Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
G-8 Zirvesi’nde diplomasi satrancı
Ebru Afat
ABD’NİN tek süper güç olarak tebarüz ettiği Soğuk Savaş sonrası dönemde, etkili devletlerin liderlerinin katıldıkları zirve toplantıları, diplomatik bir karşılaşma zeminine dönüştü. Bu toplantıların en önemlilerinden birisi de sanayileşmiş yedi ülke ile Rusya’nın liderlerinin katıldığı G-8 zirveleridir. ABD, İngiltere, Japonya, Fransa, Almanya ve İtalya tarafından 1975’te başlatılan ve 1976’da Kanada’nın katılmasıyla birlikte G-7 adını alan zirve, yakın zamana kadar zengin ülke liderlerinin ağırlıklı olarak ekonomik sorunları tartıştıkları geleneksel bir toplantı olarak görülüyor ve fazla dikkat çekmiyordu. 1997’de uluslararası sisteme entegre edilmesi için Rusya’nın da üyeliğe alınmasıyla G-8 adını alan zirvenin gündemi jeo-stratejik ve jeo-kültürel alanlara doğru genişlemeye başladı. Temmuz 2001’de Cenova’da yapılan zirvenin küreselleşme karşıtlarının düzenlediği kitlesel gösterilerin hedefi olması ve bu esnada yaşanan şiddet olayları ile ABD’nin 11 Eylül’den sonra başlattığı terörle küresel savaş, G-8 zirvesini daha da ön plana çıkardı. Üyelerinden dördünün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olması ve küresel bir aktör olarak beliren Avrupa Birliği’nin temsilcilerinin de katılmaya başlaması gibi nedenler, zenginler kulübünün her yıl farklı bir şehirde düzenlenen üç günlük zirvesinin bir yüzleşme noktası niteliği kazanmasını sağladı.
8-10 Haziran’da ABD’nin Georgia eyaletine bağlı Savanah kentindeki turistik bir bölge olan Sea Island’da düzenlenen bu yılki G-8 zirvesi, adeta 28-29 Haziran’da İstanbul’da düzenlenen NATO zirvesinin hazırlık görüşmeleri gibi geçti. Bu yılki zirvenin ana gündemi, ABD’nin Orta Doğu’da başlatmak istediği ekonomik ve siyasi reformlar ile Irak konusuydu. Bu amaçla zirveye bölgesel ortak sıfatıyla Afganistan, Irak, Ürdün, Yemen, Bahreyn ve Cezayir; demokratik ortak sıfatıyla da Türkiye davet edildi. Afrika kıtasındaki çatışmalar, yoksulluk ve AIDS ile mücadele gibi sorunları ele almak için davet edilen Gana, Nijerya, Senegal, Uganda ve Güney Afrika Cumhuriyeti devlet başkanları da zirvenin konukları arasındaydı.
Zirvenin başladığı 8 Haziran’da, ABD ve İngiltere’nin desteklediği, Irak işgalinin resmen sona ermesi ve egemenliğin 30 Haziran’da yeni kurulan geçici Irak hükümetine devredilmesini öngören karar BM Güvenlik Konseyi’nde 15 tam oyla kabul edildi. Iyad Allavi başkanlığında kurulan yeni Irak hükümetinin uluslararası meşruiyete kavuşması anlamına gelen bu karar, ABD’nin diplomatik bir zafer havasıyla zirveye başlamasını sağladı. BM’de zorlu pazarlıklar sonucu çıkan bu karardan güç alan Bush, Blair ile birlikte zirveye katılan ülkelerden, NATO birliklerinin Irak’ta güvenliğin tesisi için daha fazla görev üstlenmesini talep etti. Ancak bu öneri; Fransa, Almanya, Türkiye ve Rusya’nın tepkisiyle karşılaştı. Almanya ve Rusya ile birlikte ABD’nin Irak işgaline başından beri karşı çıkan Fransa, öneriyi en yüksek sesle reddeden ülke oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın sözleri oldukça sertti: “Irak’ı işgal etmenin NATO’nun görevi olduğunu zannetmiyorum.” Bölgeye yapılacak bir NATO müdahalesinin yersiz ve gereksiz olacağını belirten Chirac’ın ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da ABD ve İngiltere’nin NATO’nun Irak’ta daha geniş rol oynaması gerektiği görüşüne yönelik Türkiye’nin endişelerini dile getirdi: “Üzerinde durduğumuz kavram, BM’nin Irak’ta oynayacağı roldür.” Almanya ve Rusya’nın da öneriye karşı çıkması üzerine Bush ve Blair hemen söylem değiştirerek yaşadıkları bozgunu örtbas etmeye çalıştılar. NATO’dan Irak’a yeni birlikler göndermesini beklemenin gerçekçi olmadığını ifade eden ikili, Irak hükümetinin rica etmesi durumunda NATO güçlerinin Irak ordusunun eğitimine yardımcı olmasını istediklerini açıkladı. Zaten Irak’ta 26 NATO üyesi ülkenin 15’inin askeri bulunuyor ve NATO, Polonya yönetimindeki bir tümene lojistik destek sağlıyor. Böylece NATO’nun oynayacağı rolü, güvenlikten ordunun eğitimine indiren ABD, Irak’ın 120 milyar doları bulan borçlarının yarıdan fazlasının affedilmesi önerisini de zirvede ağırladığı liderlere kabul ettiremedi. Chirac’a göre, Irak’a farklı muamele edilmesi diğer borçlu ülkelere haksızlık olacaktır.
Sea Island zirvesinde Irak konusunda aradığını bulamayan ABD, en büyük hayal kırıklığını şüphesiz Orta Doğu’yu demokratikleştirme(!) planlarında yaşadı. Bush hükümetinin Ocak ayında “Büyük Orta Doğu Projesi” olarak ilan ettiği ve Orta Doğu’da ekonomik reformların tamamlanmasını ve demokrasiye geçilmesini öngören girişim, hem Arap dünyasının hem Avrupa’nın muhalefetiyle karşılaştı. Girişimin zirveye “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde İlerleme ve Müşterek Gelecek İçin Ortaklık” başlığıyla gelmesi bile ABD’nin Ocak ayından beri yürüttüğü temaslar sonunda istediği noktaya gelemediğini gösteriyordu. Suudi Arabistan, Mısır, Tunus ve Fas liderleri davet edildikleri halde zirveye katılmayarak tepkilerini açıkça ortaya koydular. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in, bu girişimin “sanki bölge ve oradaki devletler yokmuş gibi” başlatıldığından şikayet etmesi, Bush’un Sea Island’da uzlaşma arayışına girmesinin ipuçlarını barındırıyordu. Orta Doğu’daki en önemli iki müttefiki olan Suudi Arabistan ile Mısır, aynı zamanda girişime en sert tepki gösteren bölge ülkeleri olduğu için Avrupa ile Türkiye’nin bu girişime vereceği destek ABD için büyük önem taşıyordu. ABD’nin bu girişimine yönelik Avrupa’nın ortak endişelerini yansıtan Chirac, Arap dünyasının demokrasi misyonerlerine değil, İsrail ile Filistin arasında uzun süredir devam eden mücadele benzeri çatışmaların sona erdirilmesine ihtiyaç duyduğunu söyledi. ABD’nin, model ülke olarak Orta Doğu’da reform projesinde hayati bir yer vermesi nedeniyle ilk defa G-8 zirvesine davet edilen Türkiye de kendi pozisyonunu ortaya koydu. Bush’tan “You are a great man” (Büyük adamsın) övgüsünü alan Başbakan Erdoğan, bölgede demokratikleşme sürecinin başlamasını desteklediklerini, ancak değişimin bölge içinden gelmesi gerektiğini belirtirken, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünün bölgenin en öncelikli sorunu olduğuna işaret etti. 9 Haziran’da yayımlanan ve oldukça ılımlı bir dille kaleme alınan Ortaklık Deklarasyonu’nda, Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya demokrasi çağrısı yapılarak, değişimin dışarıdan empoze edilmemesi ve ülkelerin farklılıklarının göz önünde bulundurulması ilkeleri yer aldı. Zirvede Afrika’yla ilgili olarak da, çatışmalarda kullanılmak üzere gelecek beş yıl içinde 75 bin kişilik Afrikalı barış gücünün G-8 ülkeleri tarafından eğitilmesi karara bağlanırken; liderler, AIDS aşısı bulunması konusundaki çalışmaları hızlandırmak için küresel bir atılım başlattılar. İran ve Kuzey Kore’nin nükleer faaliyetlerinden rahatsızlık duyan ABD’nin isteği üzerine, nükleer teknoloji sahibi G-8 üyeleri, uranyum zenginleştirme teknolojisinin önümüzdeki bir yıl boyunca başka ülkelere transferinin durdurulmasını kabul ettiler.
ABD yönetimi G-8 zirvesiyle birlikte, Ebu Garib skandalı yüzünden Amerika’nın iyice bozulan imajını düzeltmek, Irak’taki çatışma ortamını sona erdirmek ve Bush’un Kasım’da yapılacak seçimlerdeki rakibi John Kerry’nin eleştirilerini boşa çıkarmak için yeniden diplomasiyi kullanmaya başladı; yani oyuna döndü. ABD’nin 1975 yılında imzalanan ve komünist Avrupa ülkelerine insan hakları yükümlülükleri getiren Helsinki Sözleşmeleri’ni model alan Orta Doğu’da reform projesini hayata geçirmek için tek başına hareket edemeyeceği açıktır. Bu uzlaşma çabalarının sadece bir taktik mi olduğu, yoksa bir strateji değişikliğini mi yansıttığı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır.

Paylaş Tavsiye Et