Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Kapak
Toplum, “Demokratik Açılım”a hazır
Ali Aslan
TÜRKİYE’DE 1990’lı yıllarda ivme kazanan ve 2000’li yıllarla birlikte gerek içeride gerekse dış dünyada yaşanan siyasi ve toplumsal değişimlerle zirveye varan “millet” tartışmasında, son zamanlarda çok önemli gelişmeler yaşanıyor. “Millet” tartışması temelde devletin modern dönemde iktidarını ya da başka bir ifadeyle egemenliğini dayandırdığı halkın kimlik, değer ve çıkarlarını tam anlamıyla temsil edip etmediği sorunu etrafında şekilleniyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen her devletten “millet”i oluşturan tüm unsurları hem kültürel hem de maddi anlamda temsil etmesi bekleniyor. Bu temsiliyet konusunda sıkıntı yaşayan devletler, içeride toplumla çatışmaya, uluslararası alanda da demokratik uluslararası normlara uymadığı gerekçesiyle meşruiyet krizine giriyor. Bu noktada devletlerin önünde iki seçenek var: Ya “millet”in sınırlarını halkı daha iyi temsil eder bir şekilde yeniden belirlemek ya da “güvenlik ideolojisi”yle askerî yolları da devreye sokarak halktan gelen talepleri bastırmak. Türkiye’de son zamanlarda yaşanan en büyük gelişme, uzun süredir yürürlükte olan ikinci stratejinin çökmesi nedeniyle, merkeze diğer çözüm yolunun alınması, daha doğrusu alınmak istenmesi. Devlet-toplum ve iktidar ilişkilerinde yapısal ve bu sebeple büyük bir kırılma öngördüğü için bu adım, şiddetli tartışmaları da beraberinde getiriyor. Bir tarafta eski düzenin devamını savunanlar diğer tarafta ise reformun gerekli olduğunu düşünenler yer alıyor. Siyasi kutuplaşmanın zirve yaptığı bu dönemde halkın, sivil toplumun ve siyasi sistemin önemli aktörlerinin desteğini arkasına almak için bu iki grup çetin bir mücadele veriyor.
Bu bağlamda Türkiye’nin önemli araştırma kuruluşlarından SETA ve POLLMARK işbirliğiyle bir rapor hazırlandı. “Türkiye’de Kürt Sorunu Algısı” başlıklı araştırma, AK Parti hükümetinin “Demokratik Açılım” tartışmasını gündeme getirişinin hemen sonrasında, 7-15 Ağustos 2009 tarihleri arasında, Türkiye genelinde çok aşamalı örnekleme yöntemiyle belirlenen 601 köy ve mahallede 2.497 noktada farklı etnik kökenden toplam 10.577 kişinin katılımıyla, yüz yüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiş. Araştırmanın öne çıkan sonuçları şu şekilde:
Kürt meselesi, “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna verilen cevaplar içinde önceki dönemlere oranla daha fazla yer buluyor. “Sizce, Kürt sorunu Türkiye’nin önemli bir sorunu mudur?” sorusuna katılımcıların %55,3’ü “evet” cevabı veriyor; Kürt sorununun varlığına inanan Türklerin oranı %51,2 iken, Kürtler arasında bu oran %75,8’e çıkıyor. Kürt sorununun varlığına inanmayanların oranı ise %39,3. Fakat araştırmada, çalışmanın geneli ve bu bölümde sorulan diğer sorular hesaba katıldığında katılımcıların, Kürt sorununu reddetmekten ziyade sorunu Kürt değil de terör sorunu olarak görme eğiliminde oldukları vurgulanıyor.
Kamuoyu çözümün adresi olarak siyaset kurumuna işaret ediyor. Nitekim toplumun çoğunluğu (%71,1) Kürt sorununa ilişkin devletin yürüttüğü çözüm yöntemlerini başarısız buluyor; hükümetin TSK’nın da desteğiyle insiyatif almasını isteyenlerin oranı %64,5 iken, %25-30’luk bir kesim ise Kürt sorununu PKK ve teröre indirgeyerek çözüm için askerî yöntemlerin kullanılmasına destek veriyor.
Hükümetin açılım paketine ise toplumun %48,1’i destek verirken, bu oran Kürtler arasında %75,7 ve Türkler arasında %42,7 olarak gerçekleşiyor; kararsızların oranı ise %16,5’te kalıyor. Muhalefetin açılıma yönelik tavrına gelince, CHP’nin yaklaşımını toplumun %64’ü olumsuz bulurken, sadece %16’sı destek veriyor; MHP’nin tavrına %16’lik bir destek söz konusu iken, toplumun %62’si olumsuz bakıyor. DTP ise açılıma ilişkin tavrıyla CHP ve MHP’den daha başarılı bir tablo çizerek kamuoyunun %35’inin desteğini alıyor, karşısında da %41’lik bir oranı buluyor. Partilerin açılıma ilişkin tavırlarının kendi tabanlarından aldıkları destek ise şu şekilde: AK Parti %60, CHP %33, MHP %40. Böylece AK Parti’ye karşı yürütülen “bölücülük” eleştirisinin toplum tarafından kabul görmediği (%59,7), bunun hem Türk (%55,9) hem de Kürtler (%79,1) tarafından reddeddildiği sonucuna ulaşılıyor.
Bir arada yaşama konusunda toplumun tavrına gelince, Türkler ve Kürtlerin birbirlerine ilişkin kanaatleri olumlu (sırasıyla %57,1 ve %86,4). Türklerin %33,8’inin yakın akrabaları arasında bir Kürt var ve %69,9’u bir Kürt ile evlilik bağıyla akraba olmaktan rahatsız duymadığını belirtiyor; bu oranlar Kürtler arasında sırasıyla %67 ve %87,1. Arkadaşlık, komşuluk ve iş gibi diğer kategorilerde bu oranlar artan bir seyir izliyor. Buradan hareketle Türkler ve Kürtler arasında psikolojik mesafenin siyasi alanda ortaya çıkan ayrışmaya zıt bir şekilde oldukça küçük bir oran teşkil ettiği sonucuna varılıyor. 
Araştırmada %85’lik bir oranla toplumsal bütünlük algısını belirleyen ve etkileyen ortak değer, inanç ve tarih algısı gibi değerler konusunda, hem Türkiye hem de etnik köken bazında son derece yüksek bir toplumsal mutabakat olduğu görülüyor; Kürt sorununu ortaya çıkaran nedenler konusunda etnik gruplar arasında bariz bir farkın olduğu da vurgulanıyor.
Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak isteyip istemedikleri sorusuna ise toplumun %64,4’ü “evet” derken, “hayır” diyenlerin oranı %24,6’da kalıyor. “Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istedikleri” algısının Türkler arasında %71,3’ü bulmasının ise açılım çabalarının önündeki en büyük psikolojik bariyer olduğu ifade ediliyor. 
Öcalan, DTP ve Kürtler arasındaki ilişkide, katılımcıların %38,1’i DTP’yi tüm Kürtlerin temsilcisi olarak görürken, %50’lik bir oran DTP ile Kürtler arasında direkt bir temsiliyet ilişkisi kurmuyor. Yine katılımcıların %37,4’ü tüm Kürtler ve Öcalan/PKK arasında temsiliyet ilişkisi görürken, %50,11’i buna karşı çıkıyor. DTP ile PKK arasında organik bir bağın varlığına inananların oranı %78,7 iken, inanmayanların oranı sadece %7,1.
Sonuç itibarıyla, araştırmanın dikkat çekmeye çalıştığı en temel husus, “toplumsal aklın, politik mevzularda ayrı, gündelik hayata dair mevzularda ayrı işlediği”. Buradan da “bu ayrışmanın çözüm için iyi yönetildiğinde bir fırsat oluşturması” yani demokratikleşme konusunda toplumsal düzeyde önemli bir potansiyelin var olduğu sonucuna ulaşılıyor.

Paylaş Tavsiye Et