Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
John F. Kerry: Eski mahalleye yeni muhtar
Hasan Kösebalaban
2 KASIM’DA yapılacak Amerikan başkanlık seçimlerine yaklaşılırken kamuoyu araştırmaları Bush’un Irak’taki kanlı Nisan ayında başlayan inişinin sürdüğünü gösteriyor. Oysa son dört ay boyunca Amerikan ekonomisi tekrar canlanma sürecine girmiş, işsizlik oranlarında büyük oranda düşüş eğilimi başlamıştı. Anlaşılan o ki Amerikalı seçmen bu defa ekonomik göstergelerden çok, dış politika karnesine bakarak verecek kararını. Ancak Bush’un seçimlerdeki muhtemel rakibi John F. Kerry, oyları kendi hanesine yazdırmayı beceremiyor. Kerry’nin siyasete dinamizm katamayan zayıf performansının dış politikaya yeni bir bakış açısı getirememesi seçmeni tereddüt sahibi yapıyor.
Kerry seçilmesi halinde John F. Kennedy’den sonra Amerika’nın ikinci Katolik başkanı ve ikinci JFK’sı olacak. Kerry, kürtaj, eşcinsel hakları gibi tartışmalı sosyal konularda bağlı olduğu kilise de dahil muhafazakar ve dini çevreleri kızdırıyor. Bu nedenle Bush’un etrafını saran ve dış politikaya etki yapan dini muhafazakar çevrelerin etkisinin onun üzerinde olmayacağı düşünülebilir. Ancak Kerry, gençlik yılları, aile bağları ve Washington’daki uzun siyasî geçmişiyle siyasî sistemin tam ortasından gelen bir isim.
Demokrat Parti’nin ön seçimlerinde kendisine daha önce fazla şans verilmeyen Kerry’nin öne çıkış nedeni hiç kuşkusuz Howard Dean’in medya tarafından çökertilmesiydi. Dean valilik yaptığı küçük Vermont eyaletinden, Amerikan siyasî sisteminin dışından gelen, Irak Savaşı’na yönelik sert çıkışlarıyla tanınan özellikleri sebebiyle gençlerin ilgi gösterdiği dinamik bir siyasetçi olarak yükseldi. Dean, siyasetten uzak kalan bu genç kitleleri internet yoluyla organize etmiş, Demokrat Parti tarihinde en fazla kişiden bağış toplayabilen aday adayı olmuştu. Ancak Amerikan siyaset geleneğinin eskimiş unsurlarından biri olan ön seçimlerin önce Iowa ve New Hampshire eyaletlerinde yapılması Dean’in en önemli dezavantajıydı. Bu eyaletler demokrat kimliklerinden daha çok beyaz, iyi gelirli ve sosyal muhafazakar kimlikleri ön planda olan bir seçmen kitlesine sahipti. Medya bu iki eyaletteki ön seçimlerden önce devreye girdi ve genel olarak sağa meyleden Amerikan siyasî yelpazesinde Dean’in Bush’a karşı “seçilebilirliğini” sorgulamaya başladı. Neticede Dean Iowa seçimlerini ikinci sırada tamamladı.
John F. Kerry’nin arka sıralardan başladığı yarışı nasıl önde kapatıp Bush’a rakip hale gelebildiğini, bu süreci yakından izlemeden anlayabilmek mümkün değildir. Musevi kökenli eşi bile Dean’in, sistemin gözüne girmesine yetmemişti. Ancak Kerry’nin tercih edilmesinin nedeni sağcı referansların geçerli olduğu Amerika’da, Bush’a karşı daha kolay seçim kazanabilir olarak değerlendirilmesiyle, yani göreceli olarak “seçilebilir” olmasıyla açıklanabilir mi? Senatoda Irak Savaşı’na evet diyen Kerry, Bush’un en zayıf olduğu ve sürekli kan kaybettiği Irak konusuna öldürücü darbeler indiremiyor. Vatanseverlik Kanunu’na evet diyen Kerry, Amerika’da giderek azalan sivil haklar konusunda duyarlı çevreleri yeterince ikna edemiyor. Dış politikadaki farkını, Bush yönetiminin tek taraflı politikalarına bağlayan Kerry, Bush’un son aylardaki diplomatik manevralarına karşı manevralar geliştiremiyor. Bush’un Birleşmiş Milletler’e tekrar dönmesinden, G-8 ve NATO Zirvelerini harekete geçirmesinden sonra iki aday arasındaki fark detaylarda saklı hale geldi.
John F. Kerry, George W. Bush’la üniversite yıllarından arkadaş. Her ikisi de Yale Üniversitesi’nin ünlü gizli öğrenci örgütü Skull and Bones (Kafatası ve Kemikler)’a üye. Kerry’nin seçim kampanyası sözcüsüne bu örgüt hakkında sorulduğunda, “John Kerry’nin bu konuda söyleceği bir şey bulunmuyor, üzgünüz” demişti. Skull and Bones ilerleyen yaşlarda Amerikan sisteminde çok önemli konumlara yükselecek öğrencileri bir araya getiren bir öğrenci kulübü. Elit Amerikan üniversitelerinde bu tür öğrenci kulüpleri mezuniyetten sonra üyeleri arasında sosyal mobilizasyon dayanışması görevi görüyor. Böylece dersleri iyi gitmeyen öğrenciler bile sonraki yıllarda Amerikan başkanlığına kadar çok önemli konumlara gelebiliyorlar. Bush’un bu yılki Yale mezuniyet töreninde yaptığı espiri anlamlıydı: “Çok üstün derecelerle mezun olan öğrencilere tebriklerimi sunmak isterim. C’yle mezun olan öğrenciler de üzülmesinler. Siz de bir gün Amerikan başkanı olabilirsiniz.”
Vietnam Savaşı yıllarında Kerry ve Bush’un kaderleri ayrılıyor. Zorunlu askerlik döneminde Kerry Vietnam’a giderken, Bush’un farklı şekillerde bu görevi yerine getirdiği söylentisi yaygın. Kerry bu savaştan üç yarayla evine döner dönmez, savaş karşıtı hareket içinde yerini alıyor. Kerry’ye göre, Amerika’nın Vietnam’a müdahalesi haksız ve ikiyüzlüdür; Vietnamlılar komünizm için değil, kendi bağımsızlıkları için Amerika’nın bu ülkeye müdahalesinden çok daha önce başlattıkları bir savaşı devam ettiriyorlar. Kerry, Vietnam karşıtı gösterilerde en ön saflarda bulundu. Senato Dışişleri Komitesi savaş hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için davet ettiğinde, Kerry çok etkili bir şekilde savaş aleyhtarı düşüncelerini söylemiş, bu performansıyla Nixon’ın dikkatini çekmişti. Nixon, Kerry’yi tehlikeli, zeki ve fırsatçı biri olarak niteliyordu. Savaş karşıtı eylemleri nedeniyle Kerry polis tarafından gözaltına alınan gençler arasında bulunuyordu. Kerry’nin dış politikadaki liberal tek siyasî eylemi de bu. Kerry daha sonraki yıllarda merkeze yaklaşıyor ve giderek Senato Dış Politika Komitesi gibi çok önemli mevkilerde bulunuyor. Ayrıca Kerry’yi merkeze daha da bağlayan bir gelişme Teresa Heinz ile 1995’te yaptığı evlilik. Bayan Heinz çok yakın bir zamana kadar tıpkı 1991 yılında bir uçak kazasında hayatını kaybeden eski Senatör John Heinz gibi Cumhuriyetçi Parti’nin üyesiydi. Heinz ailesi dünyanın en büyük domates imparatorluğunu yönetiyor.
Kerry’nin Cumhuriyetçi Parti’nin görüşlerine yakınlığını gösteren bir başka gelişme de başkan yardımcılığına adaylık için John McCain’e teklifte bulunmasıydı. Ancak Bush’un yeniden seçilmesi halinde dört yıl sonraki seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’den aday olması beklenen McCain’in siyasî hesapları ya da içindeki muhafazakar damar ona Kerry’nin teklifini reddettirdi ve Bush’a olan tam desteğini ifade ettirdi. McCain’in kendi siyasi hesapları bir yana, burada asıl ilginç olan Kerry’nin bir numaralı başkan yardımcısı adayı olarak Cumhuriyetçi Parti’den bir adayı, üstelik McCain gibi sistemin tam ortasından bir ismi göstermesidir.
Kerry bir senatör olarak önüne konulan bütün önemli kanun tasarılarında Bush yönetiminin yanında yer aldı. Özellikle 11 Eylül’den sonra Senatör Kerry, Amerika içinde sivil haklara önemli ölçüde sınırlama getiren Vatanseverlik Kanunu (Patriot Act) ve Irak Savaşı gibi birçok önemli konuda Bush yönetimini destekledi. Irak Savaşı’nın artık Amerika içinde popüler olmadığı şu sıralarda dahi Kerry savaşın hatalı olduğunu söylemekten çok, yürütülme biçiminin hatalı olduğunu vurguluyor.
Kerry’nin izleyeceği dış politikanın asıl hatları itibarıyla Bush’unkiyle aynı, ancak üslup ve yöntem bakımından farklı olacağını kestirmek zor değil. Kerry dış politikada yeni-muhafazakarların tek başına imparatorluk fikrinden uzaklaşarak, çok-taraflı (multilateral) çizgiye yaklaşan, realist bir çizgi vadediyor. Kerry’nin oldukça yakın olduğu dış politika üretim merkezlerinden Council on Foreign Affairs’te yaptığı birçok konuşma incelendiğinde, düşündüğü stratejik çizginin ulusal güvenliğe ağırlık veren ve ulusal güvenlik çıkarlarıyla örtüştükleri sürece başka ülkelerdeki rejimlerin niteliğiyle ilgilenmeyen klasik Soğuk Savaş diplomasisi olduğu aşikar. Reagan ve baba Bush döneminde Amerikan dış politikasındaki temel ilke buydu. Bu anlamda Kerry, uluslararası kurumlara ve anlaşmalara önem veren liberalizme yakın duran Clinton’dan da, uluslararası kurumları dışlayan ve tek başına Amerikan emperyalizmini hedefleyen yeni-muhafazakar ve ahlakçı Bush yönetiminden de farklı geleneksel realist diplomasiyi harekete geçirecek.
Kerry döneminde daha az müdahaleci bir Amerikan dış politikası beklense bile Amerika’nın Bush döneminde gerçekleştirdiği askerî yığınağın eritilmesini beklemek hayalcilik olur. Kerry Amerika’nın Orta Doğu’da ve Orta Asya’daki stratejik varlığının devam etmesine karşı değil. Bu noktada özellikle Irak ve Suudi Arabistan, Kerry döneminde de Amerika’nın başını ağrıtmaya devam edecek. Kerry’nin Irak’tan tamamen çekilmek yerine, işgali uluslararası hale getirmenin yollarını daha fazla zorlaması bekleniyor.
Kerry döneminde de Amerika, İsrail yanlısı politikalar izlemeyi sürdürecek; zira bu politika Amerika’nın milli çıkarlarından daha çok kendi içindeki yapısal nedenlerden kaynaklanıyor. Demokratlar için Musevi lobisine yakınlık ve Musevi oylar, özellikle New York eyaleti açısından Cumhuriyetçiler’e göre daha hayatî bir konu. Kerry bütün konuşmalarında İsrail’in yaşama hakkından dem vurarak Filistin tarafına yükleniyor. Bush’un İsrail’in halen işgal altında tuttuğu ve BM tarafından işgal altındaki topraklar olarak kabul edilen toprakların bir kısmını elinde tutabileceğine dair beyanatı tarihte bir Amerikalı başkanın İsrail’e verebileceği en güçlü destekti. Kerry bu beyanatı eleştiri konusu dahi yapmadı ve siyasî olarak bunu yapabilecek gücü de bulunmuyor. Kısacası Amerika’nın içindeki bu yapısal nedenler değişmeden Amerika’nın İsrail politikasında bir değişiklik beklemek zor.
Şayet Kerry özellikle Irak Savaşı sırasında çatlayan Atlantik İttifakı’nı tamir edebilirse kendisini başarılı sayabilir. Ancak Avrupa ile Amerika arasındaki rekabetin kökleri Bush’un işbaşında olmasından daha çok Avrupa’nın bir güç olarak sivrilmesinde yatıyor. Kerry Avrupa’yı tekrar eski rayına sokabilir, yani Amerikan güdümünde bir ekonomik ortak pazar olmaya ikna edebilirse Atlantik İttifakı eski güzel günlerine dönebilir. Aksi durumda, Amerika’nın başında kimin olduğu sorusu önemli olmayacak.
Kerry kendisine oy verecek birçok Amerikalı için bir cazibe merkezi değil. Birçok kişi sadece Bush’tan kurtulmak için ona oy verecek. Demokrat Partililer bu ortamda başka bir adayla Amerika’da seçim kazanamayacaklarını, Kerry’nin detaylarda gizli farklılığının şimdilik yeterli olduğunu vurguluyorlar. Amerika’daki iki partili sistem ve “seçilebilirlik” endişesi, seçmenin önündeki alternatifleri ortadan kaldırıyor.

Paylaş Tavsiye Et