Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Bay Lübnan’a suikast
Ebru Afat
MEVCUT siyasî yapıların hassas dengelere dayandığı Orta Doğu, çok önemli sonuçlar doğuracağı tahmin edilen yeni bir suikasta sahne oldu. Lübnan’ın eski başbakanı Refik Hariri, 14 Şubat’ta düzenlenen bir saldırıda hayatını kaybetti. Başkent Beyrut’un merkezinde yer alan Parlamento’dan evine dönerken meydana gelen patlama sırasında ağır yaralanan Hariri, kaldırıldığı hastanede vefat etti. Batı Beyrut’taki yol üzerinde 10 metrelik bir çukur açacak kadar büyük olan patlama sırasında, aralarında Hariri’nin korumalarının da bulunduğu 16 kişi daha ölürken 100’den fazla kişi de yaralandı.
Orta Doğu açısından son derece kritik bir zamanda meydana gelen Hariri suikastı, gizemli bir siyasî cinayet olarak dikkatlerin yeniden Lübnan üzerine toplanmasına sebep oldu. El-Cezire televizyonuna gönderilen bir video kaydında, Büyük Suriye’de Zafer ve Cihad isimli birörgüt suikastı üstlendi. Söz konusu kayıtta, yetkililer tarafından kimliği Filistin asıllı Lübnan vatandaşı Ahmed Ebu Adas olarak açıklanan bir şahıs, Hariri’nin Suud ailesi ile yakınlığı nedeniyle cezalandırıldığını ve bunun bir intihar saldırısı olduğunu anlatıyordu. Ancak bu örgütün hiç tanınmaması ve saldırının karmaşıklığı, bu eylemin failinin kim olduğu noktasında kafalarda oluşan soru işaretlerini daha da çoğalttı. Resmî açıklamada patlamaya 300 kilo TNT yüklü bir aracın neden olduğu belirtildiyse de birçok uzman bu kadar büyük bir çukurun ancak yolun altına yerleştirilen patlayıcılar tarafından açılabileceği konusunda hemfikir. Hariri’nin yakın dostu olan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Bush yönetimi, suikastın uluslararası bir komisyon tarafından araştırılmasını istedi. Ancak Lübnan hükümeti bu talebi reddetti ve soruşturmayı tek başına yürüteceğini açıkladı.
Hariri, 17 Şubat’ta görkemli bir cenaze töreniyle toprağa verilirken ardında yıllardır Lübnan’da güç merkezi rolünü oynayan Suriye karşısında birleşmiş bir halk bıraktı. Cenazeye katılan binlerce kişi, suikastın arkasında olduğuna inandıkları Suriye’yi ‘katil’ olarak tanımlıyor ve Lübnan’daki askerlerini geri çekmesini istiyorlardı. 1976’dan beri ülkede asker bulunduran Suriye, Lübnan halkından bu kadar büyük tepki görmeyi beklemiyordu. 1992’de düzenlenen seçimlerde başbakan seçilmesinden sonra 2004 sonbaharına kadar beş hükümet kuran Hariri’nin Suriye ile ters düşmesinin ardında da, bu ülkenin Lübnan üzerindeki kontrolünü kaybetmemek için yaptığı son manevrası yatıyordu.
 
Hariri’den Sonrası Tufan
1944’te Sidon kentinde fakir bir Sünni ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hariri, Suudi Arabistan’da yaptığı yatırımlar sayesinde Kral Fahd’ın en çok iş yaptığı işadamı haline gelmiş ve bu ülke vatandaşlığına kabul edilmişti. 3,8 milyar dolarlık serveti ile dünyanın en zengin 100 kişisi arasında gösterilen Hariri, 1990 sonrasında ünlü şirketi Solidere ile Lübnan’ın yeniden yapılandırılmasına karşılıksız olarak katılmış ve Lübnan siyasetinin vazgeçilmez ismi konumuna yükselmişti. Lübnan’ın iç savaş sonrası istikrarının sembolü olarak gösterilen Hariri, Bay Lübnan olarak anılıyordu.
Hıristiyan Maruniler, Şii ve Sünni Müslümanlar, Dürziler ve daha birçok farklı inanca bağlı insanlardan oluşan bir nüfusa sahip olan Lübnan’da 1975’te başlayıp 1990’da biten bir iç savaş yaşanmıştı. 1989 Taif Anlaşması ile cumhurbaşkanının Hıristiyan, başbakanın Sünni, meclis sözcüsünün ise Şii olduğu mezhep esasına dayalı bir sistem kuruldu. Bir Sünni olarak Hariri bu sistemde, Suriye ile Lübnanlı gruplar arasında tampon görevini üstlenmişti. Fakat Suriye’nin, Cumhurbaşkanı Emile Lahoud’un görev süresini 3 yıl daha uzatacak bir anayasa değişikliği yönünde baskı yapması taşları yerinden oynatmaya yetti. Yasa değişikliği, BM Güvenlik Konseyi’nin, Suriye’ye Lübnan’daki askerlerini geri çekme çağrısı yapan 1559 sayılı kararı aldığı 2 Eylül 2004 tarihinden bir gün sonra parlamentoda kabul edildi. Suriye istediğini elde etmiş görünüyordu; ancak bu değişiklik o güne dek Şiilerle birlikte Suriye’yi destekleyen Sünniler arasında bile büyük hoşnutsuzluk doğurmuştu. Ve bu noktada Lübnan siyasetinin pivotu Hariri, yönünü muhalefetten yana çevirmekte tereddüt etmedi. 20 Ekim’de başbakanlıktan istifa eden Hariri, diğer muhaliflerle birlikte 2005 ilkbaharında yapılması planlanan parlamento seçimlerini beklemeye başladı.
Böylesi bir ortamda The Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk’in 17 Şubat tarihli makalesinde “Lübnan’daki birçok kişinin aksine eline kan bulaşmamış, hiçbir zaman milis oluşturmayan temiz bir insan” olarak tarif ettiği Hariri’nin öldürülmesi üzerine parmaklar bir anda Suriye’ye çevrildi. Ancak Suriye bu cinayetten en zararlı çıkan taraf olarak görünüyor. ABD ve İsrail tarafından teröre destek vermekle suçlanan ve her an bir saldırı ihtimali ile yüz yüze olan Suriye, Lübnan’daki 15 bin askerini geri çekme konusunda direnme gücünü de önemli ölçüde kaybetti. Açıkça Suriye’yi suçlamasa da 15 Şubat’ta Suriye Büyükelçisini geri çağıran ABD, Fransa ile birlik olarak Suriye’yi 1559 sayılı karara uyması ve Lübnan’ın içişlerine karışmaması yönünde uyarmaya başladı. Fakat Suriye için en şaşırtıcı olanı Lübnan halkının öfkesiydi. Hariri suikastı Lübnanlılar için, Suriye istihbarat örgütü El-Muhaberat’ın ülkedeki faaliyet ve etkisinden duydukları rahatsızlığı göstermelerinin vesilesi haline geldi. Bu durum karşısında Beşar Esad, askerî istihbarat şefini değiştirerek Lübnan halkına hatalarının farkında oldukları mesajını vermeye çalıştı. Suriye ayrıca 17 Şubat’ta, kendisi gibi ABD’nin hedef listesinde yer alan İran ile ikili bir savunma paktı kurduğunu ilan ederek daralan oyun alanını genişletme yönünde bir hamle yaptı.
Suriye, İsrail karşısında bir koz olarak kullandığı Lübnan’daki askerî varlığından bir anda vazgeçmek istemiyor. Filistinli militanlarla mücadele etme gerekçesiyle 1982’de Güney Lübnan’ı işgal eden İsrail, 2000’de Lübnan’dan tamamen çekilmişti. İsrail bu tarihten beri Suriye’ye askerlerini geri çekmesi yönünde baskı yapıyor. Suriye ise 1559 sayılı kararın, İsrail’e işgal ettiği tüm topraklardan çekilme çağrısı yapan diğer Güvenlik Konseyi kararlarıyla birlikte uygulanmasını talep ediyor. Suriye uzmanı İngiliz gazeteci Patrick Seale, 23 Şubat’ta The Guardian’da yayımlanan makalesinde kesin bir kanıt olmadan Suriye’yi suçlamanın doğru olmayacağını yazıyordu. Zaten büyük baskı altında olan Suriye’nin bu cinayete kalkışmasının siyasî bir intihar anlamına geleceğini belirten Seale’a göre bu işin arkasında Suriye’nin düşmanlarının olması çok daha olasıydı.
İnternette yayımlanan Asia Times gazetesinde yer alan 17 Şubat tarihli ve Pepe Escobar imzalı yazıda ise ABD yönetiminde önemli ağırlığı olan yeni-muhafazakârların “doğmakta olan bir Şii hilali” olarak gördükleri İran, seçim sonrası Irak ve Lübnan’ı destabilize etme şeklinde bir gündemleri olduğu ileri sürülüyordu. Ve Hariri suikastından en çok İsrail’in kârlı çıktığına dikkat çekiliyordu.
Tony Scott’un yönettiği Spy Game isimli film, 1985 Beyrut’unda iki CIA ajanının birbirleriyle kanlı bir kavgaya tutuşan Lübnanlıları nasıl yönlendirdiklerini tüm çıplaklığıyla anlatır. Bölgesel ve küresel güçlerin Lübnan üzerinde oynadıkları güç mücadelesinde yeni bir safhaya gelindi. Burada Lübnanlılara düşen, bu filmde kendilerine verilen figüran rolünü reddetmek ve içine çekilmek istendikleri yeni bir bataklığa karşı uyanık olmaktır.

Paylaş Tavsiye Et