Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Türk Dünyası’nda sinema
İhsan Kabil
TÜRK Dünyası sinemasının varlığıyla ilk karşılaşmam, 1970’lerin başında bir sinemada Azerbaycan’ın ünlü bestecisi Üzeyir Hacıbeyli’nin opereti “Arşın Mal Alan”ın bir uyarlamasıyla oldu. Daha sonra bunu “Beyaz Gemi”, “Kurt Kanı” ve “Kopar Zincirlerini Gülsarı” takip etti. Önceleri bu ve benzeri başlıkları Sovyet Sineması genel çerçevesi içinde algılıyor, öznel millî estetik ve tematik değerleri bile Sovyet sanatı penceresinden görme eğilimi taşıyorduk. 1990’ların başından itibaren Sovyetler’in yeniden yapılanmasıyla bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’nin filmleri daha rahat bir şekilde Türkiye’deki seyirciyle buluşur oldu. Böylelikle Tolomuş Okeyev, Hocakulu Narlıyev, Şöhret Abbasov, Tevfik İsmailov, Bulat Mansurov, Bulat Şemsiyev, Hürriyet İsmailova, Ardak Amirkulov ve Darejan Umurbayev gibi önemli yönetmenler ve sinema tarihine geçen dev filmleri özgün sinema dilleriyle karşımıza çıkmaya başladı.
Sinemamızı sadece Yeşilçam’la sınırlandırmak yerine Türk Dünyası’nı Balkanlar’dan Moğolistan’a geniş bir coğrafya olarak ele alıp, İsmail Gaspıralı’nın ünlü “fikirde, dilde birlik” şiarından hareketle ortak bir kültür ve medeniyet anlayışı ve yaklaşımıyla ona baktığımızda, bu coğrafyanın filmlerinin bize hiç yabancı gelmeyen duyguları, gelenekleri, kahramanları, tarihî oluşumları, insan-çevre ilişkisini ve hayat tasavvurunu gözettiklerini ve estetik bir duyarlılıkla işlediklerini fark ederiz. Yeşilçam’daki sinemaya meslekî yaklaşımın aksine, bu sinemalarda yönetmenden kameramana, senaristten kurgucuya her eleman eğitimli olarak bu sanat dalıyla iştigal etmiş, eğitimlerini dünyaca ünlü Moskova Devlet Sinema Üniversitesi (VGIK)’nde almışlardı. Dolayısıyla Türk Dünyası sinemacıları kendi sahalarında son derece yetkin bir teknik donanıma sahiptiler.
Türk Dünyası sineması, bin civarında filmden müteşekkil bir arşive sahiptir ve bu konuda en kapsamlı çalışma, Prof. Tevfik İsmailov’un üç cilt halinde MSÜ, Sinema-TV Enstitüsü’nden yayımladığı “Türk Dünyası Sineması Tarihi” başlıklı referans eseridir. Bu toplamdaki filmlerin bir kısmı, Sovyetler’deki cari ideolojik zihnî atlas gereği belli bir sınıf bilinci ve sosyalist sanat anlayışı unsurlarını taşımaktadır; ancak yine de tarihî ve millî bir şuurla hayata ve toplumsal sisteme yaklaşan kimi yönetmenler bu handikabın üstesinden gelmeyi bildiler ve değişik sembolik ve mecazî anlatımlarla öylesi bir angajmana girmeden senaryolarını görselleştirdiler. Ayrıca eski sosyalist düzende tarihî kültürel geçmişle olan bağıntı, Türkiye’de olduğu gibi hemen hemen eşzamanlı bir kırılmaya uğramışsa da, Türk Cumhuriyetleri’ndeki yönetmenler kendi tarihlerini reddetmek gibi bir komplekse kapılmadan geçmişlerine ait konuları anlatabildiler;, Biruni, Nizami, Nasreddin Hoca, İbn-i Sina, Ali Şir Nevai ve Mahdum Kulu gibi büyük tarihî kişilikleri adeta kıvançla beyazperdeye taşıdılar.
Türk Dünyası sinemasındaki ilk vasıflı sıçrama, 1963’te Bulat Mansurov’un çektiği “Şükür Bahşi” ile oldu. Mansurov’un Türkmen Film Stüdyosu adına çektiği film, Turan ve Tahran Hanlıkları arasında süregiden uzun savaşa bir son vermek üzere yapılan müzik yarışmasını anlatır.
Kırgız sinemasından Tolomuş Okeyev, filmlerinde işlediği temalar, tarihî ve çağdaş şuur ve sinema dilindeki özgün yaklaşımıyla Türk Dünyası sinemasında temsil niteliğinde bir konuma sahiptir. 2002’de büyükelçi iken Ankara’da vefat eden Okeyev, hayatı sinemayla özdeş hale gelmiş, adeta Kurosawa duyarlılığıyla sinemaya yaklaşan bir yönetmendir. 1966’da “Çocukluğumun Gökyüzü”yle başlayan sinema serüveni 1986’daki “Sevgi Serabı”na dek sürdü. Filmlerinde bir yandan tarihî destansı konulara eğilen Okeyev, diğer yandan gündelik hayatın insanın ruhunu acıtan dramını görüntüye taşıdı. 1973’te çektiği “Kurt Kanı”, hayvanlar arasındaki hayatta kalma mücadelesinin insanlar arasında da söz konusu olduğunu şiirsel bir dille yansıtır. Ulaşılması neredeyse imkansız bir aşkı işleyen 1975 yapımı “Kızıl Elma” ise sembolik anlatımıyla ulaşılması bir mefkureye dönüşen “kızıl elma” fikriyatına göndermede bulunur. 1977 tarihli “Ulan Rüzgarı”, yine güncel hayata bir değinidir ve Kırgız toplumunun önemli bir sorunu olan alkol bağımlılığının neden olduğu yıkımı melodramatik bir söyleme sapmadan aktarır. Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülüyle taçlandırılan, görkemli bir görselliğe sahip 1984 yapımı “Kar Leoparının Soyu”, Kırgızların ünlü bir destanı olan Kocacaş’tan esinlenir ve tutku, vefa, töreye hürmet, özveri, kozmik ahenk gibi eskimez temaları tarihin derinliklerinden günümüze estetik bir damıtılmışlıkla sunar. Bir Suriye-Kırgızistan ortak yapımı olan “Sevgi Serabı” ise sanat ve sanatçının dünyasına tarihi bir yaklaşımla eğilir ve geçmişten günümüze sanatçının sanatla olan o özgül ilişkisinden kesitler sunar.
Türkmen sinemasının ünlü ismi Hocakulu Narlıyev, ilk çıkışını 1970’li yılların başında yapar. Çeşitli uluslararası ödüller kazanan 1972’de çektiği “Gelin”, İkinci Cihan Harbi sonrası savaştan dönmeyen kocasını bekleyen bir kadının ümidini görsel planda minyatür sanatının örgüsünü kuran bir estetikle perdeye getirir. 1983’teki “Karakum Gölgede 45º” ise, Orta Asya için güncel bir sorun olan teknolojik üretim sürecinde bir gaz kaçağından oluşacak çevre felaketine ışık tutar. 1984 tarihli “Mahdum Kulu”, on sekizinci asırda yaşayan bu ünlü şairin maneviyat bezeli dünyasını aşk ve acı ekseninde, sanatın iç doğası temelinde resmeder.
Özbek sinemasının büyük ustası Şöhret Abbasov, tarihî konulara olan ilgisini destansı bir anlatımla perçinler; “Ebu Reyhan Biruni” adlı 1975 yapımı çalışması, büyük bilginin ilim yolundaki azimkâr arayışını görkemli bir anlatımla sunar. Bir dönem filmi olan 1998 yapımı “Atamdan Yadigâr Topraklar”, Özbek tarihini 19. asırda Buhara Hanlığı zamanından, Sovyetler’in dağılması sonrasına kadar dramatik bir dille epizodlar halinde görselleştirir.
Azerbaycan sinemasından Eldar Kuliyev, yine tarihî olayları ele alan çalışmalarıyla öne çıkar. 1982 tarihli “Nizami” adlı eseri, bu ünlü düşünür ve şairin şiir sanatıyla dolu olan yaşantısını, felsefî manada adalet arayışıyla beraber aktarır.
Ardak Amirkulov ve Darejan Umurbayev, yeni Kazak sinemasının önemli yönetmenleri olarak kendini gösterir. Amirkulov’un 1995 yapımı “Abay”ı, bu Kazakistan’ın büyük şair ve düşünürünün hayat hikayesini, yaşadığı dönemin tarihî arkaplanı ile birlikte şairane bir dille anlatır. 1990’daki “Otrar’ın Düşüşü” ise, 13. asırda Orta Asya’ya bir felaket gibi akın eden Cengiz Han’ın karşısında iç çekişmelerin içindeki Harezm’in trajedisini işler. Psikolojik atmosferli filmleriyle tanınan Umurbayev’in ferdî varoluşsal tabanlı çalışmaları, yurtdışı ödülleriyle tanınan “Kayrat” (1991), “Kardiyogram” (1995), “Katil” (1998) ve “Yol” (2001)’dur.
Türk illerinin farklı yörelerinden iki örnekle, Başkurdistan’dan, Ural Dağları eteğinde bir köydeki aşk hikayesini işleyen, Bulat Yusupov’un 2000 tarihli “Ağul Üzerinde Gökkuşağı” ile Doğu Türkistan’dan, Uygur halkının geleneksel halk motifleriyle örülü, Hürriyet İsmailova’nın 1990 yapımı “Otel Mihri”yle, bu geniş coğrafyada yaptığımız sinemasal gezintiyi hitama erdirebiliriz.

Paylaş Tavsiye Et