Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Yağmur duaları ve kozmik tasavvur
Nazife Şişman
NİSAN ayı geçti. Şehrin karmaşası, kendimizi Nisan yağmurlarına bırakmamıza izin vermedi. Ama hafızam beni çocukluğumdaki Nisanlara, yağmurlara ve yağmur dualarına götürdü. Sadece birkaç fotoğraf karesiyle birlikte muhafaza edilen bir imajdır muhayyilemde yağmur duası: Meleyen kuzular, ilahi söyleyen çocuklar ve su gözesine atılan taşlar. Bunları ya bizzat yaşadım ya da bana anlatılanlar o kadar canlı idi ki hafızama nakşetmiş olmalıyım. Tablonun netleşmesi ve zenginleşmesi için büyüklerden tamamlamam gerekti eksik noktaları.
Yağmur duası için gün kararlaştırır komşu köylerin ileri gelenleri. Yedi köy, çoluk çocuk yağmurun ön habercisi gibi adeta yağar Yağmur Baba yatırının bulunduğu orman içindeki düzlük araziye. Kız çocuklar hariç, kadınlar yer almaz kalabalık içinde. Çünkü onlar ayrı bir gün sadece kadınlar olarak ziyaret etmişlerdir yatırı. Topluluk, dualarının müstecab olması için öncelikle cemaat olmalıdır; kuru kalabalık değil. Hacet namazı kılınır kurumuş otlar ve çatlayan toprak üzerinde. Yeryüzü mescid olur o anda. Cemaatin dualarına kuzular da meleyerek katılır. Onlar da ibadete katılır tekvînî hidayet (yaratılışın keyfiyeti) gereği. Yaratılmış olan her şey O’nu tesbîh eder. Teklifî hidayete tabi olan insanlar da bu tesbîhata küçük taşlar toplayarak katılırlar. Her bir küçük taş parçası üzerine okunur Allah’ın ismi. Çuvallara doldurulan tesbih taşları kah omuzlarda, kah eşek üstünde taşınır civarın tek kurumayan su kaynağına. Dualar ve ilahiler eşliğinde. Çocukların sesi daha çok çıksın istenir masumların duasının geri çevrilmeyeceği ümidiyle.
Tesbihatla toplanan taşlar dualarla dökülür Kazanpınar denilen su gözesinin akarına. Bu esnada yakılan ateşler üzerine kazanlar oturtulmuş, pilavlar pişirilmiştir. Kurbanlık kuzu bağışlayan bir hayırsever varsa o yıl, cemaat daha bir şenlenir. Yenilir, içilir, her şey için şükredilir Yaradan’a. Yerden göğe yükselen yakarışlar asla geri çevrilmez ve her yağmur duası sonrası, sağanak halinde değilse bile çiseleyen rahmetle semadan arza uzanır yardım eli.
...
Hannah Arendt, modernleşmeyi belirleyen etkenler arasında sayar teleskopun icadını. Çünkü yeryüzünün doğasını, evrenin bakış açısından ele alan yeni bir bilim ortaya çıkmıştır bu sayede. Aslında teleskop icat edildiğinde etkisinin bu denli büyük olacağı herhalde tahmin edilmemişti. Ama evrenin merkezinin dünya değil de güneş olduğunun düşünülmeye başlanması, Batılı insanın kendini algılayışı üzerinde çok büyük bir etki yaratır. Fizik bilimdeki bir icadın, zihniyeti ve insanın yeryüzündeki varoluşuna ilişkin algıyı etkilemesinin ardında yatan en önemli nedenlerden biridir kilise-bilim-iktidar ilişkisi. Newton fiziksel dünyayı mekanik bir yapı olarak kurduğunda, Tanrı bu fizik dünyanın tamamen dışında kalır. Descartes’ın cogito’suyla birlikte, ‘düşünüyorum, o halde varım’ diyen insan, düşünceyi varlığa önceler. Yani insan düşüncesi, dolayısıyla insan, her şeyin mihenk taşı olur.
Müslümanlar, fizik dünya ile ilgili herhangi bir keşif veya icadın, tasavvurlarında ontolojik manada bir değişikliğe izin vermeyeceği bir ilim anlayışına sahiptir. Zira ilim, Batıda kilise ve ruhban sınıfında görülenin aksine bir dinî iktidar alanı değildir ki, ilmin el değiştirmesiyle dinî ve ontolojik tasavvur tamamen değişsin. Diğer taraftan bir Müslüman için, makulât düzeyindeki fizik dünya, her daim oluş halindedir. Kainatın merkezinin dünya ya da güneş olması; Mars’ta hayatın varlığı ya da yokluğu, Kelâmî manada bir problem teşkil etmez.
Varoluşun dikey bir boyutu vardır. Ve bu boyutun en üst noktasında Yaratıcı yer alır. En altta yer alan fizik dünya ve onun bilgisi, sadece kişiyi bir üst düzeye taşıma işlevine sahiptir. Bu nedenle dağların sabitliği, gökten inen yağmurun kuru tohuma hayat verişi, semanın direksiz duruşu birer ‘ayet’ olarak zikredilir Kur’an’da. Sıradan gibi görünen en basit fizik olaylar bile kutsiyet taşır. Melekût alemi, klasik alimlerin şehadet alemi dediği fizik dünyanın dışında değildir; onunla iç içe ama hiyerarşik olarak onun üstündedir.
Bu ne demektir? Bu, her bir kar tanesini, bir meleğin yeryüzüne indirdiği şuuruna sahip olmak demektir. Gök gürlediğinde hemen kelime-i şehadet getirir bu şuura sahip olanlar. Çünkü hayret ve korku duyarlar. Sadece eksi ve artı yüklü iki bulutun çarpışması değildir gök gürültüsü onlar için. Bu dünya böyle devam edip gidecek değildir. Sonun habercisi olabilir bu ses. Bu nedenle fizik dünyaya ait bir olay, onları öte aleme bağlar hemen. Yeryüzündeki varlıklarının geçiciliğini ve Yaratıcı’nın azametini hatırlarlar bu vesileyle.
Böyledir. Ama neden, mesela yağmurdan bahsederken, bulutlardan, iyonlardan, şimşek ve yıldırımdan bahsediyor da; bunların ötesine, bir üst varlık alemine işaret eden bir dil kullanamıyoruz? Astronomik olayları, tamamen ‘tabiat olayı’ diliyle anlatır buluyoruz sürekli kendimizi. Kilometrekareye düşen yağmur miktarından, asit yağmurlarından, yağmur ormanlarından, küresel ısınmadan, oldukça ‘seküler’ bir muhtevayla bahsetmiyor muyuz? Hatta doğal afetleri, ‘helâk’, ‘ibret’ gibi bir terminoloji ile dile getirmek, ideolojik veya irticai bir tavır olarak değerlendirilebiliyor. Neden?
Çünkü “modern insan hayret duygusunu kaybetmiştir” der Seyyid Hüseyin Nasr. Bunun nedeni ise kutsallık duygusunu kaybetmesidir; ilahiyatın yerine modern bilimi koyması ya da Müslümanların daha sık yaptığı gibi, bu ikisini birbirinden tamamen ayrı tutup sekülerleştirmesidir bakışını. İki yüzyıldır yaşadığımız gerilik hissinin ve terakkîyi sağlayacak olan şeyin modern bilim olduğu kanaatinin de etkisiyle, modern bilimsel indirgemecilik, akidevî manada problem oluşturacak bir düzeye gelmiştir biz Müslümanlar için. O nedenle yağmur duasının faydasızlığından, hatta abes oluşundan bahsedilebilmekte ve bu konuda yapılabilecek tek şeyin modern bilimsel çerçevede yağmur bombası atmak olduğu söylenebilmektedir.
Bu durumda, asit yağmurlarını, küresel ısınmayı göz ardı etmek değil önerimiz. Ve fakat, yağmurun ‘rahmet’ olduğu, duanın ‘bereket’e vesile olduğu bilgisini de bu fizik bilgiye katmak. Zira inancın kendisi bilgiden ayrılabilir olmadığı gibi, alem biz Müslümanlar için, yalnızca fizik görünüşünden ibaret de değildir. Gerçeklik hiyerarşik bir yapıya sahiptir ve fizik dünya, bu hiyerarşinin alt basamaklarında yer alır. Alt basamaktaki görüntüye takılıp yüceleri ihmal edenler, ‘ziyana uğrayanlar’dan olur.

Paylaş Tavsiye Et