Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Bush yönetiminin Rusya politikası
Ekrem Karakoç
RUSYA’NIN Irak politikası, parlamento ve başkanlık seçimlerinde muhalefete yönelik kısıtlamalar, Yukos olayı Washington’ın Rusya politikasını tekrar gözden geçirmesine neden oldu. Bu yılın Ocak ayında Colin Powell’ın Moskova’ya yaptığı gezi sırasında ve onun hemen öncesinde İzvestiya gazetesine yazdığı makalede Rusya’daki otoriter siyasî yapıyı diplomatik üslubu aşar şekilde eleştirmesi ABD-Rusya ilişkilerinin gerginleştiği yorumlarına yol açtı. Yorumların altında yatan temel sebep ise Bush yönetiminin Rusya politikasının Clinton yönetiminden farklı olması. Clinton yönetiminin tersine Bush yönetimi, Rusya’nın iç politikasıyla ilgilenmekten kaçınıyor. Bush yönetimi Çeçenistan’daki insan hakları ihlallerine ve Rusya’da piyasa kapitalizminin ortadan kaldırılarak devlet kapitalizminin yerleştirilmesine göz yumdu. Clinton döneminde başlatılan Rus sivil toplum örgütlerine aktarılan fonlara Bush tırpan vurdu. Yine önceki dönemde ağızdan düşmeyen Rusya’nın demokratikleşmesi de rafa kaldırıldı.
Bush 2000 yılı seçim kampanyasında Clinton yönetimini Rusya konusunda etkin bir politika izlememekle suçlayarak daha sert politika izlenmesini savunmuştu. Ancak Beyaz Saray’a yerleşmesiyle beraber beklenenin aksine Washington’un Rusya politikası daha yumuşak bir rota ve söylem takip etti. Yönetime gelir gelmez 1972 tarihli nükleer silahların azaltılmasını öngören ABM Anlaşması’nın değiştirilmesini, aksi takdirde anlaşmayı tek taraflı olarak iptal edeceğini açıklayan Bush yönetimi için Rusya’nın demokratikleşmesi önemini kaybetti. Kremlin’de Batı yanlısı bir iktidarın bulunması ve siyasî istikrarın devamlılığı demokratik bir Rusya’ya tercih edildi.
 
Nükleer Silahların Yayılmasının Engellenmesi
ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit edebilecek iki temel unsur var: Nükleer silahlar ve terörizm. Nükleer silahların, terör gruplarının ya da ABD’nin terörist devlet olarak ilan ettiği devletlerin eline geçmesi bu ülkeyi en çok kaygılandıran unsurların başında geliyor. Nükleer silahların istenmeyen ellere gitmesini önlemede kilit devlet ise Rusya.
1990’ların başında Rusya ve eski SSCB Cumhuriyetleri arasında yapılan anlaşmalar sonucu bu cumhuriyetlerin sahip olduğu nükleer silahlar şimdi Rusya’nın askerî üslerinde bulunuyor. Rusya’da Batı yanlısı olmayan grupların başa gelmesi ve bu silahlarla ABD’yi ve Batı’yı tehdit etmesi ya da bu silahların ülkedeki istikrarsızlık sonucu kontrol dışına çıkma ihtimali Batı’nın ve özellikle de ABD’nin Rusya konusunda izlemiş olduğu ince ve hassas politikaların temelini oluşturuyor.
Bush yönetimi uluslararası alanda Moskova’nın desteği karşılığında Rusya’nın iç politikasına karışmıyor. Powell’ın Rus siyasetine yönelik eleştirilerinin temel nedeni, Rusya’nın Fransa ve Almanya’nın başını çektiği ABD karşıtı muhalefete verdiği destek. Daha az önemli olsa da diğer bir faktör, Rusya petrol sektöründe Kremlin’in izlemiş olduğu politikalar sonucu milyonlarca dolar kaybeden petrol şirketlerinin Bush yönetimine baskısı idi.
 
İki Ülkenin Vazgeçilmezi: Enerji
ABD’yi tehdit edebilecek sayıda nükleer silahlara sahip tek ülke 5 binden fazla nükleer başlıklı füzeleriyle Rusya. ABD için nükleer silahların yayılmasının durdurulması kadar önemli bir diğer konu da enerji. 2003 yılı itibariyle ABD’nin tükettiği petrolün %53’ü ithal. Bunun çoğunluğu Kuzey Denizi, Latin Amerika ve OPEC üyesi olmayan diğer ülkelerden gelmesine rağmen Orta Doğu petrolü Amerika ve dünya ekonomisi için hayati önem taşıyor. Dünya petrol rezervlerinin çoğunun bu bölgede bulunmasının yanı sıra petrol piyasasının elastiki yapısı Orta Doğu petrolünün değerini artırıyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın içinde bulunduğu siyasî istikrarsızlık petrol piyasasını ve ABD başta olmak üzere dünya ekonomisini altüst edebilir. Petrol fiyatlarında dalgalanmanın önüne geçebilecek kaynaklar ise Rusya’da ve onun nüfuz alanındaki ülkelerde bulunuyor.
Bush yönetiminin ‘Ulusal Enerji Politikası’, ABD’nin Orta Doğu petrollerine bağımlılığının azaltılmasında Rusya ve Hazar Denizi petrollerine özel önem atfediyor. Buna göre, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %10’una sahip olan Rusya ile ilişkileri bozmamak ve bu ülkeyi üretimini artırmaya teşvik etmek önemli. Bu politikanın bir devamı olarak, 2004’ün ilk altı ayında ABD Enerji Bakanı Spencer Abraham’ın yaptığı iki Moskova ziyaretinin temel konuları Rusya’dan Alaska’ya kurulacak 150 milyar dolar hacimlik petrol boru hattı ile Rusya’nın petrol üretimini artırması ve Rus petrol sanayiinin Amerikan şirketlerine açılması idi. Amerikan şirketlerinin Rusya’daki petrol üretimine ortak olması ile Batı’ya enerji akışını garanti altına almak ve Rusya’nın Batı enerji pazarına hükmetmesini engellemek isteyen ABD bu konuda Kremlin’e baskılarını sürdürüyor.
Ancak Irak konusunda içine düştüğü çıkmaz Bush yönetimine, Amerikan petrol şirketlerinin taleplerini şimdilik geri plana ittiriyor. Kremlin’in devlet kapitalizmine dönmesinin sembolü olan Yukos meselesinde ABD’nin izlediği yumuşak politikaların nedeni, NATO’nun genişlemesi ve Irak sorunu gibi daha hayati meseleler. Ancak petrol şirketleri ile yakın ilişkileri bulunan Bush yönetiminin tekrar seçilmesi durumunda petrol şirketlerinin baskısına uzun zaman dayanamayacağı sanılıyor. Özellikle Yukos’ta olduğu gibi devletin özel mülkiyete el koymasını engelleyici düzenlemeler öncelikli hedef olacaktır.
Öte taraftan Kremlin’in, Batı’nın enerji ihtiyacını karşılayabileceğine dair teklifleri ABD ve Avrupa tarafından ihtiyatla da olsa kabul görmüş durumda. Rusya petrol ve gaz politikası ile hem ekonomisini geliştirmek, hem de uluslararası alanda gücünü artırmak istiyor. ABD’nin Hazar petrollerinin Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından Batı pazarına aktarılması konusundaki baskısı Rusya’nın özellikle Avrupa enerji pazarına hakim olmasını engellemek istemesinden kaynaklanıyor. Kısaca ABD bir taraftan Rusya’nın enerji politikasını desteklerken, diğer taraftan Batı’nın Rusya’nın enerji tekeline muhtaç duruma düşmesini engellemeye yönelik politikaları sürdürüyor.
Gayri Safi Milli Hasılası ABD’nin GSMH’sinin %3’üne tekabül eden, ekonomisi petrol ve petrol ürünlerinin ihracına dayanan, askerî açıdan da ABD’nin bir hayli gerisinde bulunan Rusya’nın ABD’ye rakip bir süper güç olarak ortaya çıkması zor gözüküyor. Ancak sahip olduğu nükleer silahlar, BM’deki veto hakkı ve jeopolitik konumu Rusya’yı ABD dış politikasında öncelikli bir konuma sokuyor. ABD havuç verme taktiğini uygulayarak Soğuk Savaş döneminden yaralı olarak çıkan ayıyı hem evcilleştirmeye, hem de ininde tutmaya çalışmaktadır. Bu konuda da şimdiye kadar oldukça başarılı olduğu söylenebilir.

Paylaş Tavsiye Et