Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Arafat’ın ardından Filistin
Hatice Boynukalın Şenkardeşler
FİLİSTİN toplumu ve Arap-İslam Dünyası’nın çoğunluğu tarafından direniş ve kararlılığın bir sembolü olarak görülen Yaser Arafat’ın hayata veda etmesiyle Filistin sokaklarında günlerce süren sessiz bekleyiş yerini büyük bir üzüntü ve umutsuzluğa bıraktı. Bir türlü teşhisi konamayan hastalığı, İsrail tarafından zehirlendiğine dair iddialar ve de en önemlisi “Bundan sonra Filistin’de ne olacak?” sorusuna aranan cevaplar, Arafat’ı ölümünden sonra da haber ve yorumların baş köşesine oturttu.
 
Arafat’ın İki Yüzü
O, sevenlerinin gözünde Filistin tarihini yönlendiren üç önemli liderden biriydi: El-Hac Emin el-Hüseyni, Ahmed eş-Şukayri ve Yaser Arafat.
1969 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başkanlığına getirilen Yaser Arafat’ın adı, bu tarihten itibaren Filistin davası ile birlikte anılır oldu. Arafat, Ramallah’taki karargahında kuşatma altına alınmanın, tutuklu kalmanın ve hastalığın tüm ıstırabını çekti. 1967 yenilgisinin sıkıntısını üzerinden atamayan Arap ümmetinin içinde bulunduğu başıboşluğa aldırmaksızın silahlı mücadeleye sarıldı. Böylece günümüze kadar hızını artırarak süren Filistin direnişinin de temellerini attı.
Arafat parçalanmış Filistin kimliğini bir araya getirdi ve bunu tek bir siyasî güç halinde toparladı. Filistin davasını BM’nin gündemine taşıdı. 1974 yılında BM kürsüsüne bir elinde zeytin dalı, diğer elinde tabancayla çıkması hafızalardan silinmedi. Ve bu tarihî konuşmasında ilk defa olmak üzere “Filistin” adını kullandı. BM’de Filistin için gözlemci üyelik statüsü verilmesini sağladı. Arafat’ın yönetimi, coğrafî olarak parçalanmış ve siyasî olarak da onlarca gruba bölünmüş Filistin halkının tek bir siyasî dil kullanmasını sağladı. O, eş-Şark el-Awsat gazetesinden Bilal el-Hasan’ın da deyimiyle “Filistin Ümmeti’nin sembolü ve rüyalarının gerçeğe dönüşmüş hali idi.” Oslo barış görüşmelerini yürüten taraflardan biri olarak Nobel Barış Ödülü’ne hak kazandı.
Buna karşılık Arafat’ın, Ürdün ve Lübnan’daki iç savaşlarda taraf olması sebebiyle İsrail-Filistin barış görüşmelerine yeterli ağırlığı vermediği ve bunun sonucunda Filistin halkına maddî, manevî yıkımlar yaşattığı söylendi. Nitekim süreç içerisinde farklı nedenlerden dolayı Arap yönetimleriyle zıtlaşan Arafat, davasına olan Arap desteğini kaybetmekle kalmadı, mali desteği de yitirdi.  
Eş-Şark el-Awsat’tan Adil Derviş’e göre “Birtakım diktatörlerle işbirliği yapması ve onların gölgesinde hareket etmesi, Filistin davasına büyük zarar verdi. İran ve Kuveyt’i işgali sırasında Saddam Hüseyin’e destek çıkması Arafat’ı eleştiri oklarının hedefi haline getirdi. Ancak onun en büyük hatası, otokrat bir yapıya sahip lider zihniyetinden kurtulamamasıydı. Arafat birçok açıdan komşu ülkelerin otoriter liderlerine benzemese de değişime ve Filistin halkına seçim hakkı vermeye yönelik hiçbir adım atmadı. Devrim liderliğinden devlet başkanlığına doğru evrildiği dönemde güvenlik, istihbarat, Filistin yönetiminin mali işleri ve bütçe üzerinde tasarruf hakkı gibi konularda tek söz sahibi olmaya devam etti. “Babalar” neslinden feragat edip de yeni bir genç nesil oluşturma yolundan kaçındı. Yönetimin modernizasyonunda başarılı adımlar atan kişileri çevresinden hemen uzaklaştırma yoluna gitti. Bunu ise kimsenin itiraz etmediği liderliğini koruma adına yaptı. Böylece işte bugünkü siyasi boşluğun yaşandığı günlere gelindi. Bu boşluğun Filistinliler arasında silahlı bir çatışmaya yol açıp açmayacağı ise meçhul.”
Arafat’a yöneltilen eleştirilerden bir diğeri ise halk tarafından büyük destek gören muhalefete hayat hakkı tanımamasıydı. 1996 yılında sol örgütlerle birlikte Hamas ve el-Cihad hareketlerinin boykot ettiği Başkanlık ve Yasama Meclisi seçimlerinde Arafat, tek başına adaylığını koyarak oyların büyük çoğunluğunu aldı. Yine Oslo Anlaşmasında şart koşulan bir takım güvenlik tedbirleri uyarınca İslamcı grupların saflarında, üst düzey yöneticileri de kapsayan geniş çaplı tutuklamalar gerçekleştirdi. Arafat’ın “terörizm”le savaş için düzenlenen kongreye katılması ise bardağı taşıran son damla oldu. Silahlı çatışmalar çıktı. Filistin yönetimine bağlı birimler ve Hamas arasında gerçekleşen bu çatışmalarda tarihlerinde ilk defa olmak üzere Filistinliler, birbirlerine kurşun sıkıyor ve kardeş kanı akıtıyorlardı.
 
Şimdi Ne Olacak?
Filistin, seçimler konusunda Mısır modelini örnek alıyor. Seçimler olana dek parlamento başkanı 60 günlüğüne ülkeyi yönetecek. Ancak işgal altındaki topraklarda yapılan son araştırmaya göre, Arafat’ın yerine geçmesi büyük bir olasılık gibi görünen adaylardan biri, eski Başbakan Mahmud Abbas. El-Quds el-Arabi gazetesinin yorumuna göre, “Arafat’ın ölümünün ardından yaptığı açıklamalarda ilk işinin silahlı direnişi ortadan kaldırmak olacağını vurgulayan Abbas’ın bu talihsiz açıklamaları, sorunu çözmekten çok içinden çıkılmaz hale getirecektir. Hamas, İslamî Cihad ve adını Şehid Yaser Arafat Tugayları olarak değiştiren el-Aksa Tugayları’nın ellerinde bulunan silahların zor kullanılarak alınacağı anlamına gelen bu durum, kanlı çatışmaları beraberinde getirecektir. Abbas en baştan beri silahlı direnişe karşı bir tutum sergiledi. Çözümün, yalnızca görüşmeler neticesinde elde edileceğine inandı. Bu yüzden geçtiğimiz yıl ABD tarafından Yaser Arafat’a baskı yapılarak, Abbas’ın Filistin’e Başbakan olması sağlandı.” Filistin liderliğine aday olması beklenen diğer isimlerden Başbakan Ebu Alâ ve Muhammed Dahlan ise seçim yapılması halinde %2 civarında bir halk desteğine sahip.
El-Quds el-Arabi’den Zuheyr Andravs, artık Filistin halkının geleceği konusunda kendisini tek söz sahibi olarak gören Fetih Hareketi’nin bu tutumunu değiştirme zamanı geldiğini vurguladığı yazısında bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İşgal altındaki topraklar üzerinde halkın geniş desteğine sahip İslamcı ve laik birtakım örgütler bulunmaktadır. Ve bunların da en az Fetih kadar Filistin’in geleceği hakkında karar verme yetkisi bulunmaktadır. Nitekim bu örgütler Haziran 1967 yılında İsrail tarafından haksızca işgal edilen topraklar için mücadele ettikleri halde İsrail tarafından terörist olarak yaftalanmışlardır. İsrail yeni yönetimden ilk olarak bu hareketleri tasfiye etmesini isteyecektir. İsrail ve ABD’ye rağmen bu halk, kendi yönetimini seçmede özgürdür.”
Nitekim birkaç gün önce Gazze’de gerçekleştirilen toplantıda Hamas ve el-Cihad Örgütleri, yönetimden paylarını almak için harekete geçeceklerini açıkladı. Zira işgal altındaki topraklarda yaşayan halkın yaklaşık olarak yarısının desteğine sahip olmalarına rağmen şu anda bu örgütlerin yönetimde hiçbir temsilcisi bulunmuyor.
Filistin’in başına geçecek yeni yönetimi zor günler bekliyor. Zira Filistin’in yeni lideri, Arafat’ın yetkilerinin dörtte birine sahip olacak; ancak aynı zamanda onun maruz kaldığı baskıların iki katıyla karşılaşacak. Yeni liderin toplumun güvenini kazanması için büyük bir çaba harcaması gerekiyor. Bu yüzden de öncelikle yönetimi köhnemiş kurumlardan arındırması, yolsuzluk iddialarının üzerine gitmesi ve de en önemlisi daha fazla taviz koparmak için bekleyen İsrail yönetimiyle barış görüşmeleri masasına oturması ve bu masada halkının umutlarını boşa çıkarmayacak kararların alınmasını sağlaması gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et