Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
“Mahalle”nin eli kanlısı yakayı ele verdi
M. Mücahit Küçükyılmaz
RİVAYETE göre, Haccac-ı Zalim namıyla meşhur Irak valisi Yusuf’a bir ihtiyar: “Ey Emir!” der, “Halife Ömer de sertti; fakat zalim değildi. Niçin sen de onun gibi olmuyorsun? Haccac şöyle cevap verir: “Siz Ömer’in tebaası gibi olun; ben de size karşı Ömer olayım.”
Haccac’dan 1300 küsur yıl sonra aynı topraklarda hüküm süren Saddam Hüseyin et-Tikritî de, doğduğu yerin hemen yakınındaki el-Hadra çukurunda yakalandığında, benzer sözler sarf ediyordu: “Ben sert; ama adil bir lider(d)im.” Onun adil olup olmadığı tartışmaya bile değmeyecek bir husus elbette; ancak Saddam’ın sertliği denince keskin bir ayrımdan söz etmek gerekiyor. 1968’den 79’a kadarı perde arkasında olmak üzere, 2003’te son bulan 35 yıllık iktidarında, et-Tikritî hep “mahalle sakinleri”ne karşı sert, gaddar; dışarıya karşı ise itaatkâr ve uysal oldu. Velinimeti sayılabilecek Hasan el-Bekir’i 1979’da devirdiği darbeden sonra ülkede muhalefeti “temizleme” harekatına girişirken; bir yandan da Faysal, Gazi, II. Faysal, Kasım ve Arif kardeşlerin başaramadığını yapmaya koyuldu: Irak çorbasından bir ulus inşa etmek. Bunun için önce ülke çapında bir halkla ilişkiler kampanyası düzenledi. 20 Haziran 1980’de yapılan göstermelik seçimle doruğa çıkan popülist kampanya boyunca Saddam, gazeteler ve televizyonda özel telefon numarasını vererek, şikayeti olanların aramasını istiyor; caddelerde halkla iç içe boy gösteriyordu. Irak liderinin üstün vasıflarını ve “laik, sosyalist, milliyetçi, demokratik” Baas ideolojisinin kuşatıcılığını öven, beş dilde yazılmış (Arapça, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Japonca) broşürler, kitaplar, afişler, hediyeler dağıtılıyor; Orta Doğu’daki sivil kuruluşlarla ilişkiye geçilip propagandalar yapılıyordu. Saddam’ın resmî biyografisi “Uzun Günler” de, o sıralarda yazıldı ve dağıtıldı. Uluslararası alanda da, örneğin New York Times’a reklamlar veriliyor; Irak lideri, Hammurabi, Nabukednezar, Haccac, Harun Reşid ve Tikrit doğumlu Selahaddin Eyyubi imajlarının bir bileşeni olarak sunuluyordu. Diğer yandan, bütün ülkede bir kalkınma hamlesi başlatılmış; 1973 ve 79 petrol şokları sonrası gözde hale gelen Irak, hızla zenginleşme sürecine girmişti. Ancak, Mezopotamya’da işlerin yolunda gitmesi fazla sürmedi. Humeyni’nin, devrimi ihraç etmesinden çekinen ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğini alan Saddam, 17 Eylül 1980’de kameraların karşısına geçerek, Şah Pehlevî ile 1975’te imzaladığı anlaşma kağıdını paramparça etti ve 5 gün sonra da Abadan rafinerilerini bombaladı. Batılı devletlerin Basra Körfezi’ndeki tankerleri açık denize demirleyerek İran’ın teslim olmasını beklemeye başladılar. Galibi olmayan savaş ancak 1988’de bittiğinde Irak 500 bin, İran ise 1 milyon insan kaybetmişti. Silah için 50 milyar dolar borçlanan Saddam, 35 milyar dolar da Irak hazinesinden harcamıştı. Irak diktatörü, savaş boyunca kendisiyle görüşen Donald Rumsfeld’ın temsilcisi olduğu GD Searl ilaç firması başta olmak üzere, American Type Culture Company, Hewlett Packard, Tektronix, Matrix Churchill, ATT, Caterpillar, Dow Chemical, Kodak, IBM ve Hughes gibi silah ve teknoloji firmalarından aldığı malzemeyi bu kez intikam için kullanacaktı. Mart 1988’de yeğen “Kimyasal” Ali Halepçe’de, İran’ı destekleyen Kürtlerin üzerine kimyasal bomba yağdırdı; 5 bin sivil anında can verdi. Oysa Saddam, Fransızlara yaptırdığı Osirak Nükleer Reaktörü’nü 1981’de bombalayarak yerle bir eden İsrail’e karşı kılını bile kıpırdatmamıştı.
Ekonomik bakımdan iflasını ilan eden Saddam, OPEC üyesi Arap ülkelerini haraca bağlamaya kalkarak hepsinden 10’ar milyar dolar talep etti. Ardından Kuveyt’i, Irak petrolünü çalmak ve petrol fiyatlarını düşürmekle suçlayarak es-Sabah ailesinden acilen 2,4 milyar dolar istedi. Mahallenin hakiki delikanlılarından Hüsnü Mahalli, çukurdaki yeşil hurma dallarının bahar mevsimine ait olduğunu fark ederek, Saddam’ın 2003 yılı Mayısında ele geçirilmiş olduğunu iddia etse de, onun asıl çukura girişi 2 Ağustos 1990’da, Kuveyt’e girmesiyle oldu. Kullanım tarihinin dolduğuna hükmedilen eli kanlı diktatör, ABD ve müttefiklerince ablukaya alınarak 32 ve 36’ncı paraleller arasına sıkıştırıldı ve o andan itibaren gölgesiyle konuşur oldu. Irak, Saddam için artık bir hapishaneydi; ancak o, gaddar bir koğuş ağası misali, Kürtler, Türkmenler, Şiiler ve hatta kendisine “ihanet” eden aile çevresi için bir Haccac ve Stalin olmayı sürdürdü.
Ta ki kameralar karşısında biti ayıklanıp dişlerine bakılarak küçük düşürülünceye kadar sürdü bu oyun. İmaj çağının sahipleri medyatik bir gösteriyle eli kanlı kurbanı sahneye çıkardılar. Mahalleli, kurbandan tiksindiği kadar onlardan da tiksiniyordu; fakat kurbanı acımayla karışık bir bakışla izledi. “Delilik” vardı onda, “kanlılık” da vardı; ancak bu iki özellikten bir “delikanlı” terkibi çıkmadı ortaya. Saddam, mahallenin eli kanlısı olmayı seçti ve sahiplerine zararı dokunmaya başlayıp hizmeti hitama erince, “sayyâd-ı bî insaf” tarafından ipi çekildi. Ne ki, olan olmuş; mahalle elden gitmişti.

Paylaş Tavsiye Et