Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Entelektüel canlılık içerisinde ‘Klasiği Yeniden Düşünmek’
Cihat Arınç
EKİM ayı, Türkiye’deki entelektüel faaliyetlerin canlandığı bereketli bir aydı. İlk günlerden itibaren birkaç şehirde birden, pek çok ilmî toplantı gerçekleşti. Bunlar arasında, kapsam bakımından eşine az rastlanır bir uluslararası sempozyum organizasyonu, Bilim ve Sanat Vakfı tarafından Klasiği Yeniden Düşünmek başlığıyla 8-10 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirildi. Üç gün süren sempozyumun açılış oturumu, 8 Ekim 2004 Cuma günü, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapıldı. Protokol konuşmacılarından Bilim ve Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Özel, son elli yılda klasikler üzerine yapılan üç sempozyumdan bu sonuncusunun, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde 1976 ve 1977’de yapılan ilk ikisinden farkının, klasiği salt Batı’ya hasretmeyip bütün medeniyetleri kuşatan bir perspektifle ele alması olduğunu belirtti. Müslüman toplumların tarihteki üçüncü büyük yüzleşmeyi yaşamakta olduğunu belirten Özel, birinci yüzleşmeden özgün bir mücadeleci-düşünür tipi olan ALİM’in çıktığını; ikinci yüzleşmenin 19’uncu yüzyılda Emperyalizm ile yüzleşmemiz olduğunu, bu dönemde alimin geri çekilip yerini münevvere bıraktığını söyledi. “Münevver, kendi aklını değil, Avrupalının aklını kullanmayı aydınlanma sandı. Avrupa klasiklerine yaklaşımı hep bu çerçevede ve bu psikoloji içinde oldu. Şimdi üçüncü yüzleşme evresindeyiz. Avrupa ve topyekûn Batı medeniyeti derin bir kriz içindedir. Endüstriyel-teknolojik devrimler ne bireyi özgürleştirdi, ne toplumların güvenliğini sağladı. İnsanlık tarihinin en yıkıcı savaşları 20’nci yüzyılda gerçekleşti. 21’inci yüzyıl ise Büyük Nükleer Terör korkusuyla başladı. İnsanlık, tarihte ilk defa olarak topyekûn yok olma tehdidiyle yüz yüzedir. Bunu gerçekleştiren Avrupa aklına ne Avrupa’da, ne de Avrupa dışında güven kaldı. Modern medeniyet bütünüyle bir intiharın eşiğindedir.” Özel’e göre, klasiklerimiz intihar ilacıdır. Çağdaş düşünürün görevi, kelimeleri şifaya kavuşturmak olmalıdır.
Açılış oturumunun ilk konuşmasını yapan, Heidegger-Gadamer çizgisinin günümüzdeki önemli siyaset felsefecisi Prof. Fred Dallmayr, “Why the Classics Today?: Lessons from Gadamer” (Niçin Bugün Klasik?: Gadamer’den Dersler) başlıklı tebliğine “ileriye doğru hızlandırılmış bir biçimde akan bir zamanda” yaşadığımızı söyleyerek başladı. İnsanlığın çocukluk, gençlik ve yaşlılık evrelerindeki kültürel sürekliliğine dikkati çekerek, bu sürekliliği sağlayanların klasikler olduğunu belirtti. Gadamer der ki: “Geçmiş, bizi gelecekte beklemektedir.” Klasiklerle eğitim ve öğretimin hususî bir zamanı yoktur, o her zaman geçerlidir ve kesintisizdir: “Klasikler zaman ve mekanı aşan eserler değil, geçmişte ve şimdide geçerliliği olan eserlerdir. Onlar zaman üstü değil, her zamanın güncelidir.” Dallmayr’ın belirttiği üzere Gadamer, klasiklerin sadece okuyucusu değil, aynı zamanda öğreticisiydi de. Yunan, Roma ve Ortaçağ metinlerini, Eflatun’un diyaloglarını ve Aristoteles’in eserlerini talim ediyordu. Dallmayr konuşmasını şu cümlelerle sonlandırdı: “Şiddetli ve karanlık bir dönemden geçerken, klasiklerin öğretilerini hatırlamanın tam vaktidir!”
Dallmayr’dan sonra, California Üniversitesi Küresel ve Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nden Prof. Richard Falk, “Classical Foundations of Modern International Relations” (Modern Uluslararası İlişkilerin Klasik Temelleri) başlıklı bir tebliğ sundu. Klasikleri “yaratıcılık adına geçmişe yaklaşmak için bir girişim” şeklinde tanımladıktan sonra, konuşmasının “klasikleri nasıl okumamız gerektiğine ilişkin eleştirel bir perspektif” taşıdığını, klasikleri okumak için yeni yöntemler bulmamız gerektiğini, bu bağlamda iki tür okuma biçiminden söz edebileceğimizi belirtti: İlki “Batı medeniyetinin anadamarının sıklıkla kullandığı bir yöntem olan, klasiklerin işimize gelen bölümlerini seçerek [ayıklayarak] yorumlamadan ibaret bir yanlış okuma biçimi”; diğeri ise tebliğin önerisi olan “materyalist anlamının dışında bir ahlakî ve manevî perspektif”. Prof. Falk, ayrıca Henry Kissinger ve diğerlerinin, bu okuma biçimlerinden ilkinin bariz bir örneği olarak, Yunanlı tarihçi Thucydides’in (M.Ö. 455–400) Peloponnes Savaşı adlı eserinin beşinci kitabı olan “Meloslular Diyaloğu”na güç merkezli siyasî bir yaklaşımla sıkça atıfta bulunduklarını vurguladı. Falk, bu tür okuma biçimlerinin birilerinin haksız siyasî davranışlarını meşrulaştırma amacı güttüğünü, bu sebeple klasiği yanlış okumanın yanlış yönlendirmeleri de içinde barındırabileceğini belirtti.
Falk’tan sonra kürsüye çıkan Prof. Bekir Karlığa düşünce ve bilimin kültürler arasında dolaştığını, mesela Yunan felsefesinin fitilini ateşleyen Pisagor’un tam 20 yıl Mısır’da kaldığını, oradaki rahiplerin üç ayrı dildeki eserlerini inceleyip öğrendiğini ve bunu Yunanistan’a taşıyarak filozofi (hikmet aşkı) disiplinini başlattığını dile getirdi. Yunan felsefesinin ikinci kaynağının semavî dinler olduğunu belirten Karlığa, İbrahimî geleneğin Empedokles üzerinden Yunan’a ulaştığını, İslam çağında ise bu hikmetin bu sefer Arapçaya tercüme edildiğini söyledi. İbn Sina’nın “bedenlerin sağlığı için” kaleme aldığı Kanun ile, “zihinlerin sağlığı için” kaleme aldığı Şifa başlıklı eserlerinin 17’nci yüzyıla kadar Avrupalı düşünürlerin zihin haritalarını oluşturduğunu dile getirdi. Klasiklerin dar anlamda Yunan klasisizmi olarak öne sürüldüğünü belirten sanat tarihçisi Prof. Selçuk Mülayim ise, bunun bir yutturmaca olduğunu; idealleştirilmiş Yunanî figürlerin felsefî veya estetik bağlamda hiçbir biçimde evrensel değer taşımadıklarını, bunları dayatmanın bir tür Oryantalizm olduğunu dile getirdi.
Açılış oturumunun son konuşmacısı olan Prof. Ahmet Davutoğlu ise, klasikleri kendi içinde üçe ayırabileceğimizi belirtti: Bunlardan ilki, ontolojik inşa, tarihî idrak ve mekan idrakini sağlayan “kurucu klasikler”dir ki, merkezinde “insanî olan” yer alır. Dinî metinler, kurucu klasiklere örneklik teşkil eder. İkinci tür, “sentez klasikler”dir ki, medeniyet havzasının pekişmesi döneminde ortaya çıkarlar. Gazalî, İbn Arabî, Hegel, Kant ve Kabalalar bu ikinci tür klasiklere örnektir. Üçüncü tür ise, “klasikleri yeniden üreten klasikler”dir ki, siyasal egemenlikle ortaya çıkarlar. Şerhler ve haşiyeler, bu türün örnekleridir. Yatay yayılmanın bir metne tutarlılık getireceğini, dikey yayılmanın ise sürekliliği sağlayacağını tarihin doğruladığı bir prensip olarak ortaya koyan Prof. Davutoğlu, ayrıca klasiklere ilişkin üç tür tavrın varlığından söz ederek, bunlardan ilkinin zihniyet egemenliğine, paradigmatik klasikleri esas almak olduğunu; ikincisinin zihniyet egemenliğine tepki göstererek, bütünü yatay kesen klasikleri yok saymak ve sadece kendi kurucu klasiklerine yönelmek olduğunu; üçüncüsünün ise ilk ikisinin zaaflı yaklaşımlarının aksine çok daha kuşatıcı ve özgüven dolu bir tavır niteliğindeki, paradigmatik klasikleri içinden sorgulamak, bütün medeniyetlerin klasiklerini, bütün kurucu ve sentez klasikleri yeniden okumak olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.
Klasiği Yeniden Düşünmek sempozyumunda 120 kadar akademisyen bir araya geldi, 90’ı aşkın tebliğ sunuldu. Pazar akşamı sempozyumun kapanışı, Klasiği Yeniden Düşünmek adına yakışır bir şekilde Fikret Karakaya yönetimindeki Bezmârâ Topluluğu tarafından verilen bir konserle gerçekleşti. Bu uluslararası sempozyumun organizasyonu ise, Bilim ve Sanat Vakfı’nın Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nden Dr. Sami Erdem ve Ahmet Okumuş’un büyük çabaları ve Doç Dr. Coşkun Çakır, Doç. Dr. Fazıl Önder Sönmez, Dr. Hızır Murat Köse, Dr. Aziz Doğanay, Dr. Lokman Gündüz, Dr. Burhan Köroğlu ve Yunus Uğur’un önemli katkılarıyla gerçekleşti.

Paylaş Tavsiye Et