Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
2010’dan neler bekleyebiliriz?
İbrahim Öztürk
YENİ yıla girmekte olduğumuz şu günlerde acaba 2010 ekonomisinden neler bekleyebiliriz? Böyle bir tahminin papatya falı bakmaktan bir farkının olabilmesi için aslında elimizde güvenilir bazı verilerin bulunması gerekir. Geçen ayki analizde ortaya koyduğumuz gibi, bir yandan en azından son iki çeyrekte gelen küresel büyüme rakamları krizde dipten döndüğümüze dair güçlü sinyaller veriyor, öte yandan “göz göre göre ikinci bir dip” endişesini destekleyen bir balon ekonomisi de para ve emtia piyasalarında kendini gösteriyor. Dolayısıyla meşhur metafor ile söylemek gerekirse, tünelin ucundan gelen ışığın henüz mahiyeti netleşmiş değil.
Açıkçası geçen ayki endişeli yaklaşımımızı destekleyen yeni birtakım gelişmeler yaşandı. Dubai Borç Krizi ve hemen ardından, aslında “gerçek bir batış hikayesi” olarak okunması gereken Yunanistan Krizi geldi. Yine Ukrayna, İspanya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde birçok orta ve büyük ölçekli bankanın iflası gündemde. 2009’un son günlerinde “Ha gayret, yılı bitirelim” türünden kendini sıkan piyasaların, yılbaşı ile birlikte ipin ucunu bırakacağı bir süreç başlayabilir.
Krizden sonra IMF ile anlaşan 18 ülkenin durumu iyiye gitmiyor. Aralık ayının son haftasında özellikle Yunanistan ile Meksika’nın kredi notu düşürüldü. Meksika aldığı krediye rağmen 2009 yılında %7-8 civarında küçülecek gibi görünüyor. “Avrupa’nın hasta adamı” hüviyetindeki Yunanistan ise kurtarılmayı bekliyor. Kredi notu verilirken riskler bağlamında daha çok finansal istikrar unsurlarına bakıldığını hatırlatmak gerekir.
Türkiye ise büyük sermayeye ve IMF’ye boyun eğmedi ve kendi yağıyla kavruldu. Ardından da daha fazla rezil olmaya dayanamayan kredi derecelendirme kuruluşlarının olumlu notları gelmeye başladı. Devamı da beklenmeli. 2010 beklentilerini daha sağlam şekillendirecek olan bu notlar, Türkiye’ye hâkim olan sözde entelektüel iradeye teslim olmamamız gerektiğinin de bir işareti. Nitekim krizin başından beri Türkiye, bu aklı kendinden menkul iktisat elitine teslim olsaydı, bunlar basit bir komisyon karşılığında millete pabucunu ters giydirirlerdi. Haraç mezat IMF’ye ve büyük sermayeye ülkeyi peşkeş çekerlerdi. “Maaş pazarlığı filan yapmıyorum, kasa orada, ne kadar takdir edersen al” denilerek gazetenin başına getirilen adamın patron yalakalığından daha muteber bir mefkuresi olur mu? Elbette, Taraf gazetesinden Alper Görmüş’ün, geçen ay Anlayış dergisindeki röportajında vurguladığı, tam “bir ciltlik” ifadesiyle “hazcı bedende militer bir ruh” olarak karşımıza çıkar.
Gelelim 2010 yılının Türkiye açısından değerlendirmesine. Bir kere Türkiye, son çeyrek itibarıyla “küçülme süreci”ni bitirmiş olacak ve yıllık küçülme, tahminime göre %7,5 civarında olacak. Yani tabir yerindeyse “sıkı bir daralma” yaşayacak. Bu rakam Türkiye’yi dünyada en çok küçülen hatırı sayılır ilk üç ülke arasına sokacak. Şunu da not etmek gerekir ki, Avrupa’da işler yolunda gitmediği sürece Türkiye’nin şimdilik krizden çok hızlı çıkma şansı yok. Öte yandan, daha önceleri Avrupa’da işler yolunda olunca bu ilk önce Türkiye’ye yansırdı. Ancak şimdi Avrupa’nın Uzak Doğu ve Doğu Avrupa’dan Türkiye’yi ikame edecek paydaşları arttığından, sofra başında Avrupa’daki iyileşmeleri bizimle paylaşacak başka rakiplerimiz de olacak. Bu çok önemsenmesi gereken bir durum.
Bu koşullar altında Türkiye 2010 yılını elinden geldiğince etkin bir biçimde şekillendirmeye gayret ediyor. Bu bağlamda ilk önemli gelişme, 2010-2012 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program’ın Eylül ayında açıklanmasıydı. Mavi boncuk dağıtmak yerine, krizden çıkışın araçlarını, hızını ve kriz nedeniyle bozulan mali dengelerin hangi takvime göre yerine konulacağını açıklayan gerçekçi bir yol haritası sunan bu program, Türkiye’nin krizden çıkışta da bedel ödemeye devam edeceğini gösteriyor.
Orta Vadeli Program’ın içini doldurmak üzere iki gelişme bekleniyordu. Bunlardan biri 2010 yılı bütçesi, diğeri ise Hazine’nin 2010 yılı borçlanma takvimiydi. Aralık ayında bunlar da açıklandı. Borç döndürme oranı %100’ler gibi çok ciddi bir seviyeye çıkmış olsa da, bu programlarda da IMF türü bir koltuk değneği yok. Aynı yaklaşım Merkez Bankası’nın açıkladığı 2010 yılı Para ve Kur Politikası Programı’nda da sergileniyor.
Böylece uluslararası aktörler açısından atacağı adımları inandırıcı bir şekilde açıklayan ve belirsizlikleri gideren Türkiye, 2010 yılını enerji sektörüne ve reformlara odaklanma süreci olarak kullanacak. Avrupa’da para kıt olsa da, bir hayli yorulmuş olan sermaye, kalkışa geçen ve riski düşük Türkiye gibi bir avuç ülkeyi tercih edebilir.
Türkiye 2010 yılında %3,5 gibi bir büyüme hedefi koymuş durumda. Bu hedefin tutturulması hem mümkün hem de çok abartılacak bir şey değil. Hatta benzer ülkelerin büyüme performansına bakarak Türkiye’nin neden bu kadar mütevazı bir hedef koyduğunu bile sorgulayabiliriz. Bana göre bu oran aşılacak.
Ancak Türkiye’nin esas sorunu siyasi riskler. Siyasi risklerin nereye varacağını kestirmek, bırakın uzun vadeyi, “akşamdan sabaha kadar” bile zor. İşte Türkiye’nin elini kolunu bağlayan bütün zamanların en muazzam, on puanlık Ergenekon sorunu. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ giderayak ilk defa “demokrasi ve özgürlükleri ekonominin olmazsa olmaz şartı” olarak ağzına alabildi. Duyduklarım gerçek mi diye kendime bir çimdik attım!

Paylaş Tavsiye Et