet kurar. Henüz beş altı yaşlarında bir çocukken evlerini ziyarete gelen Bediüzzaman Said Nursî’yle tanışır, gençlik yıllarında Servet-i Fünunculardan Hüseyin Siret Bey ile teşrik-i mesai eder, sonradan Müslüman olup Mevleviye tarikatına intisap eden ve aşk yolunda seyr-i sülûkünü tamamlayan Yaman Dede’yle dostluk kurar, Peygamber torunu Udî Şerif Muhiddin Targan’ın konserlerine gider, Cerrahî pîri şeyh Muzaffer Ozak Efendi’yle (k.s.) çok yakın bir dostluğu olur, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal’ın Mercan’daki konağında yapılan sohbet meclislerine devam eder.
İbnü’l-Emin’in konağındaki yüksek seviyeli sohbet ve musiki meşklerini anlatırken, Şefik Bey bir ara hazretin celâl meşrebinden bahsediyor: “Tanınmış şairler, yazarlar ve sanatkârlar oraya geliyorlar, sohbetlere ve musiki fasıllarına katılıyorlardı. Merhum, kadınları kabul etmiyor, yalnız Safiye Aylâ Hanım’ın gelmesine izin veriyordu. Bir gün bir konuşma sırasında İbnü’l-Emin’in toplantılarına devam ettiğimi öğrenince tarih öğretmeni Nazmi (Çağan) Paşa, ‘aman ne olur, oraya beni de götür’ dedi. Ben de üstada söyledim, ‘Bir tarih öğretmeni arkadaşım zat-ı âlînizi ziyaret etmek istiyor, müsaade eder misiniz?’ diye sorunca, ‘Tarih öğretmeni değil, tarih muallimi’ şeklinde ifademi düzelttikten sonra Nazmi Paşa’nın konağa dahil olması için gerekli izni verdi. Babası Mehmet Emin Paşa’dan kalan konağa birlikte gittik. Tabiî orada her şey eski, duvarlar antika levhalarla, kitaplarla dolu. Üstat soğuktan çok korktuğu için camlar, pencereler sıkı sıkı kapalı. Kendisi de haziranda bile paltoyla oturuyor. Antika levhaların hepsi ünlü hattatlara ait. Orada III. Selim’in bizzat kendi elinden çıkma yazma divanı bile vardı. Allah rahmet eylesin, Nazmi Paşa fasıl sırasında sürekli duvarlara bakıyordu. Musiki bitince İbnü’l-Emin, Nazmi Paşa’ya döndü, biraz da sert bir sesle: ‘Sen buraya musiki dinlemeye mi geldin, duvarlarda gezmeye mi?’ diye sordu. Paşa kıpkırmızı oldu. İbnü’l-Emin’in hiç şakası yok, kim olursa olsun sözünü esirgemezdi. Yahya Kemal’le, Süleyman Nazif onun hakkında şöyle demişlerdi:
 
Hezâr gıbdâ o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine
 
Mesnevîhanlık ve Dedelik Vazifeleri
Mesnevî’yi şerh edenlere verilen unvan olan ‘Mesnevîhan’lık için klasik tertipte, Hz. Mevlâna yolunda belli birtakım bilgiler edinilir. Önce Hakim Senaî ve Feridüddin Attar’ın, Pendname, İlâhîname ve Mantıku’t-Tayr isimli eserleri okunur. Ardından Hâfız ve Sâdi divanları okunur ve Mesnevî okunmaya başlanır. Mesnevî şerh edilecek hâle gelindikten sonra Mesnevîhanlık verilir. Şefik Efendi’nin Mesnevî hocası, pek tabiî ki Tâhirü’l-Mevlevî’dir. Araştırmacı Dursun Gürlek: “Tâhirü’l-Mevlevî Süleymaniye ve Lâleli camilerinde ikindi namazlarından sonra Mesnevî-i Şerif okuturdu. Mesnevî’yi son iki cildi hariç şerh eden Tâhirü’l-Mevlevî’den sonra yerine Üstat Şefik Can geçti ve hocasının ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı beşinci ve altıncı ciltleri şerh etti” diyor. Şefik Can ise bu hizmete nasıl başladığını şu cümlelerle ifade ediyor: “Bendeniz on altı sene, Tâhirü’l-Mevlevî hazretlerinden feyz aldım; onun ilminden, irfanından yararlandım. Çok değerli bir Mesnevîhan olan Tâhirü’l-Mevlevî hocam, ‘Şefik, evlâdım, artık Mesnevî okutabilirsin, ileride bu görevi sen yapacaksın’ dedi. Hocamın emriyle giriştik bu hizmete. Ama hemen değil, hocamın vefatından sonra aradan birkaç yıl geçti, Çelebi Celâleddin Mesnevîhan diye bu vazifeyi bendenize verdi, öyle başladık.”
Şefik Dede 1960’larda, Selman Tüzün’le birlikte birkaç defa Şeb-i Ârus’ta Konya’da posta çıkar; fakat daha sonra bu vazifeyi sürdürmez. Bunun sebebini ise şöyle açıklıyor: “Bendeniz daha sonraları, Cenab-ı Allah’ın bir lûtf u ihsanı olarak Konya’da posta çıkmadım. Eğer bu vazifeye devam etseydim, tören şeyhi olarak yaşar giderdim. Böylece de kendime göre yıllarımı vererek, Mevlâna’yı sevenlere sadece hizmet etmek için hazırlamaya çalıştığım, Mevlâna’nın eserleri üzerine yapmış olduğum çalışmaları yapamazdım. Her zaman kitaplar, hayatımın en önemli parçası olmuştur. Onun içindir ki, Hz. Pirimiz lütuf göstererek kendi eserleri üzerine çalışmama müsaade etti; bendenizin başka şeylerle oyalanarak zaman geçirmesine fırsat vermedi. Bu yolda kendi eserleriyle hizmet etmeyi nasip etti. Bu ilâhî lütfun büyüklüğü karşısında, ne kadar şükretsem azdır.”
 
Şeb-i Ârus yahut Sevgili’yle Buluşma
Son Mesnevîhan Şefik Can’ın vefatını, doktoru Ömer Faruk Önder şöyle anlatıyor: “Sıkıntılı bir hastalık sürecinin ardından, verilen ilâçların tesiriyle önce yüzüne renk geldi. Odadakiler iyileşmesine sevindi ve sonra hazret, çok sevdiği Mevlevî zikrini kasetçalara koydu. Yatağından doğrultuldu, ağzına pamukla bir iki damla zemzem verildi. Şeyhin sağ gözünden bir damla yaş süzüldü. Ardından düşen birkaç damla ile Azrail ruhunu bedeninden usulca sıyırıp aldı. Böylece ‘Şeb-i Arus’ odada zuhur etti. Şimdiye kadar çok ölüme şahit oldum, ama böylesini daha önce hiç görmedim. Ayrıca kronik rahatsızlığı olan hastalarda genelde ağır koku olmasına rağmen Şefik Can Bey’de hiç böyle bir hâl olmadı. Merhum, tedavi sürecinde olmasına rağmen âdeta yanına gelenlere şifa oldu; vefatında ise başında merhumun eşi Sabahat Hanım, asistanı Nur Artıran, Deniz Arcak, doktoru olarak ben ve eşim vardık.”
Şefik Can’ın âlem-i bekaya intikali, geride doldurulması neredeyse imkânsız bir boşluk bıraktı. Hazretin gönül dostlarından İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer, onu şu sözlerle anlatıyor: “Şefik Bey hâli, tavrı ve davranışlarıyla tam bir Hz. Mevlâna evlâdıydı. Bazı evliyaullah kendi hâlini kendini sevenlere giydirir. Şefik Bey’den, erbabının anlayabileceği gibi bir Hz. Mevlâna kokusu, Mevlevîlik şuası yayılırdı. Bilgi satmak ile o bilgiyle ‘olmak’ (yani kemal kesbetmek) farklı şeylerdir. İşte Şefik Bey, bilgiyle olanlardan idi. Bunlara ilâveten, Mesnevî meselelerinin akademik seviyelerde tartışıldığı günümüzde, son icazetnameli Mesnevîhan olması nedeniyle de Şefik Can’ın önemi büyüktür; zira geleneksel usul Şefik Can’la beraber bitmiştir.”
Şefik Can, her zaman Konya’yı çok sevdiğini söylerdi ve bu sebeple de vefatından sonra oraya defnedilmek istediğini ifade etmiş ve Üçler Mezarlığı’nda mezar taşını hazırlatarak diktirmişti. Mezar taşına, şeyhi Mithat Baharî hazretlerine ait şu beyti yazdırdı: “Varlığa ben seninle âgâhım / Var olan, sensin ancak Allah’ım!” İsminin başına ise “kulların en hakiri” manasına gelen ahkâri ‘ibâd lâfzını... Şefik Dede’ye Allah’tan rahmet dilerken, onun yayımlanmış eserlerinden bazılarını zikrederek yazıyı noktalayalım: Mevlâna ve Eflâtun (1964), Klasik Yunan Mitolojisi (1970), Hz. Mevlâna’nın Rubaileri (1990), Mevlâna’nın Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri (1995), Hz. Mevlâna’nın Mesnevî Tercümesi (1999), Divan-ı Kebir: Seçmeler (2000), Güldeste (2001), Mesnevî’den Seçmeler: Cevâhir-i Mesneviyye (2001), Mesnevî Hikâyeleri (2003).

Paylaş Tavsiye Et