Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Sarıgül kimin gülü?
Fahrettin Altun
MUSTAFA Sarıgül, Şişli Belediyesi’nin üç dönemdir başkanlığını yapıyor. Gençliğinden beri CHP’li. 12 Eylül öncesinde CHP Gençlik Kolları İstanbul İl Başkanlığı yapmış. 18. dönem CHP milletvekili. Türk-Alman Parlamento Dostluk Grubu yönetim kurulu ve Galatasaray Spor Klubü yönetim kurulu üyeliklerinde bulunmuş. Yayımlanmış iki kitabı var: TBMM’de Bir Milletvekili ve İstanbul’da Direksiyon Sallamak.
Sarıgül, 27 Mart yerel seçimlerinde partisinin ülke genelinde %18.2 oranında oy almasına karşılık, %67 oy alarak üçüncü kez belediye başkanı seçilmeyi başardı ve CHP’nin yeni umudu olarak lanse edilmeye başlandı. Seçimlerin hemen ardından büyük bir gururla ekranlarda boy gösteren Sarıgül, başarısını anlatırken bir siyasetçiden ziyade başarılı bir belediye başkanı imajı çizmeye gayret gösteriyordu. Katıldığı televizyon programlarında Şişli halkı ile arasındaki muhabbetten dem vuran Sarıgül, bu başarıyı kazanmasında Şişli’deki yoksul toplum kesimleri için yaptıklarının belirleyici olduğunu ifade etti ve kesinlikle Şişlililere hizmet etmeyi bırakmayacağının, görevinin başında kalacağının altını çizdi. Hiçbir rütbe arayışında olmadığını ısrarlı bir biçimde dile getiren Sarıgül, seçimlerin üzerinden daha üç ay geçmeden 19 Mayıs 2004 tarihinde Samsun’da, CHP Genel Başkanlığı için aday olduğunu açıkladı. Acaba medya mı girdi Sarıgül’ün aklına? Aday olmayacak mısınız sorusuna muhatap ola ola belki de fikrini değiştirmiştir Sarıgül.
Hiç kuşkusuz mesele bu kadar basit değil. Sarıgül’ün yüksek bir oy oranı ile üçüncü kez belediye başkanı seçilmesi, buna karşılık partisinin Türkiye genelinde oy kaybına uğraması sürecinde medyanın Sarıgül’e gösterdiği yoğun ilginin Sarıgül’ün başını döndürdüğü ve onu yeni gelecek planları yapmaya sevk etmiş olabileceği düşünülebilir. Ancak, kişisel kanaatim Sarıgül’ün bu başkanlık yarışına uzun zamandır hazırlandığı ve belediye başkanlığı esnasında toplumsal teveccüh elde etmek isteyen bir siyasetçi edasıyla hareket ettiği yönünde. Sarıgül’ün ikinci dönem belediye başkanlığı süresince yaptığı icraatlar ve sunduğu imaj, partisinin 27 Mart yerel seçimlerinde kendisini İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olarak göstermek istemesine rağmen, bu teklifi yıpranacağını düşündüğü için kabul etmeyip Şişli’den aday olmak istemesi ve seçimlerden sonra yaptığı açıklamalardaki popülizm dozu bu duruma işaret ediyor. Bu, meselenin Sarıgül’ün kişisel kariyeri ile ilgili kısmı. Ancak burada CHP Genel Başkan adaylığından söz ediyoruz ve bu durumu anlamak için kişisel kariyer sınırlarını aşan siyasî bir okuma yapmaya ihtiyacımız var.
Sarıgül, CHP Genel Başkan adaylığını açıkladıktan çok kısa bir süre sonra ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Washington’a davet edildi ve esasında bu davetten sonra Sarıgül’ün adaylığı çok daha ciddi bir boyut kazandı. Bu ziyaret bir yandan Sarıgül’ün genel başkan adaylığı yolunda kendisine daha bir güven duymasını sağladı, diğer yandan da CHP’li muhalif milletvekillerinin umutlarını canlandırdı. Sarıgül, Dışişleri’nin davetlisi olarak gittiği Washington’da ABD Temsilciler Meclisi Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Robert Wexler (ve ekibi) ile, Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı John Sununu ile, önde gelen bazı Cumhuriyetçi parlamenterlerle ve Beyaz Saray’daki Türkiye bölümü yetkilileri ile müzakerelerde bulundu. Sarıgül ayrıca California, New York, Florida ve Arkansas’taki federal yetkililerle görüştü.
Sarıgül’e göre bu görüşmelerde Amerikalı muhatapları kendisini ana muhalefet partisi lideri olarak görmek istediklerini beyan etmişler. Gerçekten de Sarıgül’ün görüştüğü isimler bunu daha sonra zaman zaman dile getirdiler. Amerikalıların Sarıgül’e yakından ilgi duymalarının sebebi bir CHP’li olarak gecekondulardan aldığı yüksek oy oranı ve yoksul toplum kesimleri ile arasındaki sıcak bağ.
Sarıgül, Washington’dan döndükten sonra başkanlık adaylığı için çalışmalara dört elle sarıldı ve Türkiye genelinde mitinglere çıkmaya başladı. Ne var ki, CHP yönetiminin buna cevabı hemen geldi. Rüşvet almakla suçlandı ve yönetim tarafından görevlendirilen üç milletvekili bu konuda bir rapor hazırladı. Raporda Sarıgül’ün rüşvet aldığını kanıtlayan belgeye de ulaşıldığı ifade ediliyordu. Yönetim bunun üzerine Sarıgül’ü kesin ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk etti; ihraç edilip edilmemesi önümüzdeki günlerde karara bağlanacak. Sarıgül’ün böylesi bir olaya karışıp karışmaması başka bir mevzu ama CHP yönetiminin zamanlaması Sarıgül’ü siyasî açıdan tasfiye etmeye dönük bir proje izlenimi uyandırıyor. CHP yönetiminin bu konudaki çelişkili açıklamaları da bu kanıyı güçlendiriyor.
Bu da anlaşılamayacak bir durum değil. CHP lider kadrosunun endişesi şurada: Türkiye’de, siyasî açıdan bir başarı elde edebilmek için üç şeye ihtiyaç oldu şu zamana kadar; siyasî/ideolojik meşruiyet, toplumsal kabul ve uluslararası destek. CHP bunlardan ikincisini kendi tarihinde hiçbir zaman elde edemedi, çünkü siyaset anlayışı gereği toplumu devlete tâbi bir mekanizma olarak gördü. Mustafa Sarıgül, CHP’ye bunu sağlayabileceğini taahhüt ediyor ve diğer iki noktada da sorununun olmadığını ima ediyor.
Sarıgül, CHP’nin geleneksel toplum ve tarih tasavvurlarından farklı bir söylemin içinden konuşuyor, mesajına dinî bir renk vermeye özen gösteriyor. (“Allah’ın buyrukları, doğruya götürür.” “İmam Hatip Liseleri ... bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olan bir Türk evladının da yetiştiği bir eğitim kurumu”dur.) Müslüman toplum kesimlerinin sorunlarını kendisinin çözebileceğinin altını çiziyor, bu noktada CHP liderliğini kıyasıya eleştiriyor. (“Kız kardeşlerimin başı üzerinden eller çekilsin”). Sarıgül’ün çizdiği tablo, CHP içerisinde dönem dönem gün yüzüne çıkan, partiyi toplumla barıştırma girişimlerinin bugünkü karşılığı şeklinde değerlendirilebilir. (Şemseddin Günaltay’ın, 1950 seçimlerinde hezimete uğrayan CHP’yi ıslah etmek için İsmet İnönü’ye sunduğu çözüm paketi ile Sarıgül’ün söylemi arasında son derece ilginç benzerlikler var.)
Bununla birlikte Sarıgül’ün bu girişiminin esas anlamı, bu girişime ABD’nin gösterdiği teveccühte gizli. ABD, son dönemlerde bazı raporlarda da açıkça dillendirildiği üzere artık Türkiye’de (ve genelde İslam Dünyası’nda) toplumla aynı dili konuşmayan siyasî elite destek vermenin kendisi açısından maliyetli olduğunu düşünüyor. Ne var ki ABD dış politikası Türkiye’de Kemalist siyasî eliti gözden çıkarmak da istemiyor. Söz konusu raporlarda Kemalistlere yöneltilen en temel eleştiri, siyasette devletin sözcülüğünü yapmaları ve toplumsal destekten yoksun oluşlarıydı. Bu nedenle, AKP’ye destek verilmesinin ABD çıkarları açısından daha doğru olduğu konusuna dikkat çekiliyordu. Ancak bir diğer yandan da, Amerikalı ana akım siyaset yönlendirme merkezlerinin İslam Dünyası’na ilişkin olarak yaptıkları analizlerde, şu ya da bu şekilde İslamî orijini olan siyasal elitin uyguladığı siyasetin pek çok ‘irrasyonel’ yanının bulunduğu ve bu nedenle “tedbiri elden bırakmamak gerektiği” noktasında bir ortak görüş olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, AKP’nin bir alternatifi, hele hele toplumla güçlü bir bağ kurduğu düşünülen birisinin önderliğindeki bir CHP ile sağlanacak bir alternatifi, uluslararası siyaset mühendislerinin Türkiye’ye ilişkin olarak yapabilecekleri en kayda değer yönlendirmelerden birisi olsa gerek. Bakalım, görelim önümüzdeki dönem nelere gebe.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR