Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Küresel dünyada bölgesel güçler
Muzaffer Şenel
SOĞUK Savaş sonrası döneme damgasını vuran en önemli gelişme hiç şüphesiz küreselleşmedir. Küreselleşme birden bire ortaya çıkmış yeni bir olgu değildir; onu uzun bir tarihsel sürecin bugün için ulaştığı nokta olarak görebiliriz.
Küreselleşme, bir yandan ulaşım, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin etki sahasını neoliberal ideoloji ile genişletirken, diğer yandan bu teknolojik gelişmelerle ulusal ekonomiler arasında karşılıklı bağımlılığı artırarak uluslararası pazarın homojenleşmesine yol açmaktadır. Bu durum küresel bilincin gelişmesine de katkıda bulunmaktadır.
1990 sonrasının moda deyimi küreselleşmede, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ticaretini serbestleştirmek için oluşturulan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) sisteminin (1994’te Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüştü) ve bölgesel ekonomik birliklerin rolü önemlidir. Özellikle 1980 sonrasında ekonomideki gelişmelere paralel olarak Soğuk Savaş’ın bitimiyle yaşanan siyasal gelişmeler hem sorunların, hem de çözümlerin küreselleşmesine neden olmuştur. Siyasal küreselleşme bu nedenle “uluslararasılaşma” ya da “ulus-devlet ötesileşme” sürecidir. Bu süreçte devletlerin egemenliği aşamalı bir şekilde fakat sürekli aşınırken, uluslararası toplumun ve uluslararası kurum ve kuralların ulus-devletler üzerindeki hakimiyeti gittikçe artmaktadır.
 
Bölgeselleşme Hareketleri
Bölgeselleşmenin felsefî temelleri David Mitrany’nin 1943’te yayımladığı “A Working Peace System” adlı çalışması ile atıldı diyebiliriz. Mitrany çalışmasında teknik ve işlevsel temelli uluslararası organların uluslararası barış ve istikrarın korunmasına siyasi ve güvenlik temelli organlardan daha çok yardım edeceklerini iddia ediyor; bu nedenle, devletlerin ortak politikalar üretebileceği en problemsiz teknik alanlardan (ekonomi vb.) başlayarak, işbirliğini diğer alanlara yaymalarını öngörüyordu. Bölgeselleşme hareketleri Soğuk Savaş dönemi boyunca daha çok güvenlik temelli oldu. Küçük ve orta büyüklükteki devletler küreselleşmenin siyasî, ekonomik ve hukukî olumsuzluklarını en aza indirgemenin bir yolu olarak bölgeselleşme hareketlerini gördüler. Bölgeselleşme hareketleri söz konusu devletlere, uluslararası alanda daha fazla hareket serbestisi kazanmaları için manevra kabiliyetlerini artırma imkanı sağladı. Bu nedenle küreselleşmenin olumsuz etkilerini azaltmayı amaçlayan bu çalışmaların Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yeni biçimlere büründüğünü görmekteyiz. Bu dönemde güvenlik temelli oluşturulan bölgesel kuruluşların yerini, ekonomik ve sosyal entegrasyonu ön plana çıkaran bölgesel hareketler aldı. Ekonomi-politiğin 1970’te artan etkisiyle, özellikle 1990’larda ivme kazanan küreselleşme olgusunun ürünü olan küresel siyasal sistemin içinde yer alan devletler, ulusal çıkarlarını daha iyi korumanın yolu olarak bölgeselleşme hareketlerini seçtiler.
Bölgesel bloklar arasındaki ilişkileri temel alan ve ulus-devlete göre daha az yapısallaşmış küresel bir yönetim sistemi olarak ortaya çıkan bölgeselleşme, çoktaraflılığın evriminde önemli bir ara basamak sayılabilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemin yeniden düzenlenmesi sürecinde GATT’ın 24’üncü maddesi iktisadî, bölgesel bütünleşmelere yasal zemin hazırlarken; BM Sözleşmesi’nin 8’inci bölümü, “Bölgesel Düzenlemeler” başlığı altında, uluslararası güvenlik ve barışın devamının sağlanmasında bölgesel bütünleşmelerin BM ilke ve amaçlarına uygun hareket etmesi gerekliliğini belirtmekteydi. Böylece, BM’nin ve Güvenlik Konseyi kararlarının üstünlüğü vurgulanmış oluyordu. Bütünleşmenin daha çok ekonomik temelli olmasına zemin hazırlayan bu süreçteki bölgeselleşme hareketlerini; sosyo-ekonomik ve kültürel işbirliği temeline dayalı çok amaçlı olanlar (Arap Birliği, İngiliz Milletler Topluluğu, Afrika Birliği Örgütü vb.); dış tehdide karşı askerî ve siyasî yönelimi içeren güvenlik temelli ittifaklar (NATO, BAB, Varşova Paktı vb.); ekonomik, sosyal ve siyasal işbirliğine dayalı işlevsel örgütler (Avrupa Kömür Çelik Teşkilatı, Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) vb.) olarak sınıflandırabiliriz. Bölgesel örgütlerin faaliyetlerine göre belirlenen bu kriterler doğal olarak sübjektif unsurlar içermektedir.
Özellikle 1990 sonrası dönemde bölgeselleşme, belli bir coğrafyada yer alan devletlerin bir birlik oluşturarak kendi aralarında sosyo-ekonomik, kültürel ve giderek siyasal bütünleşmeye yönelmelerini ifade ediyor. Devletler hâlâ uluslararası sistemin en etkili güçleri olmalarına rağmen, özellikle 1970’lerde elektronik iletişimin ivme kazandırdığı ekonomik temelli karşılıklı bağımlılık sonucu uluslararası ve bölgesel kuruluşların önemi zamanla arttı. Bölgesel organizasyonların devletler arasında işbirliğini geliştirici rolü, problemlerin çözümünü kolaylaşıyor. Ekonomik bütünleşme, işbölümü temelinde ürünlerin veya üretim faktörlerinin ya da her ikisinin üye ülkelerde serbest dolaşımını gerektirirken; üye ülkelerin birbirlerine karşı eşitlikçi, bölge-dışı ülkelere karşı ise ayrımcı davranmaları esasına dayanıyor. Ekonomik bütünleşmenin ilk adımı, “serbest ticaret bölgesi” yaratarak tanımlanan bölge içinde “gümrük birliğine” gitmektir. Gümrük birliğinin de “ortak pazarı” ve sonrasında “ekonomik ve parasal birliği” yaratması beklenir. Bölgesel ekonomik bütünleşme hareketlerinden şu ana kadar sadece AB bu aşamaları başarıyla gerçekleştirdi.
 
Bölgeselleşme Neden Önemli?
Uluslararası ilişkilerde devletler stratejik ve taktik manevra kabiliyetlerine göre dört farklı grupta toplanabilirler: Süper devletler, büyük devletler, bölgesel güçler ve küçük devletler. Süper güçlerin stratejik planlamaları ve bunun taktik yansımaları ancak başka bir süper gücün parametreleri ile sınırlanabilir. Buna mukabil büyük devletler stratejik planlamalarında süper güçlerin taktik adımlarını gözetmek zorundadırlar. Bölgesel güçler ise stratejik ve taktik hesaplarında bir yandan süper güçlerin, diğer yandan büyük devletlerin parametrelerini göz önünde tutmaksızın politika oluşturamazlar. Küçük devletlerin ve bölgesel güçlerin taktik esneklikleri, süper güçlerin ve büyük devletlerin stratejik planlarının çatıştığı dar alanlarda söz konusu olabilmektedir. Bu çatışma alanlarını dinamik bir diplomasi ile değerlendirebilen bölgesel güçler hem taktik esneklik alanlarını genişletme şansı elde edebilmekte, hem de uzun dönemde büyük devletler diplomasisinin bir unsuru olma yolunu açabilmektedirler. Bu tür bir hedefe yönelen bölgesel güçlerin dinamik ve esnek bir diplomasi yanında sağlam ve zengin bir hinterlanda sahip olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. İşte bölgeselleşme hareketleri, bölgesel güçlerin bir üst kategoriye çıkmasında yani büyük güç olmasında en önemli atlama taşı olmaktadır. Almanya, Fransa ve İngiltere için AB’nin anlamlarından biri de budur.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında karşılıklı işbirliği temeline dayalı bölgesel bütünleşme hareketlerinin arttığını gözlemlemekteyiz. Dünyanın her köşesinde; Latin ve Kuzey Amerika’da, Karayipler’de, Afrika’da, Pasifik’te, Güneydoğu Asya’da ve Avrupa’da devletler bir bütünleşme organizasyonunun üyesidirler. Bunlar arasında, başta Avrupa Birliği olmak üzere, Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi (GCC), Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zikredilebilir. Dünya milli gelirinin yaklaşık %80’inin AB, NAFTA ve APEC ülkelerinde üretilmesi, bölgesel bütünleşme hareketlerinin önemini ortaya koymaktadır.
 
Başarılı Bir Örnek: AB Bütünleşmesi
Soğuk Savaş döneminin küresel kutuplaşmalardan kaynaklanan suni ayrım çizgileri etkisini kaybettikçe, ülkeler arasındaki stratejik bağımlılık da arttı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan sorunlara dış müdahaleleri azaltmak için bölge ülkeleri arasında işbirliğinin ve karşılıklı ekonomik bağımlılığın geliştirilmesi kaçınılmaz hale geldi. Bunun en iyi gerçekleştirildiği örnek, kuşkusuz, Avrupa bütünleşme hareketidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika ve Rusya’nın uluslararası duruma hakim olmasıyla etkisi azalan Avrupalı devletlerin amacı, beraber çalışarak Amerika ve Rusya karşısında küresel bir güç olarak tekrar ağırlık kazanmaktı. Bütünleşme konusunda seçilen ilk sektör, Avrupalılar için sembolik öneme sahip savaş endüstrisinin hammaddeleri olan kömür ve çelik sektörüydü. Denebilir ki, Avrupa bütünleşme hareketi zengin kömür yataklarına sahip Ruhr havzası üzerindeki Fransız-Alman rekabetinin işbirliğine dönüşmesiyle mümkün olabildi. Bu işbirliği Avrupa’ya istikrar ve barış getirirken, uluslararası sistemde Avrupa’nın, özellikle Fransalmanya’nın, pozisyonel değerini ve nispî ağırlığını artırıcı bir etki yaptı.

Paylaş Tavsiye Et