Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Çılgın Türkler Mustafa’yı neden sevmedi?
A. Kemal Bersay
SA­DE­CE med­ya­da ya­pı­lan yo­rum­la­ra ve ulu­sal­cı ke­si­min tep­ki­le­ri­ne ba­ka­rak, Mus­ta­fa filminin şöy­le bir sos­yo­lo­jik an­la­mı ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir­di: Ata­türk’ün, bir ta­raf­ta in­sa­ni­lik­ten arın­dı­rıl­mış aş­kın bir var­lık, di­ğer ta­raf­ta in­san­lık­tan utan­dı­ran za­lim bir dik­ta­tör gi­bi gö­rül­me­sin­den bık­mış li­be­ral ay­dın­la­rın “Ha­yır, o da bir in­san­dı iş­te!” di­ye ün­le­yen bir çığ­lı­ğı... Zi­ra ka­mu­oyun­da Ke­ma­lizm’in söz­cü­lü­ğü­nü ya­pan ka­lem­ler Mus­ta­fa’ya he­men tep­ki gös­ter­miş, sü­rek­li “göz­le­ri çak­mak çak­mak, kar­tal ba­kış­la­rıy­la or­du­su­nun ba­şın­da” ha­yal edi­len Ata­türk’ün in­sa­ni za­af­la­rı­nın or­ta ye­re se­ril­me­si­ni ka­bul edi­le­mez bul­muş­lar­dı.
Fa­kat fil­mi iz­le­yin­ce gö­rü­lü­yor ki du­rum böy­le de­ğil­miş! Ya­ni “hey­kel Ata­türk’ten in­san Mus­ta­fa’ya” ulaş­ma öz­le­mi­ni an­dı­ran bir­ta­kım un­sur­lar ba­rın­dır­sa da film, esa­sen o çok aşi­na ol­du­ğu­muz, “tek ba­şı­na bü­tün düş­man­la­rı de­ni­ze dö­ken kah­ra­man, ulu ön­der Ata­türk!” söy­le­mi­ni ye­ni­den üre­ti­yor. Bu­nun tek is­tis­na­sı, Ata­türk’ün eşiy­le ge­çi­ne­me­yip bo­şan­ma­sı, çok iç­ki iç­me­si gi­bi za­ten bi­li­nen ya da bir gö­zü­nün gör­mü­yor olu­şu, uzak­tan ge­len bir sı­ğır sü­rü­sü­nü düş­man bir­lik­le­ri zan­ne­dip kork­ma­sı gi­bi da­ha az bi­li­nen tek tük in­sa­ni “za­af­la­rı”nı, se­yir­ci­ye ha­tır­la­tı­yor ol­ma­sı.
 
Mus­ta­fa Li­be­ral Bir “Ya­pım” mı?
Fil­min ya­rat­ma­ya ça­lış­tı­ğı Ata­türk ima­jı, ya­pım­cı­la­rı­nın li­be­ral­li­ği açı­sın­dan hiç de olum­lu bir gö­rü­nüm arz et­mi­yor. Li­be­ral-de­mok­ra­tik pers­pek­tif­ten ba­kıl­dı­ğın­da tek par­ti re­ji­mi­nin gös­ter­di­ği man­za­ra­yı ve uy­gu­la­dı­ğı sos­yal ve ik­ti­sa­di po­li­ti­ka­la­rı sor­gu­la­mak şöy­le dur­sun Mus­ta­fa, Ke­ma­lizm’in Tür­ki­ye’de­ki si­ya­si kül­tür için çiz­miş ol­du­ğu sı­nır­la­ra yak­laş­ma­ma il­ke­si­ni iç­sel­leş­tir­miş bir “eser” ola­rak hiç risk al­mı­yor. Me­se­la Ata­türk’ün “tek adam” ha­li­ni an­lat­ma sa­de­din­de onun ne ka­dar yal­nız­lık çek­ti­ği­ni vur­gu­lu­yor ve fa­kat ma­dal­yo­nun öte­ki yü­zü­ne ba­kıp re­ji­min ni­te­li­ği ko­nu­sun­da li­be­ral bir hü­küm ver­mi­yor. Bu tek adam va­zi­ye­ti­nin bir­çok­la­rın­ca bir tür “dik­ta” re­ji­mi ola­rak gö­rül­dü­ğü­nü, Av­ru­pa ba­sı­nı­nın hak­kın­da yay­gın ola­rak le bon dic­ta­te­ur (iyi dik­ta­tör) ifa­de­si­ni kul­lan­ma­sın­dan Ata­türk’ün şi­ka­yet­çi ol­du­ğu­nu vs. ha­tır­lat­mı­yor.
Do­la­yı­sıy­la za­ten bel­li öl­çü­de Ge­nel­kur­may ar­şi­vin­den -o da izin ve­ril­di­ği ka­da­rıy­la- ya­rar­la­nı­la­rak ha­zır­lan­mış olan Mus­ta­fa’yı di­ğer Ata­türk gü­zel­le­me­le­rin­den ayırt eden faz­la bir özel­lik bu­lun­mu­yor. Me­se­la 1926 “İz­mir sui­kas­tı” son­ra­sı ar­tık si­ya­si ra­ki­bi olan es­ki ya­kın ar­ka­daş­la­rı­nı tas­fi­ye et­ti­ği­ni “film ta­dın­da” an­la­tır­ken, bun­lar­dan ka­çı­nın idam edil­di­ği­ni, ka­çı­na ha­pis ha­ya­tı ya­şa­tıl­dı­ğı­nı, han­gi­si­nin onur kı­rı­cı bir şe­kil­de idam edil­me­mek için in­ti­har et­ti­ği­ni as­la söy­le­mi­yor; da­ha­sı bu tas­fi­ye­nin “si­ya­set ica­bı” ol­du­ğu ka­na­ati­ni güç­len­di­ri­yor. Fil­min esa­sen yap­ma­ya ça­lış­tı­ğı şey, Ke­ma­lizm’e an­ga­je ta­rih­çi­ler­den baş­ka hiç­bir bi­lim er­ba­bı­nın cid­di­ye al­ma­dı­ğı res­mî ta­rih ya­zı­mı­nı bi­raz yu­mu­şa­ta­rak po­pü­ler bir med­ya va­sı­ta­sıy­la kit­le­le­re “mal” et­mek ve bu ara­da eme­ği­nin kar­şı­lı­ğı ola­rak da bir mik­tar kâr et­mek. Bu an­lam­da fil­min bas­kın ni­te­li­ği, nes­nel ve li­be­ral bir eleş­ti­ri ol­mak­tan çok, yap­tı­ğı in­san-Mus­ta­fa vur­gu­suy­la bir mik­tar hü­ma­nist sos ka­tıl­mış bir tür “Mus­ta­fa-Ke­ma­lizm”. Zi­ra fil­min he­de­fi, “sa­de” Ke­ma­lizm’in ya­pa­ma­dı­ğı şe­yi yap­mak, kut­sal­laş­tı­rıl­mış Ata­türk’ü kit­le­le­re sev­dir­mek.
 
Mus­ta­fa’yı Sev­me­yen Çıl­gın Türk­ler
An­cak gö­rü­yo­ruz ki ge­ne­li iti­ba­rıy­la Ata­türk­çü ke­sim, ya­pım­cı­la­ra bu emek­le­ri­nin kar­şı­lı­ğı­nı öde­mek ye­ri­ne, fil­me bu­run kı­vır­mak­tan ateş püs­kür­me­ye, hat­ta teh­dit­le­re va­ran bir yel­pa­ze­de olum­suz tep­ki gös­te­ri­yor. Öy­ley­se bu­ra­da so­rul­ma­sı ge­re­ken so­ru şu: Ke­ma­list­le­rin, Ata­türk­çü­lü­ğün­den şüp­he edi­le­me­ye­cek sa­hip­le­ri ve bir “tat­lı su Ke­ma­liz­mi” kı­va­mın­da­ki içe­ri­ğiy­le Mus­ta­fa’ya bi­le ta­ham­mül ede­mez hal­de oluş­la­rı ne an­la­ma ge­li­yor? Bu, ba­sit­çe Ata­türk’ün mi­ra­sı­nın li­be­ral yo­ru­mun­dan haz­zet­me­yen mil­li­yet­çi bir tep­ki ola­rak mı gö­rül­me­li?
Ha­yır! İsim­le­ri­nin önün­de “pro­fe­sör” un­va­nı bu­lu­nan -şim­di­lik- iki ki­şi­nin fil­min ya­pım­cı­la­rı­nı da­va et­me­si, yö­net­men Can Dün­dar’ın ge­len teh­dit­ler se­be­biy­le Lon­dra’ya kaç­mak zo­run­da ka­lı­şı gi­bi “tep­ki­ler” ne ma­sum­dur ne de ras­yo­nel. Bu tür tep­ki­ler, kör bir fa­na­tiz­min, ko­yu bir “ta­as­su­bun” bo­yun­du­ru­ğun­da çır­pı­nan bir psi­ko­lo­ji­nin te­za­hür­le­ri. Yü­zey­sel ro­man­lar ve ha­ma­si nu­tuk­lar­dan faz­la­ca hoş­la­nan bu ke­si­min ken­di­le­ri için kul­lan­ma­yı zi­ya­de­siy­le sev­di­ği bir ifa­dey­le, ger­çek­ten de “çıl­gın Türk­ler” ol­ma­ya doğ­ru hız­la gi­den bir kit­le var kar­şı­mız­da. Bu fa­na­tik kit­le, Ke­ma­lizm’i bir tür din ola­rak al­gı­lı­yor ve bu di­nin kut­sal­la­rı­na yö­ne­lik bir sal­dı­rı ola­rak gör­dük­le­ri her çe­şit fi­kir ve ey­le­mi püs­kürt­me­ye ça­lı­şı­yor.
 
Se­kü­ler Bir Din Ola­rak Ke­ma­lizm Mo­dern dün­ya­nın üret­ti­ği
-Mark­sizm, mil­li­yet­çi­lik ve li­be­ra­lizm gi­bi- se­kü­ler ide­olo­ji­le­rin ge­le­nek­sel din­ler­le bir­ta­kım or­tak özel­lik­le­re sa­hip ol­du­ğu bi­li­ni­yor. Üs­te­lik bu or­tak özel­lik­ler din­le­rin esa­sı­nı teş­kil eden te­mel un­sur­lar­la doğ­ru­dan il­gi­li; bu du­rum özel­lik­le Ba­tı’da or­ta­ya çık­mış olan se­kü­ler ide­olo­ji­ler­le Hı­ris­ti­yan­lık ara­sın­da­ki iliş­ki­de ken­di­ni gös­te­ri­yor. Ör­ne­ğin tıp­kı Hı­ris­ti­yan­lık­ta ol­du­ğu gi­bi Mark­sizm’de de tan­rı­sal bir fi­gür olan in­san (Karl Marx), bir kut­sal ki­tap (Ka­pi­tal ve/ve­ya Ko­mü­nist Ma­ni­fes­to), bir cen­net ima­jı (ko­mü­nizm) ve bu cen­ne­te gö­tü­re­cek bir plan (dev­rim) ile bir kur­ta­rı­cı/mesih fi­gü­rü (iş­çi sı­nı­fı) bu­lu­nu­yor.
Ben­zer bi­çim­de Ke­ma­lizm’de de Ata­türk, ço­ğun­luk­la bir Tan­rı ve­ya pey­gam­ber ko­nu­mun­da (1927-33 ara­sın­da Ata­türk, hak­kın­da dü­zü­len öv­gü do­lu ya­zı ve şi­ir­ler­de sık­ça “ilah” ola­rak bah­se­di­lip tan­rı­sal sı­fat­lar­la be­zen­miş­tir); di­ni ka­mu­sal alan­dan ta­ma­men te­miz­le­me­yi he­def­le­yen ka­tı “la­ik­lik” an­la­yı­şı ise te­mel te­olo­jik çer­çe­ve. Ke­ma­list­le­rin -özel­lik­le genç ku­şak­la­rı­nın- as­lın­da pek oku­ma­dık­la­rı Nu­tuk kut­sal ki­ta­bı tem­sil eder­ken, Ata­türk’ün söz ve de­meç­le­ri de bi­rer “ha­dis” me­sa­be­sin­de al­gı­la­nı­yor ve bun­la­ra hu­şu için­de bi­at edi­li­yor.
An­cak bu di­nin bir kur­tu­luş vaa­di, bir dün­ya cen­ne­ti yok; zi­ra yü­zü ile­ri­ye de­ğil, ge­ri­ye -ta­ri­hin bel­li bir dö­ne­min­de do­nuk hal­de bu­lu­nan bir Al­tın Çağ ha­ya­li­ne- dö­nük. Bu ha­liy­le Ke­ma­lizm -Max We­ber’den ödünç al­dı­ğı­mız ifa­dey­le- “ir­ras­yo­nel” bir din; Şa­ma­nizm ve to­tem­ci­lik gi­bi bü­yü ve ef­su­na da­ya­nı­yor, mün­te­sip­le­ri­ne ile­ri­ye yö­ne­lik bir “ras­yo­nel plan” sun­mu­yor. Ata­türk’ün ki­şi­li­ği et­ra­fın­da oluş­tu­rul­muş ef­sun­lu ha­le bu an­lam­da önem­li bir fonk­si­yon ic­ra edi­yor. Di­ğer bir sos­yo­log Emi­le Durk­he­im’ın ifa­de­siy­le, “il­kel” ka­bi­le din­le­rin­de in­san­lar as­lın­da to­te­min ken­di­si­ne tap­maz, o bir sim­ge­dir (Tan­rı’nın sim­ge­si). An­cak yi­ne de bir re­sim ve hey­ke­lim­si bir var­lı­ğa ta­par­lar; zi­ra özün­de so­yut olan Tan­rı’nın so­mut bir var­lık­ta ci­sim­leş­me­si ge­re­kir. Ke­ma­list di­nin te­olo­ji­si de yal­nız­ca -ha­yat­tay­ken ken­di anıt­la­rı­nı dik­ti­ren ilk cum­hur­baş­ka­nı olan- Ata­türk’ün ül­ke­nin her ta­ra­fı­na ya­yıl­mış hey­kel­le­ri ve her res­mî bi­na­yı süs­le­yen re­sim­le­riy­le de­ğil, cad­de, semt, stad­yum, köp­rü gi­bi her tür­lü fi­zi­kî ya­pı­ya ve­ril­miş is­miy­le de so­mut me­ka­nı an­lam­lan­dı­rır, so­yut di­nî im­ge­ler bu şe­kil­de ci­sim­le­şir. An­cak be­lirt­mek ge­re­kir ki Durk­he­im’a gö­re bu so­mut­laş­tır­ma ih­ti­ya­cı ne ka­dar faz­la ise söz ko­nu­su olan din de o ka­dar “il­kel” de­mek­tir.
Son ola­rak, “Din, ruh­suz bir dün­ya­nın ru­hu, kit­le­le­rin af­yo­nu­dur” di­yen Marx’ı ta­kip ede­rek di­ye­bi­li­riz ki Ke­ma­lizm, ta­kip­çi­le­ri­nin gü­nü­müz­de ka­pıl­dık­la­rı bü­yük kor­ku­ya kar­şı bir sı­ğı­nak va­zi­fe­si de gö­rü­yor. Ke­ma­lizm’in mü­min­le­ri­nin ka­pıl­dık­la­rı kor­ku­nun baş­lı­ca iki kay­na­ğı var: Kü­re­sel­leş­me ve “me­de­ni­yet ih­ti­da­sı”. Bir yan­dan kü­re­sel­leş­me sü­re­ci, Ke­ma­list­le­rin kut­sa­dı­ğı ulus-dev­le­ti aşın­dı­ra­rak ve sa­vun­duk­la­rı yek­ne­sak “ulus” ha­ya­li­ni yer­le bir ede­rek top­lum­da ço­ğul­laş­ma­yı be­ra­be­rin­de ge­ti­ri­yor; di­ğer yan­dan dai­ma kü­çüm­se­dik­le­ri din­dar hal­kın ken­di me­de­ni­yet kök­le­ri­ni ya­vaş ya­vaş ye­ni­den keş­fet­me­si şek­lin­de te­za­hür eden top­lum­sal can­lan­ma kar­şı­sın­da, hem ide­olo­jik ye­ter­siz­lik his­se­di­yor hem de mad­di im­ti­yaz­la­rı­nı kay­bet­me en­di­şe­si du­yu­yor­lar.
Do­la­yı­sıy­la ta­pın­dık­la­rı var­lı­ğa iliş­kin “li­be­ral has­sa­si­ye­te da­ya­lı nes­nel­lik” sü­sü ve­ril­miş ufa­cık bir gi­ri­şi­me da­hi fa­na­tik bir kör­lük­le tep­ki ve­ri­yor­lar. Tep­ki­nin bu ni­te­li­ği, kıs­men, sa­hip ol­duk­la­rı Ata­türk ima­jı­nın da tıp­kı Mus­ta­fa “kur­ma­ca-bel­ge­se­li” gi­bi bö­lük-pör­çük ve za­yıf bir kur­ma­ca ol­du­ğu­nu his­set­me­le­rin­den kay­nak­la­nı­yor. Bu ay­nı za­man­da de­mek olu­yor ki, Ata­türk’ün doğ­ru dü­rüst ya­zıl­mış bir­kaç bi­yog­ra­fi­si­nin bi­le ya­ban­cı aka­de­mis­yen­le­re ait ol­du­ğu bu ül­ke­de, onun şah­si­ye­ti ve yap­tık­la­rı­na da­ir ger­çe­ği ara­ma ni­ye­tiy­le ba­ğım­sız bir “bel­ge­sel” ya da film yap­mak müm­kün de­ğil. Bu da hem Tür­ki­ye’de hâ­kim olan si­ya­si kül­tü­rün hem de Türk si­ne­ma­sı­nın (as­lın­da di­ğer sa­nat dal­la­rı­nın da) içi­ne düş­müş ol­du­ğu du­ru­mu özet­li­yor: Tür­ki­ye’de sa­nat, din­sel­leş­ti­ril­miş yü­zey­sel bir ide­olo­ji­nin cen­de­re­sin­den kur­tul­du­ğu gün, ül­ke­nin si­ya­si kül­tü­rü de -ki bu­na li­be­ra­lizm gi­bi ide­olo­jik yö­ne­lim­ler de dâ­hil­dir- bu bo­ğu­cu sis­te­min bo­yun­du­ru­ğun­dan kur­tul­muş de­mek­tir.

Paylaş Tavsiye Et