Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Kentsel dönüşümün düşündürdükleri
Evren Tok
KENTSEL dönüşüm günümüzde pek çok mekansallık ve zamansallığı bir arada düşündürtüyor. Yerel, kentsel, bölgesel, ulusal, ulus-üstü, küresel vs. farklı ölçeklerde konuşlanmış aktörler ve kurulmuş ilişki ağlarıyla (network) etkileşim halinde olan ve “dönüşen” kentin öncelikle nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koymak gerekiyor. Bu da kentsel dönüşüme yön veren siyasi irade ve dinamiklerin de kentsel mekanın bu yeni tanımlanışı etrafında düşünülmesini zorunlu kılıyor. Fuat Keyman’ın Radikal İki’de yayımlanan 8 Mart 2009 tarihli yazısında ifade ettiği gibi, bu yeni kent tanımı artık sadece yerel yönetimler ölçeğine indirgenemeyecek kadar karmaşık bir yapı arz ediyor. Ve kentsel mekan, özellikle neoliberal kentleşmenin yarattığı hegemonik söylem ve dönüşümün etkisiyle, gittikçe daha fazla ekonomik parametreler ve rekabet temelinde algılanıyor.
Oysaki kent sadece sakinlerine yaşam alanı sağlayan fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda mekanın sosyal olarak (yeniden) üretilişi ve diyalektiği bağlamında farklı ritimleri bir arada tutabilen, hareket ve karmaşanın; örgütlenme, yüzleşme ve meydan okumanın; kentsel mekanın kullanımı, planlanışı ve dönüşümünün yönlendirilmesine dair müzakerenin gerçekleştiği bir alandır. Kentsel mekan pek çok sosyo-mekansal ve sosyo-ekonomik ilişkinin, kültürel kodların yeniden tanımlandığı bir saha haline gelmektedir.
İşte kentin bu yeni tanımı etrafında, kentsel dönüşümün ekonomi politiği, sosyo-mekansal ve kültürel boyutları üzerine üç temel tespit yapılabilir: (1) Kentsel dönüşüm ve siyaset arasındaki ilişkinin asimetrik, çok boyutlu ve iki yönlü doğasının tanınması gerekliliği. (2) Kentin bu kapsayıcı tanımı üzerinden, kentsel dönüşümün ekonomik çıkarlarla beraber kültürel kodlar tarafından şekillendirilişi. (3) Kentsel dönüşümün, özellikle de Anadolu şehirlerinde tezahür ettiği üzere, modernite ile postmodernite arasında “sıkışmışlığın” bir göstergesi oluşu.
 
Kentsel Dönüşüm ve Siyaset
Ünlü kent sosyoloğu Henri Lefebvre, mekanın sosyal ve toplumsal olarak üretildiğini ve bu sürecin kendi içinde gerilimler, çatışmalar ve müzakereler barındırdığını belirtir. Mekanın sosyal olarak üretilişi esnasında kontrolün, hegemonyanın ve iktidarın da yeniden üretildiği hesaba katıldığında, kentsel dönüşümü sadece siyasi bir araç olarak düşünmek yetersiz kalır. Kentin yukarıda yapılan çok boyutlu ve çok katmanlı tanımı, bir yandan kentsel mekanda tezahür eden -ve son 20 yıl içinde kenti piyasa önceliklerine göre dönüştüren- neoliberal kentleşme retoriği altında hegemonik bir yeniden yapılanmaya işaret eder. Diğer yandan kentin dinamizmi sadece belediye, yerel sermaye grupları ve elitler arasındaki bir koalisyonla değil; sanayi ve ticaret odaları, genç işadamları ve kadın girişimci dernekleri, sivil toplum, üniversite ve yerel medya gibi farklı ekonomik ve sivil aktörler tarafından oluşan çok aktörlü bir sosyo-mekansal yapıyla sağlanır. Bu yapı yerelin yanı sıra ulusal-bölgesel-küresel ağlar ve kurumlar ile de etkileşim içinde hareket eder. Dolayısıyla kentsel siyaset sadece yerel siyasetle sınırlanmamalı; özellikle ulus-devlet ve ulus-ötesi aktörlerin yerel-kentsel aktörlerle karşı karşıya geldiği ve dönüşümün başarıya ulaştığı kentlerde, bu karşılaşmanın yapıcı bir şekilde müzakere edildiği ve yönetildiği siyasi bir süreç olarak görülmelidir.
Bu sebepten ötürü bugün Türkiye’de, özellikle Anadolu’nun başarılı olan kentlerinde, kent yönetiminin tüm bu aktörlerin işbirliğini ve beraber hareketini içerdiğini görüyoruz. AB’nin kimi Anadolu şehirlerindeki kurumsallaşması ve organizasyonel kapasitesi, elde edilen proje fonları, hibeler ve destekler sayesinde ulus-üstü bir aktörün kentsel mekanın dönüşmesinde ne kadar kilit bir rol oynayabileceğini ortaya koyuyor. Şanlıurfa’da kurulmakta olan ikinci organize sanayi bölgesinin tamamen AB fonlarıyla hayata geçiriliyor olması, ulus-üstü bir kurumun kentsel mekandaki etkisi ve bu etkinin bir ulus-devlet projesi olan GAP ile kuracağı organik ilişki, karşılıklı etkileşim ve işbirliğinin kentsel mekanda somutlaşması bağlamında çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Şanlıurfa’nın sahip olduğu tarım potansiyeliyle birleştiğinde bu gelişmeler, kentsel aktörlerin küresel gıda krizine referans vermelerini ve kent ile küresel arasında bağlantı kurma yönünde vizyon geliştirmelerini tetikliyor.
Dönüşümün içerdiği sorunlar, riskler ve belirsizlikler bu süreçte müzakere edilirken, kentler de sadece sınıfsal çıkarların değil, daha geniş bir yelpazede pek çok toplumsal talebin dillendirildiği bir mekan haline geliyor. Örneğin, Şanlıurfa, Gaziantep, Erzurum ve Diyarbakır gibi göç alan kentlerde devam eden AB destekli EKOSEP (Ekonomik ve Sosyal Entegrasyon Projesi), bu bahsettiğimiz risk ve belirsizliklerin giderilmesi hususunda “sosyal” devletin uzanamadığı ve neoliberal küreselleşmenin etkilerine doğrudan maruz kalan kentlerde sosyal refahı, “kentsel dönüşüm projeleri” üzerinden sağlıyor. Bu bağlamda kentler ve kentlerin ulus-üstü ve küresel ile kurduğu ilişki, kentlerin sosyal refah sağlayıcı mekanlar haline gelmesine de yol açıyor.
 
Kentsel Dönüşüm ve Kültürel İzdüşümleri
Bu dönüşüm sürecinde, kentsel mekanın yeniden üretilişine içerik sağlayan sosyal ve kültürel yapı da göz ardı edilmemelidir. Zira kentsel dönüşümle sadece fiziksel bir değişim yaşanmıyor, kentsel ekonomik kalkınma ve kentsel siyasetle ilişkisel olarak bir anlam yaratma süreci de ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kent sosyoloğu Harvey Molotch’un tabiriyle şehri bir ekonomik “büyüme makinesi” (growth machine) olarak gören ve bu bağlamda “dönüşüm”de müteşebbis kentsel elitlere ve onların rekabetçi stratejilerine yoğunlaşmak kadar, kentsel mekana anlam veren tüm sosyo-kültürel ritimlere de kulak vermek gerekiyor. Bu da bizlere kente hayat veren birden fazla ekonomik kalkınma vizyonu olabileceğini ve ekonomi ile kültürün kentsel mekanda çeşitli şekillerde eklemlenebileceğini hatırlatıyor.
Bu bağlamda, modernleşen şehirler evrensel bir şehir kültürüne yaklaşmaktan ziyade, kentsel mekanda “görünür” olan sembollerin, söylemlerin ve pratiklerin farklı yorumlarının olabileceğini ve aynı zamanda bunların şehrin farklı aktörleri tarafından farklı şekillerde yaşandığını gözler önüne seriyor. Meydan okunmaya açık olan bu anlamlar, sosyal ve toplumsal olarak inşa ediliyor. Fakat bu farklı yorumlamaların merkezinde, gerek şehre hayat veren aile grupları ve yerel otoriteler gerekse de şehir sakinleri farklı şehir kimliklerini sunarken, mekanı da kolektif bir şekilde tanımlama yoluna gidiyorlar. İşte mekanın bu toplumsal ve kolektif tanımlanması Kayseri modeli, Konya modeli gibi üretim kapasitesi yüksek enerjik şehirlerden söz etmemize olanak tanıyor. Kentsel aktörler şehir mekanını modernist perspektiften ve kendi çıkarları doğrultusunda tanımlamak isterler; ancak Anadolu şehirlerinde yaşanan “mekanı toplumsal olarak tanımlama süreci” tam da modernitenin paradoksu olsa gerek! İhracatı, üretimi ve sanayisi ile öne çıkan bu şehirlerde gelenekler, muhafazakâr semboller ve imgeler, postmodernitenin esiri olan şehirlerde göze çarpan kapitalist zihniyetin sosyal ilişki ağlarını yok edişine, metalaşmaya karşı çıkıyor.
Anadolu şehirlerinde yaşananlar, modernitenin günümüzde yaşadığı çelişkinin mekansal yansımaları olarak irdelenebilir. Şehirlerin değişen dinamiklerini anlamada günlük hayatın içine girebilmek çok önem taşır. Sosyolog Anthony Giddens’ın belirttiği gibi; günlük hayat yerleşik “yapılar” ile değil, bizzat günlük hayatta olup bitenlerle açıklanmalıdır. Neyin/nelerin normlaştırıldığını analiz etmek, diğer bir deyişle geleneklerin ne ölçüde değiştiğini, hangi güçlerin rutinler üzerinde baskı oluşturduğunu saptamak önemlidir. Bu noktada Anadolu şehirlerinin, özellikle de “Kaplan” rütbesindekilerin tamamen küresel kapitalist güçlerin yörüngesinde olmadıkları, aynı zamanda şehir mekanını yaratan farklı kültürel anlamlar, simgeler ve gelenekler tarafından şekillendirilip yönlendirildikleri gerçeği modernitenin paradoksudur.
 
Modernite - Postmodernite
Özellikle Kayseri, Denizli, Çorum ve Konya gibi “Anadolu Kaplanı” unvanı taşıyan kentlerde yaşanan değişim ve dönüşümü, modernite-postmodernite arasında sıkışıp kalmışlığın bir paradoksu olarak anlamak mümkündür. Çoğu zaman “muhafazakârlaşma-modernleşme” karşıtlığı üzerinden, kimi zaman da Batı dışı modernitelerin mümkün olabileceği teziyle beslenen tartışmalar, mekanın içselleştirdiği ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel pratikler üzerinden yeniden gözden geçirilmelidir. Diğer yandan, modernleşen Anadolu şehirlerindeki kentsel dönüşümün postmodern bir hal aldığını iddia etmek de güçtür. Postmodernleşen şehirleri tanımlayan çok işlevli alışveriş merkezleri, marinalar, eklektik ve özgün binalar, şehir mekanının “üretim”den “tüketim”e doğru bir dönüşüm geçirdiğini gösteriyor olsa da Anadolu şehirleri açısından üretim hâlâ tüketimden çok daha önceliklidir. Yine de postmodernizm Anadolu şehirlerinin aynı anda birbiriyle çatışan farklı gerçeklikleri barındırmasını açıklamamızda önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Anadolu şehirlerinin, bir yanda sahip oldukları reel üretim kapasitesi sayesinde modernite ile devamlılık içindeyken; diğer yandan sadece ekonomik güçler tarafından şekillenmeyen, kentsel, ulusal, küresel ya da AB gibi farklı aktörlerin şehir mekanına atfettiği çeşitli kültürel anlamların varlığı nedeniyle moderniteden koptukları, postmodern bir hal aldıkları söylenebilir.
Kentsel mekanın yeniden örgütlenmesi ve dönüşümünün, süreç içinde alternatif demokratik mekanları ve yaşam alanlarının tanınabilmesi ölçüsünde başarılı olduğunu iddia edebiliriz. Daha kapsamlı kamusal ve kentsel politikalar geliştirmek için, dönüşümün retorik ve gerçekliği ile kente sadece bir ekonomik büyüme makinesi olarak bakan neoliberal kentsel vizyonu benimsemekle birlikte, çeşitli sosyo-ekonomik dinamiklerin farklı mekansal örgütlenmeler ve ağırlık merkezleriyle bir araya geldiği; beraber yaşama, ayakta kalabilme ve çalışabilme gibi kültürel ve sosyal değerleri, kodları ve sembolleri savunan; dönüşüm adı altında homojenleştirme amacı gütmeyen bir yaklaşım sergilenmelidir. Daha da önemlisi, şehir planlamacıları ve yerel yönetimler gibi kentsel dönüşüme yön verenler, kentin günlük hayatı ve gerçeklerinden kendilerini soyutlamamalı ve sosyal bağlamından kopmamış bir “yaşanabilir kent” hedeflemelidir. Unutmamak gerekir ki, kentsel dönüşüm mekanı sadece fiziksel olarak dönüştürmek değildir, aynı zamanda mekanın sosyo-kültürel ve toplumsal olarak (yeniden) inşasıyla da yakından ilişkilidir.

Paylaş Tavsiye Et