Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Toplumsal marangozluk: 28 Şubat
Ali Asım Can
CUMHURİYET tarihi boyunca “dört darbe” ile siyasî ve sosyal hayatı askıya alınan bir toplum olan Türkiye, bu darbeler sonrasında derin travmalar yaşamıştır. 27 Mayıs darbesinin Türk aydınları tarafından o dönemde ilerici bir hareket olarak adlandırılması, sonradan yaşanacak facialara davetiye çıkarır. 12 Mart muhtırasının bir iç hesaplaşmayla sonuçlanması ve nihayet 12 Eylülcülerin Türkiye’nin can damarlarını koparan uygulamaları bu davetin sonraki duraklarıdır. Bu üç darbenin, bir toplumsal mühendislik projesi olarak adlandırılabilecek ciddî şartları beraberinde taşıdığı söylenebilir. Yakın dönemin post-modern 28 Şubat darbesi ise, Türkiye’deki siyasî ve bürokratik iktidarsızlığın ancak bir “marangozluk işi” çıkarabilmesinin adıdır. Ne olursa olsun, darbeler Türkiye’yi amorf bir sosyal hayata mahkûm ederek neticelenmiştir. Bu nedenle genel olarak darbelerin toplum hayatında oluşturduğu tahribatın sonuçlarını 28 Şubat operasyonu üzerinden okumak faydalı olabilir.
Türkiye’nin son kırk yıl süresinde yaşadığı derin dönüşümün Türkiye’de yaşayan insanlar açısından ne anlam taşıdığı sorusu, başka bir dönemin tahliline kıyasla daha hayatî bir noktada durmaktadır. Bu soru, ihtilallerin amacının, Türkiye’de siyaset alanının sağında ve solunda konumlanmış siyasî hareketlerin tasfiyesini amaçlamadığına odaklanmıştır. Yine bu sorunun cevabı, ihtilallerin, Türkiye’yi var kılabilecek bir toplumsal etik ve varoluş zemininin oluşabilmesinin tabii şartlarını ortadan kaldırmayı hedeflediği düşüncesiyle bağlantılıdır. Buradan bakıldığında ihtilal tecrübeleri, günümüz konjonktüründe Türkiye’yi bağımsız kılabilecek bir toplumsal mutabakatın oluşumu önünde duran en büyük engeldir. Aynı zamanda Türkiye’de ‘düşünce’nin, insanların gündemlerinden çıkmasının da muharrik unsurudur. Bu anlamıyla ihtilalciler, ‘meşrû’ örgütlü silahlı güç araçlarıyla hukuku askıya alarak, yapmayı amaçladıkları toplumsal mutabakat ve birlik idealinin zeminini kökünden/temelinden bozmuşlardır.
Bir toplumun tabiî işleyişinin, Carl Schmitt’in tabiriyle, istisna koyma hakkını ‘tarihsel’ olarak elinde bulunduran egemen bir gücün örgütlü müdahale araçları tarafından paranteze alınarak akamete uğratılması, derin ve güçlü bir sosyolojik tahlili bile yarı yolda bırakacak bir dizi menfî sonuca gebedir. Bu durumun sathî neticesi, bir toplumun hayattan çekilmesidir. Daha derin neticesi ise, insanların ahlakî özerklik hakkının ellerinden alınmasının doğurduğu bir ‘insansızlaşma’ durumudur. Darbelerin hedefi, toplumun ve insanın gelişimi için anlamlı sorular sorabilecek insanları bertaraf etmektir. İhtilaller, Türkiye’de her türlü sosyal mutabakat arayışını anlamsız kılmayı amaçlayan bir kültürel eyleyiş üretmiş, örgütlü derin-seçkin güçlerin sınıfsal pozisyonlarını sağlamlaştırmıştır. Mücadele ise; bunu meşrûlaştırmaya çalışan ve yetkelerin toplum üzerindeki tasarruflarını papağan edasıyla tekrar eden darbecilerin organik aydınları ile meşrûiyeti özerk bir yapı olan toplumun kolektif varlığından almaktan ziyade dışarıdaki güç odaklarından devşirmeye soyunmuş ‘uluslararası toplumun organik aydınları’ arasında yaşanmaktadır. Bunlar dışındaki her türlü fikrî ve varoluşsal arayış, bugünün Türkiye’sinin hâkim simgesel evreni tarafından kapı dışarı edilmek istenmektedir. Bugün Türkiye’de çevre denilebilecek bir unsur varsa, siyasal olarak kapı dışarı edilmiş bu tür insanların arayışlarıdır. Çünkü siyasal sistem, bir zamanlar çevre-toplum olarak nitelendirilebilen alanın insanlarını değişik çıkar mekanizmaları yoluyla, bürokratik-kompradorburjuva oligarşisinin işleyişini rahatsız etmeyecek bir şekilde içine almıştır. Fikir alanının işlemesini sağlayan tüm araçlar ise, darbe kültürünün oluşturduğu zemin dolayısıyla devre dışı bırakılmıştır.
28 Şubat’ın hedef aldığı kesimler kimlerdi sorusunun ne önemi var? Hâlâ toplumu bir halı, kendilerini de sopa olarak görenler, toplumsal alanda nasıl bu kadar rahat bir şekilde mevzî kazanabilmektedir? 28 Şubat süreci içinde asıl bakılması gereken, bu operasyonun hedef aldığı kesimlerin süreç içinde takındıkları tavırlardır. Bir biçimde, alışılageldiği üzere olan olmuş ve siyaset derin bir müdahaleye uğramıştır. Fakat ilginç olan, bu müdahaleyi, hukukun temel ilkelerini bırakın, çok basit siyaset düşünceleri açısından bile değerlendirmekten aciz kadroların, nasıl olup da bu sürece muhatap kılındığıdır. Gerçekten süreç içinde yaşanan şeyi, özleri itibariyle iki farklı seçkinci otoriterizmin mücadelesi olarak anlamak mümkündür. Toplumun siyaset kurumu aracılığıyla yaptığı psikolojik yatırımlar basiretsiz bir idare tarafından çarçur edilmiştir. Toplumun hakları göz göre gasp edilmiş ve kaybeden yine toplum olmuştur. Çünkü iletişimsel manipülasyonun çok başarılı yürütüldüğü bu süreçte Türk ekonomisi son beş yüzyıl içinde yaşadığı en büyük çöküşü yaşamıştır. Toplumsal servet iki sene içerisinde yarı yarıya azalmış, borçlar iki katına çıkmıştır.
28 Şubat müdahalesinden sonra Türkiye’de toplumun ne hale geldiği sorusu aşağıda vereceğimiz basit bir örnek ışığında okunabilir. Bu müdahaleden sonra Türk toplumu, psiko-sosyal sisteme bağlı kişilik sisteminde ciddi bir parçalanma yaşamıştır. Düne kadar, ailesine veya şahsiyetine ilişkin sorunları herhangi bir aile dışı ortamda konuşmayı ‘hicap’ gören insanlar; bugün televizyonlarda mahrem hayatını rahatlıkla ‘toplumla’ paylaşabilmektedir. Bu durum, sıhhatli olmayan bir toplumsal ahlâkî dönüşüme dair ciddi uyarılar yapmaktadır. Fakat insanlar yetkeler tarafından bilerek çaresiz bırakılmıştır. 28 Şubat sürecinde her gün başka bir TV kanalında birbiriyle kavga ettirilen insanlar ve iletişim tarihine kara bir sayfa olarak geçen programlar, tartışan insanlardan televizyon kulisinin belirlenmesine kadar ölçülüp biçilmiş uygulamalardı. Sosyal rehabilitasyon adı altında televizyon ekranı aracılığıyla insanların bütün bir ahlâk ve meşrûiyet idraki tahrip edilmiştir. Her darbede olduğu gibi bu darbeden sonra da toplumun bağrından gelen sivillikler despotça sindirilmiştir. Televizyon ekranı, örgütlü elit çıkarlarının güdümünde işleyen iktidar arayışlarının odağı haline getirilerek, toplumun başında Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmıştır. Bu arada ekonomi batmış; bu batıklardan hesap sorması için yetkili kılınan insanların ise soygun şebekeleriyle derin ilişkiler içinde olduğu hayretle görülmüştür. Mafya dizileri aracılığıyla adalet fikri tahrip edilerek yeni ideal tipler yaratılmış ve insanlara, “kendi hukukunu kendin yarat” düşüncesi ‘öğretilmiştir’.
Darbelerin yarattığı travmalar, toplumun hayatından nasıl bertaraf edilebilir? Bu sorunun peşine düşmek, yaralarına süreceği merhemi Avrupa Birliği veya Amerika’nın kapısında aramaktan daha önemlidir. Türkiye, serbest hareket alanı olan hür bir ülke olmasın diye gerekli tedbirler hep darbeler yoluyla alınmıştır. Ne yapılmalıdır sorusunun basit cevabı, tarihin en iyi öğretmen olduğunu bilip sivil ve dürüst bir siyasetin peşine düşmektir. Bu, muhtemel darbecileri de durduracaktır. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak anlamamız gereken, anlam kanalları sıhhatli işleyen bir toplumun, fiilleri ve gidişatı üzerine ‘düşünen bir toplum’ olduğudur. Darbeler ise ülkeyi bu bilinçten koparmanın adıdır. 28 Şubat, bu anlamda Türk milletinin siyaset, ahlâk ve anlam sistemini yaralamak için yapılmış kötü bir marangozluk işidir.

Paylaş Tavsiye Et